[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Seçimlere bir aydan kısa bir süre kala, cumhurbaşkanı adaylarının yanı sıra seçim listelerine yansıyan milletvekili adayları da beklendiği gibi tartışma konusu oldu. Seçim sonucunda iktidara gelecek olan ittifak (veya iktidarın “kullanımdan kaldırdığı” adıyla koalisyon), gerici devletin ihtiyaçlarına uygun olarak konumlanarak halka yönelik saldırı politikalarını şekillendirecek ve uygulayacaktır. Bu sebeple de halk açısından sandıktan herhangi bir sürpriz çıkma olasılığı yoktur.
Ancak partilerin seçim politikalarının ve söylevlerinin yanı sıra listelerde boy gösteren milletvekili adayları da seçim ve seçim sonrası politikalarının ne olacağına dair işaretler vermektedir.
HDP’nin, adaylarını Yeşil Sol Parti adı altında seçimlere götüreceğini açıklamasından itibaren merakla beklenen listeler parça parça açıklandı. Aday listelerinde tartışmalı birçok adayın yer aldığı görülmektedir. Aday listelerinde kesin seçilebilecek gözü ile bakılan yerlerden gösterilen bu adaylardan bazıları devletin geçmişte çözüm veya barış süreci olarak adlandırdığı süreçlerde öne çıkan liberal kimlikleri bilinen ve gerici sınıf temsilcileri ile yakın ilişkileri olan isimlerdir. Bu isimlerin bizzat HDP’nin teklifi ile aday gösterilmesi, seçim sonrası sürecin Yeşil Sol Parti açısından yeni bir “çözüm süreci”nde ısrar kampanyası izleneceğine işaret etmektedir.
Bu adaylarla birlikte yeni süreçte beklentisi oluşan çözüm sürecinin niteliği ve zamanı ise seçim sonucundan bağımsız olarak Kürt ulusal sorununun bölgede alacağı biçime göre devletin nasıl hareket edeceği, nasıl bir yönelime ihtiyaç duyacağı ile ilintilidir.
Çözüm süreci olarak adlandırılan sürecin, TC açısından imha fırsatı olarak kullanıldığını biliyoruz. Devletin Kürt ulusuna, ulusal haklarına düşmanlığı siyasal-kültürel bir olgu değildir, bunun sosyo-ekonomik ve sınıfsal bir temeli vardır ve bu sorun özü itibari ile bir pazar sorunudur. Bu açıdan mevcut sistemin politikaları içerisinde iktidarlardan bağımsız olarak Kürt ulusal direnişinin imhası, zorla asimilasyon ve ezen ulusun boyunduruğu altında tahakküm esastır. Adına her ne kadar çözüm, barış, silah bırakma da denilse devlet açısından amaç ezilen Kürt ulusunun mücadele kabiliyetinin ve araçlarının tümü ile ortadan kaldırılmasıdır. Geçtiğimiz yıllarda da devlet tarafından ilan edilen çözüm sürecinin pratik sonuçları bu şekilde gözlenmiştir.
PKK’nin ateşkes ile güçlerini çekeceğini ilan etmesinin ardından devlet yeni karakol ve kalekol inşaatlarına, istihbarat faaliyetlerine ve daha önce varlık sağlayamadığı alanlarda askeri varlığını güçlendirmeye odaklanmış, kendisi açısından çözümün ne olduğunu bu şekilde ifade etmiştir. Yani faşizm “barış ve çözüm” sürecini daha güçlü askeri saldırganlık ve imha yönelimi için olanak olarak görmüştür. Çözüm sürecinin hemen ardından da yüksek yoğunluklu bir şekilde gerillaya ve halka pervasızca saldırılara girişmiştir. Siyasal olarak Kürt ulusal sorununun barışçıl olarak çözülebileceğine dair aldatmaya dayanan söylemler döşenirken imhanında temelleri döşenmektedir.
Kürt Ulusal Hareketi de bu süreçlerden yararlanabileceği fikri ile masaya oturmaktadır. Ancak son açılım sürecinden de görüleceği gibi, TC Kürt ulusal hareketinin kazançlı çıkabileceği herhangi bir masayı rahatlıkla devirebilmektedir. Yalnızca Türkiye Kürdistanı’nda değil, Irak, Suriye ve İran Kürdistanı’nda ve Avrupa ülkelerinde de Kürt ulusunun kazanabileceği herhangi bir mevzi ve olanağa karşı da tüm gücü ile saldırmaktadır.
Kürt Ulusal Hareketinin Demokratik Özerklik ekseninde kısmi ulusal haklar talebini içeren, Türk ulus egemenliğini kabul anlamına gelen çözüm önerisi dahi faşizm tarafından sisteminin çözülmesi olarak algılanarak “beka” sorunu kapsamına sokulmaktadır. Gerçek çözüm ve kurtuluşu içeren tek yolun ise Demokratik Halk Devrimi olduğu açıktır. Bununla birlikte Kürt Ulusal Hareketinin TC’ye ve sisteme karşı mücadelesi de devrimi besleyebilecek bir yerde durmaktadır.
Kürt Ulusal Hareketi, devletin son yıllarda bir bütün olarak halka ve Kürt ulusuna yönelik gerçekleştirdiği yoğun saldırılarına karşı yeni bir yumuşama dönemi arayışındadır. Bunun çağrılarının yoğun bir şekilde yapılmasının yanı sıra, HDP veya Yeşil Sol Parti’nin aldığı konumlanış da buna göre dizayn edilmektedir. Özellikle son seçimlerde Yeşil Sol Parti listelerinde yer alan liberal adaylar, yumuşama politikasının en azından kamuoyu nezdinde daha yoğun bir şekilde işleneceğini göstermektedir.
