[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
6 Şubat’ta Maraş merkezli meydana gelen depremler, faşist Türk devletinin iki özelliğini bir kez daha açığa vurmuştur. Birincisi, devletin halk düşmanı karakteri yani onun sınıfsal niteliği ve ikincisi ise devletin tepeden tırnağa çürüyüp yozlaştığı gerçeğidir. Mevcut iktidar açısından ise yönetme kabiliyetinin zayıfladığını görmek gerekir. Bunun en net resmi enkaza dönen şehirler, yardıma ulaşamayan depremzedeler, enkaz altında kalan yüz binlerce insandır. Bu resmin fırça darbeleri siyasal iktidar(lar)ın ısrarlı sömürüye, ranta ve talana dayanan politikalarıyla ve devletin laçkalaşmış mekanizmasıyla işlenmiştir.
1999 Gölcük Depremini hatırlamakta fayda var. ‘99 Gölcük Depreminin öne çıkan ifadesi “Devlet Nerede” idi; çünkü devlet ortada yoktu. Bu konuda herkes hemfikirdi. Hatta dönemin iktidar sahipleri de enkazlara yol açan politikayı ve devletin beceriksizliğini itiraf etmişlerdi. Dönemin Başbakan yardımcısı Mesut Yılmaz “imar düzenimiz laçkadır” diyebilmiş; dönemin başbakanı Ecevit çalışmalara geç başladıklarını itiraf etmişti. Bu itiraflar devletin enkaz altında kaldığı yorumlarını haklı çıkarmıştı. O zaman Erdoğan ise yaşananların ihmalden kaynaklanmadığını bir anlamda devlet politikasının sonuçları olduğuna dikkat çekip “burada kırılan fay hattı değil ar damarıdır” diyordu. İlgili dönemde Yeni Şafak gazetesinde köşe kapan Ömer Çelik “keskin kalemi” ile “söylenmesi gerekenlerin ‘milli birlik ve beraberlik’ nutuklarının altında ezilmesine göz yumarsak; bugün susarsak, bu çarpık mekanizma yüzünden yüzlerce insanın ebediyen susmasına ortak olmuş olacağız” diye yazıyordu. Bugün ise sırtına geçirdiği “hükümet sözcüsü” kıyafeti ile deprem sonrası devletin yetersizliklerini dile getirenleri hedef alıp önündeki mikrofona öfkeli bir tonda “Böyle bir günde bile siyaset yapıyorlar” diye tehditler savurdu! Kuşkusuz değişen ne Erdoğan’dı ne de Çelik. Değişen şey, tek vasıfları karaktersizlikleri olan bu zatların iktidarla kurulu ilişkileridir.
Bugüne dönecek olursak: 24 yıl sonra karşımıza yeni büyük deprem felaketiyle çıkan tablo bize ne anlatıyor? Bu soruyu yanıtlamadan önce bu 24 yıllık zaman diliminde Düzce, Bingöl, Van, Elazığ ve İzmir’de yaşanan depremlerde de devletin müdahalede yetersiz kaldığını, dahası yıkımlara yol açan politikalarda -imar affı, plansız ve ranta dayalı yapılaşma, denetimsizlik, rüşvet, müteahhit olabilme kolaylığı vb.- ısrar edildiğini not düşelim.
‘99’da ve sonrasında yaşanan depremler meselenin nasıl ele alındığını ele vermektedir. AKP döneminde 6 imar affı çıkarılmıştır. Hatta Mustafa Destici eliyle kanun taslağı sunulan yedisinin de eli kulağındaydı. AKP’nin inşaat sermayesiyle ilişkisi, denetimsizlik, rant, plansızlık, işlerin rüşvetle halledilmesi gibi müteahhitlere yol veren politikalar depremin etki ettiği 10 ili enkaza çevirmiştir.
