Türkiye ekonomisi açısından büyük bir öneme sahip olan ve tarımın dinamolarından biri olan şeker pancarı üretimi, hayata geçirilen özelleştirilme ve talan politikalarıyla tasfiye ediliyor. Devlet 7 yılda iki kez iptal edilen şeker pancarı fabrikalarının özelleştirilmesi saldırısı için yeniden düğmeye bastı. Türkiye’de bulunan 25 şeker fabrikasından 14’ünün (Afyon, Ağrı, Burdur, Bor, Çorum, Elbistan, Erzincan, Erzurum, Kastamonu, Kırşehir, Muş, Turhal ve Yozgat) özelleştirilmesi için ihale tarihleri vererek satışa çıkardı.
Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi elbette basit bir özelleştirme, şeker fabrikalarının mülkiyetinin kamudan özele geçmesi değil. Başlı başına talan, yıkım, açlık ve işsizlik anlamına gelen özelleştirme saldırısıyla bir kez daha satılan fabrikaların kapatılarak, çalışanlarının işsiz kalmasına, ailelerinin, yıkımına tanıklık edeceğiz. Sadece şeker fabrikalarında çalışanların da değil, üretimden nakliyesine, şeker fabrikalarıyla bağlantılı tüm sektörleri de kapsayarak bir yıkımdan bahsediyoruz.
Yine bu özelleştirme saldırısının bir diğer boyutu da kamunun elinde kalan son işletmelerin de elden çıkarılmasıyla, 24 Ocak 1980’le temeli atılan özelleştirme ve talan saldırısının büyük oranda tamamlanması anlamına gelecektir. Keza ülke tarımının tasfiyesine de önemli bir halka daha eklenmiş olacaktır.
Özelleştirme saldırılarının temeline baktığımızda;
Emperyalizmin içinde bulunduğu krizi aşmak için, 1970’lerin ortalarından itibaren devreye soktuğu sermayenin serbest dolaşımını hedefleyen, özü daha fazla talan ve sömürüye dayanan neo-liberal politikalarının bir yansıması olarak gündeme geldi. Ülkemizde de temelleri 24 Ocak 1980 kararlarıyla atılan ve varolan bağımlılığı daha da büyüten bu politikalarla emperyalist sermayenin önündeki engeller kaldırılırken kamunun tasfiyesini öngören özelleştirmeler devreye sokulup, işçi sınıfı ve emekçi halkın kazanımlarına göz dikilmiş, ücretlerin ve sosyal harcamaların kısıtlanmasına yönelik kemer sıkma politikalarını gidilmiş, emeğin örgütsüzleştirilmesini ve sendikasızlaştırılmasını hedefleyen saldırılara devreye sokulmuştu. Ülkenin kaynakları talan edilip, ekonomisi dış borçlanmaya dayalı olarak büyütülmeye çalışılırken, tarımın tasfiyesinin önü açıldı. “Yapısal uyum” adı altında yapılan saldırılarla bu alan da talana açıldı, emperyalist sermayenin ihtiyaçlarına paralel düzenlemelerle yerli üretici korumasız bırakıldı. Ülkenin tarım üretimi adım adım sınırlandırılıp Cargill, Limak, Cengiz Holding, Kolin vb. gibi emperyalist ve komprador kapitalist tarım tekellerine teslim edildi. Bu politikalarla ülke tarımı küçültülüp tasfiye edilirken, köylü ekemez, üretemez, ürettiğini satamaz hale getirilip açlığa mahkum edilirken; emperyalist tarım tekelleri de palazlandırıldı. Verimli tarım arazileri de inşaat, baraj, yol, köprü, AVM, rezidans vb. yapımı adı altında imara açılarak, sermayeye peşkeş çekildi, çekilmeye devam ediyor.
2000’lerden sonra hız verilen bu yağma ve talan saldırılarının artık sonlarına gelinmiş, kamu kurum ve işletmeleri büyük oranda özelleştirilerek, halk sefalete, yoksulluğa mahkum edilmiştir.
Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi adımı da bu saldırıların son hamlelerinden birini oluşturuyor. Bugün 14 şeker fabrikasının satışıyla gündeme getirilen ve şeker pancarından şeker üretiminin sınırlandırılması, Cargill gibi nişasta bazlı şeker üreten emperyalist tekellere alan açılmasıdır. Bu saldırının temelleri; 1998 yılında şeker pancarı üretimine getirilen kota sınırlaması ve tersten de nişasta bazlı şeker üretiminin kotasının yükseltilmesiyle atılmıştır.
Türkiye 2000’li yılların başlarında şeker pancarı üretiminde Fransa, Almanya, ABD’nin ardından dünya dördüncüsü iken AB ülkeleri arasında üçüncü sırada yer alıyordu. Ancak bu saldırılarla birlikte bu sıralamada hızlı bir düşüş yaşandı. Örneğin 1988 yılında Türkiye’de 500 bin hektarda pancar üretimi yapılırken, 2015 yılında bu rakamın 270 bin hektara düştüğü ve şeker pancarı ekimi yapan çiftçi sayısının 450 bin aileden 120 bin aileye gerilediği belirtiliyor. Şeker ihracatı yapabilen bir ülke olan Türkiye hayata geçirilen yanlış politikalarla 2015 yılında 170 bin ton şeker ithal etmiştir. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesiyle birlikte tamamen ithal etmenin önündeki bütün engeller de kalkmış olacaktır.
Bugün tarımın dinamolarından biri olarak işlev gören şeker pancarının sanayi üretimine kazanç sağlamasının yanı sıra yüzbinlerce insana istihdam alanı sağlıyor. Özelleştirilecek olan bu fabrikalarda yaklaşık 5 bin işçi ile 50 bin üretici işsiz kalacak. Şeker pazarlamasını, satışını yapan esnaf, nakliyeci ve besici de bu durumdan olumsuz etkilenecek. Keza şeker pancarından elde edilen şeker insan sağlığı açısından da önemli bir yerde durmaktadır. Şeker pancarının tasfiye edilmesi demek birçok hastalığa davetiye çıkaran nişasta bazlı şeker ve mısır şurubu gibi yapay tatlandırıcıların kullanımının yaygınlaştırılması demektir. Bahsini ettiğimiz bu yapay tatlandırıcılar insan sağlığında geri dönüşü olmayan hastalıklara neden olduğu için Fransa, Almanya, İtalya, Yunanistan, İngiltere gibi ülkelerde kullanımına yasaklar ya da kotasına kısıtlamalar getirilmiştir. Türkiye’de ise üretim maliyeti düşük olduğu gerekçesiyle insan sağlığı hiçe sayılarak üretim kotası %10’dan %15’e çıkarılmıştır.
Şeker pancarı üretiminin faydalarından biri de ekolojiye sağladığı yarardır. Örneğin bir dekar şeker pancarı alanı üç dekar çam ormanından daha fazla oksijen sağlamaktadır. Birçok açıdan önemli ve stratejik bir ürün olan şeker pancarı üretiminin tasfiye edilmesi, şeker fabrikalarının kapatılması tarıma ve ekonomiye vurulacak en büyük darbelerden birisi olacaktır.
Daha önce iki defa halkın öfkesine çarpıp özelleştirme saldırısından vazgeçilen şeker fabrikalarının özelleştirilmesini faşist AKP iktidarı bu defa da OHAL zırhını kullanarak yaşama geçirmek istiyor. Emperyalist bağımlılığa bir halka daha eklenecek olan talan saldırısıyla ülke kaynakları, emperyalist sermayeye peşkeş çekilecek, TC’nin saplandığı Ortadoğu bataklığındaki savaşa kaynak yaratılmış olunacak. Bugün geniş kitlelerin yoğun tepkisiyle bir kez daha geri püskürtülme olasılığının güçlü olduğu bu saldırıdan, egemenler kolay vazgeçmeyeceklerdir. Ama yıllardır uygulanan özelleştirme ve talan tahribatı ve sonuçlarını yakıcı olarak yaşayan işçi, emekçi, yoksul halkın öfkesi de yıkıcı bir biçimde ülkeyi saracaktır. Egemenlerin sonlarını getirecek olan da işte bu öfkedir!