Geçmişte halka karşı egemen sınıf temsilcileri ile aynı safta duran, burjuva-feodal medyada ciddi pozisyon tutan Hasan Cemal ve kimi cumhurbaşkanlarının danışmanlığını yapan Cengiz Çandar gibi isimler bunların başında gelmektedir. Liberal ve çürümüş ideolojik yönelimlerinin yanı sıra, medya alanında uzun yıllar devletin politik operasyonlarının sıklıkla bir ayağı oldukları herkesçe bilinmektedir. Bu isimler Kürt Ulusal Hareketi ile devlet arasında köprü rolü oynamaya çalışan, Kürtlerin belli ulusal kırıntılar karşılığında Türk ezen ulus egemenliğinin yeni biçimde boyunduruğu altında kalmasını savunan nitelikleri söz konusudur. Bu eksende özellikle ABD ve Almanya, Fransa gibi emperyalistlerin ekonomik, sosyal ve siyasal değerlerine sıkıca bağlıdırlar. Kürt meselesinde faşizmin esnemesini emperyalizmin değerler silsilesine daha uyumlu olma ve Ortadoğu’da Türk devletinin daha sağlam temellere dayanarak politika üretme zarureti olarak tanımlamaktadırlar. Bu bağlamda görünürde Kürt dostu ama gerçekte Kürtlerin anti-emperyalist ve demokratik temelde kurtuluşuna tam kurtuluşuna karşıttırlar.
Turgut Özal dönemi ile birlikte bu isimler, Kürt Ulusal Hareketine yönelik nihayetinde devletin imha saldırıları ile sonuçlansa da çözüm, uzlaşı veya temas süreçlerinin tümünde bir şekilde görev almışlardır. Turgut Özal dönemi sonrasında da sırası ile Refah Partisi ve AKP ile de yakın ilişkide olmalarının yanında, tüm bu süreçlerde PKK’nin devre dışı bırakılması ve silahsızlandırılmasına yönelik özel bir çaba içerisinde olmuşlardır. AKP iktidarı ile birlikte devlet ile olan organik ilişkileri daha da açığa çıkmış, 2010 referandumunda “Yetmez ama evet” politikası ile herhangi bir perdeye dahi ihtiyaç duymadan AKP iktidarı ile olan ilişkilerini açığa vurmuşlardır. Bu süreçte Hasan Cemal, Tayyip Erdoğan’ın “Hasan Abi’si” olarak, Cengiz Çandar ise akıl hocalığı rolü ile gündeme oturmuştur. Çözüm sürecinde de dahil olmak üzere PKK’nin silahsızlandırılmasının sağlanması adına faşist devlete rapor üstüne rapor sunmaktan geri durmamışlar, resmi veya fiili danışman olarak görev almışlardır. Gülen cemaati ile de yakın ilişlerinin olduğu geçmişte sıklıkla medyaya yansırken, son süreçte Yeşil Sol Parti adaylıkları gelecek süreçte nasıl bir pozisyon tutulacağının emarelerinden olmaktadır. Bu isimlerin devrimci ve komünistleri, PKK’yi ve Kürt ulusal mücadelesinin silahlı güçlerini terörize eden ve hedef gösteren sayısız demeci olmakla birlikte, devletin Gare’de birçok gerillayı katlettiği saldırılarında dahi PKK’yi kınayan köşe yazıları halkın zihninden silinmiş değildir. Aynı Hasan Cemal’in “Meclis çatısı altında Kürt sorunun çözümü için yeni bir çözüm süreci başlatmamız gerekiyor” beyanın karşılığının ne olduğu da bu şekilde kendini açığa vurmaktadır.
Seçimlerin ne yönde sonuçlanacağı dışında, Yeşil Sol Parti’nin ana gündeminin bir yumuşama gündemini yaratmak olacağının sinyalleri verilmektedir. Kılıçdaroğlu’nun adaylığını açıklamasının ardından mecliste HDP’ye yaptığı ziyaret ve ardından Kürt sorununun meclis çatısı altında çözümüne dair karşılıklı beyanatlar da bu gibi liberal adayların ön plana çıkmasına olanak vermiştir. Yani devletin bir yumuşama politikasına ihtiyaç duyup duymamasının yanı sıra, HDP’nin veya Yeşil Sol Parti’nin bu yönlü politik konumlanış almasını arzular görünmektedir.
Bu durumun esas sorunlu yönü ise, Kürt ulusunu ve bütün olarak çeşitli milliyetlerden ezilen Türkiye halkını bir biçimde seçimlere endeksleme, sandıktan çözüm çıkacağı aldatmacasına yönlendirme ve yeniden devleti çözümün taraflarından biri olarak gösterme çabasıdır. Yeşil Sol Parti’nin seçim politikası, halkın gerici egemen sınıflar arasındaki çekişmede taraf olması yolu ile sistemden umut beslemeye, çözümün adresi olarak meclis gibi halkın çıkarları açısından etkisiz sistem araçlarına yöneltmeye yol açmaktadır. Devletin yoğun saldırıları karşısında ezilen ve kavrulan halka seçimleri işaret etmek, halkın gerçek düşmanları arasında bir seçim yapmaya yöneltmek, reformizmin halka kurtuluş için herhangi bir seçenek sunmadığını bir kez daha göstermektedir. Liberal-çürümüş kişiler üzerinden yürütülecek herhangi bir yumuşama kampanyası veya sürecinin ise, Kürt ulusunun kurtuluşu için herhangi bir katkısı veya etkisi olmayacaktır. Kürt ulusuna kurtuluşu getirecek olan egemen sınıfların aldatma süreci olan seçimler veya çözüm, barış gibi süreçler değildir, Demokratik Halk Devrimi ve Halk Savaşı olacaktır.