‘99 Depreminden 10 yıl sonra devletin beceriksizliğinden ders çıkarıldığı iddiası ile kurulan AFAD, Maraş Depreminin enkaz yığınlarını “tekbirlerle” örtmeye çalışıyordu. AFAD’ın 13 yıllık serüveni, kurumun doğal afetler karşısında afet yönetimi alanında uzmanlaşmak olmadığını, siyasal iktidarın rant alanı ve propaganda aracı olduğu gerçeğini anlatıyor.
AFAD’ın Sayıştay raporlarına da yansıyan yolsuzlukları bu kurumun afet yönetiminden öte rant yönetimi üzerine uzmanlaştığını teyit etmiştir. AFAD’ın 2023 bütçesi 8 milyar 908 milyon olarak belirlenmişti. 2022’de ise bütçesi 12 milyar 161 milyondu. AFAD’ın bu bütçeyi afet yönetimi için kullanmadığı, kuruma yapılan bağışların kaydının tutulmadığı daha önce basına da yansımıştı. AFAD çiftlik gibi yönetilmektedir. Afet yönetimi ile alakası olmayanların kurum yöneticisi olduğu gerçekliği aşikâr olunan bir durum. Kuşkusuz “kader planına” inanan bir zihniyetin tedbir almasını beklemek saflık olacaktır.
Peki AFAD hiç mi bir şey yapmadı? Yaptı! Şov içerikli tatbikatlar yaptı. AFAD’ın depreme hazırlıktan anladığı tatbikattı. 12 Kasım’da Deprem Anı Ülke Tatbikatı AFAD’ın koordinasyonunda, Türkiye genelinde “Çök-Kapan-(hayata) Tutun” sloganı ile sahnelenmişti. AFAD’ın bu şovunda komedilere taş çıkartır sonuçlar sahnelendi. AFAD bu şovuyla depremi sarsıntı anı ile sınırlı kavradığını ilan etmişti. Yani depremi deprem anında “çök-kapan-tutun” ile sınırlı kavrayan ilgili kurum daha doğrusu siyasal akıl deprem sonrasına dair hiçbir hazırlığı olmadığını o günkü kavrayışıyla göstermişti. Daha fazlasını ise bugünkü pratiğinde gördük. AFAD’ın, haliyle AKP’nin o günkü şovu, bugün 10 ile yayılmış enkaz yığınının altında yüz binlerce insanın cansız bedeni ile sahnelendi.
ŞOVUN ADI KATLİAMDIR! SAHNELEYEN DE SİYASAL İKTİDAR VE DEVLETTİR!
AKP bilim insanlarından gelen uyarıları kulak ardı etti. Siyasal iktidar bölgede bir deprem yaşanabileceği uyarılarını dikkate alıp hazırlık yapmak yerine yeni bir imar affı hazırlamakla meşgul oldu. 1999’dan 2022 sonuna kadar toplandığı yıllardaki nominal değeriyle 88 milyar 240 milyon “deprem vergisi” olarak bilinen kalıcı hale getirildiğinde de Özel İletişim Vergisi (ÖİV) adı altında tahsil edilmiştir. Bu paranın büyük kısmının yol yapımında kullanıldığını eski maliye bakanı itiraf etmişti. Maraş Depreminde o yolların da çöktüğüne tanıklık ettik. Dahası Hatay şehir hastanesinin, devlet hastanesinin ve başka devlet kurumlarının yıkıldığını gördük. AFAD kurtarma ekiplerinin de yollarda kurtarılmayı beklediğine tanıklık ettik.
Sırtına geçirdiği AFAD yelekleri ile daha sınırlı bir alanı etkileyen -ama yine de ölümlerle sonuçlanan – depremlerin enkazlarında boy gösterip zafer pozları vermekten geri durmayan devlet, 10 ili etkileyen, binlerce binanın yıkıldığı Maraş Depremi karşısında sap gibi ortada kalmıştır. “Devlet neden geç kaldı” diye sorulup bu durum haklı olarak yadırganıyor. Devletin gerçek bir afet/kriz karşısındaki refleksi onun kriz yönetme kabiliyetini de gösterir. Siyasal iktidarın yönetme kabiliyetinin zayıflaması devletin yozlaşmış karakteri ile örtüşmektedir. Afet krizinde yaşanan, en hafif ifadeyle, rezalet yönetme krizinin dışa vurumudur; çünkü devletin elindeki olanakları harekete geçiremeyip bir türlü koordine olamaması tek anladığı tedbirin de halka karşı zor kullanmak olması bununla alakalıdır.
Devlet, afet yönetimi krizini ceberut karakteriyle aşmaya çalışmıştır. Devletin laçkalığının kalkanı onun sınıfsal niteliğinde cisimleşmiş feodal despotluğudur. Afet yönetiminden anlaşılan da Twitter’ı engellemek, halkın kendi imkânlarıyla topladığı yardımları gasp etmek, yardım TIR’larına AFAD, AKP etiketleri yapıştırmaktır. Yönetme krizi devletin bu acizliğinde ete kemiğe bürünmektedir.
“Bir gece ansızın gelebiliriz” diye Rojava’da Kürtleri, Ege Denizi krizinde Yunanistan’ı tehdit edip şov yapan Erdoğan deprem bölgesine ancak 3. gün gidebildi. Enkaza dönmüş sokaklarda yardım ekiplerinden kalabalık konvoylarla boy gösterip itibarını korkusuna kalkan yaptı. Şova dönecek olursak, söz konusu Kürtler olunca kameralar eşliğinde konteynerleri, askeri araçları sınıra yığan devlet enkaz altında kalan yüz binlerce insanı kurtarmak için harekete geçemedi. Çünkü faşist devlet halkın karşısına yalnızca ceberut karakteriyle çıkmaktadır. En iyi organize olduğu alan budur. Diyarbakır’da bankanın kasasını korumak/kurtarmak için anında organize olan devlet, aynı refleksi enkaz altında kalan halkı kurtarmak için değil; ama toplumsal hareketi bastırmak, Kürt ulusunun kazanımlarını gasp etmek için göstererek sınıfsal niteliğinin hakkını vermiştir.
Farklı şehirlerde çöken her yapıda ortak özellikler, zafiyetler bulmak mümkün. Bu ortak özelliklerden birkaçı veya tamamı tek bir gerçeğe götürür bizi: devletin işleyişine, çürümüş, yozlaşmış karakterine! Onun imar planındaki laçkalık da süregelen rüşvet ağı da ranta dayalı yapılaşma da denetimsizlik ve liyakatsizlik de vasıfsızlığın her şey olabildiği bu düzenle hayat bulabilmektedir.
Bu düzenin yol verdiği vasıfsızlığı kendi karakterinde ete kemiğe büründüren Erdoğan, depremin 3. günü konvoylar eşliğinde bölgeye gidip beceriksizliğini örtmek için “kader planında var bunlar” diyerek bir depremzedeyi telkin ediyordu. “Kader planının” diyeti olarak da 10 bin lira verileceği müjdesini duyurdu. Kuşkusuz Erdoğan’ın müjdesi halkın öfkesini satın alamayacaktır.
Erdoğan suratındaki kayıtsızlığı, dilinde kin ve nefrete bulanmış sözcüklere dökerek yardım çığlıkları atanları, kurtarma faaliyetlerinin yetersiz olduğunu, devletin hâlâ aymazlık içinde olduğunu dile getirenleri tehdit etmekten geri durmadı. Depremden sonra hızlıca koordinasyonu sağlayıp müdahale etmek yerine OHAL ilan edip kısıtlamalara gitti. Halkın dayanışmasını engellemeyi kendine vazife edinmiş bu ceberut devlet, deprem sonrasında tam da karakterine uygun bir şekilde, halkın yaşam mücadelesini, enkaz altında yükselen çığlıkların duyulmasını, beceriksizliği eleştiriliyor diye sosyal medya kısıtlama kararı ile engelledi. Türk devletinin karakterinin tepeden tırnağa faşist olması aklını da despotlukla sınırlıyor.
Vasıfsızlığın güzide örneklerinden Sanayi Bakanı Varank, devletin gücünü/kapasitesini “1 milyon battaniye üretiyoruz” diye övünüp anlattığında bölge halkı en azından defnedebilmek için cenazelerinin enkaz altından çıkarılması için yalvarıyordu. Varank, battaniye üretme kapasitesi ile övünürken bölge halkı kefene muhtaçtı. Faşist Türk devleti, halkı enkaz altında kalan cenazelerini almak için yalvarmaya mahkûm edecek bir karaktere sahiptir. Onun halk düşmanı karakterinin özetidir bu!
DEVLETİN HALKTAKİ İTİBARI SIFIRDIR!
Maraş Depremi faşist Türk devletinin halk düşmanı karakterini bir kez daha ifşa ettiği gibi, halkın gücünü de bütün ülkeyi sarmalayan dayanışma pratiği ile ortaya çıkarmıştır. Devlet büyük bir aymazlık içinde seyirci koltuğunda pineklerken, halk hızlıca harekete geçip kurtarma çalışmalarına katılmış, ihtiyaç malzemeleri listesi oluşturulup paylaşılmış, ellerindeki olanakları seferber etmiştir. Halk dayanışmayı örgütleyip kurtarma çalışmaları yürütürken devlet sanal medyayı kısıtlama, yardımları gasp etme, gazetecileri gözaltına almakla meşguldü. Depremin 5. gününde ne GSM şirketlerinin beceriksizliği giderilebildi ne barınma sorunu giderilebildi ne seyyar tuvaletler kurulabildi ne de salgın hastalıklara karşı tedbir alınabildi.
Devletin rol çalmak için yardımları tek elde toplama tehditleri savurmasına aldırış etmeyen halkın topladığı yardımları güvendiği kurumlar aracılığıyla bölgeye ulaştırması devletin halktaki karşılığını anlatmaktadır. Tek kelimeyle devletin halktaki itibarı sıfırdır.
Dayanışma kültürü/ruhu halkın gücünün ahlaki ifadesidir. Bu ruhu harekete geçiren, devletin halkı umursamayan pratiğinin ahlaki olarak kavranmasıdır. Bu ruhu harekete geçiren halkın mayalanan öfkesidir. Halkın dayanışma kültürü örgütlü güce dönüşmek zorundadır. Bu ahlaki refleksi devletin zafiyetini örtmek için değil, onun çürümüş kolonlarını yıkmak için harekete geçirmek zorundayız.
Bugün binlerce insan için mezara dönüşen bu enkaz yığını, ranta dayalı yapılaşma politikasının sonucudur. Barınma sorununu rant olarak algılayan bu tüccar zihniyeti tüm bu mezarları milyonlarca liraya ev diye satarken inşaat sermayesinin sırtı siyasal iktidar tarafından sıvanıyordu.
‘99 Depremi enkaz altında kalan devletin fotoğrafını hafızalara kazımıştı; Maraş Depremi ise devletin çürümüş, yozlaşmış karakterini; yönetme kabiliyeti zayıflamış siyasal iktidarın halka yalnızca tevekkülü salık verebildiğinin fotoğrafını çekmiştir. Bu fotoğraf, ceberut devletin kolonlarıyla birlikte çöktüğünü anlatmaktadır. Bu fotoğrafı kalıcı kılmak dayanışmayı bir adım ileri taşıyıp örgütlü gücü açığa çıkarmakla mümkündür. Erdoğan’ın kader planına, halkın kendi kaderini belirleme hakkı yani devrim mücadelesini yükselterek yanıt verelim.