[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
III. Dünya Kadın Konferansında EKA, SKM ve SKB “Kadının ev içi emeğinin görünür kılınması, 8 Mart ve kadın grevi” konusunda bir atölye düzenlemiş. Bu atölyede “Kapitalist sistemde kadının ev içi emeği, hizmet bağlamında cinsiyetçi sömürü ve cinsel sömürü içermektedir. Uzun yıllardır kadın özgürlük mücadelesinin konusu olan ev içi emeği görünür kılma çabası, DKK’nin derinleştirmesi ve siyasi mücadele konusu yapması gereken alanlardan biridir.” belirlemesi yapılmış, “ev içi emek üzerine siyasi tartışma için teorik seminer yapma” kararı alınmış. Kararın alınmasının nedenlerine baktığımızda ise atölyeyi örgütleyen kurumlar başta olmak üzere tüm katılımcıların “ev içi emeğin görünür hale gelmesi, toplumsallaştırılması konusunda ortaklaştığı” ancak “ücretlendirilmesi ve ücretin devlet tarafından karşılanması konusunda ortak bir karara varılamadığı” için teorik seminer yapılmasına karar verildiğini görüyoruz.
Kadının ev içi görünmeyen emeği, kadın hareketlerinin uzun yıllardır tartıştığı; feministlerin komünistleri kadının ev içi emeğini yok saymakla suçladığı önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Feministlerin MLM’leri “sınıfı görürken sınıfın içinde kadını görmemek”le itham ettikleri, Marks’ı “cinsiyet körü” olarak niteledikleri temel başlıklardan birisi “ev içi emek” konusudur. Bu açıdan bu tartışma bizim için “özel” bir “ilgi” görmektedir. Biz, konferansa dahil olmasak da tartışmalara bu vesileyle dahil olarak kadınların gerçek kurtuluşu sorununda bu başlıkların tartışmasını bu “özel ilgiyle” yapıyoruz.
KADININ EV İÇİ GÖRÜNMEYEN EMEĞİ TARTIŞMALARININ TARİHSEL GELİŞİMİNE KISA BAKIŞ
1960’larda ikinci dalga feministlerin “Kadının ikincil cins olmasının nedenleri nelerdir?” sorusuyla başlayan “ev içi emek” tartışmaları gelişerek, bugünü ve bugünün kadın hareketlerini hatta komünist iddiadaki kadın örgütlerini etkileyerek devam etmektedir. Feministler, “kadınlar eziliyorlar mı, yoksa sömürülüyorlar mı?” sorularına yanıt ararken “derinleşen” bu tartışmalarda, ataerki ve kapitalizm ilişkisini irdelerken ikisinin birbirinden bağımsız olduğu sonucuna varıyor, kadının ev içi emeğini sömüren her erkeğin kapitalist olduğu savunusuna kadar ilerliyordu. Bu tartışmaların başını sosyalist, Marksist feministler çekiyordu. Burada da Marksist kavramlar ters yüz bir içerik kazanıyordu. Esas olarak ise tüm bu tartışmalar kadının ev içi emeğinin artı değer üretip üretmediği sorusunda kilitlenip kalmıştır. Önemli birçok feminist, sosyalist-feminist vb. araştırmacı ve yazar bu sorunun etrafında dönüp durmuştur. Birkaçının görüşünün neler olduğuna bakacak olursak; kadının ev içi emeğinin kullanım değeri değil, artı değer ürettiğini savunanlardan birisi Dalla Costa’dır. D. Costa, “kadının ev içinde ürettiği artı değere erkeğin el koyduğunu”, “kapitalistler açısından ev işlerinin stratejik önemde olduğunu”, “ev içi emeğin ücretlendirilmesi gerektiğini” “kadının bu üretim faaliyeti içerisinde olmayı reddederek sermayeye karşı mücadelede önderliği ele alabilecek konumda olduğunu” savunmuştur. Wally Seccombe ise “kadının ev içi emekle artı değer üretmediğini; ama kocasının artı değer üreten emeğine katkı sunduğu için dolaylı bir artı değer ürettiğini” savunmuş bu bağlamda “erkeğin ücretinde kadının da emeğinin değerinin ödendiğini” söylemiştir. John Harrison, “kadının ev içi emeğinin ne değer ne de artı değer üretmediğini”, değer yasası dışında “özel bir emek türü” olduğunu savunmuştur. En orijinal fikri ise Christine Delphy ortaya koymuştur; “patriarkayı kapitalizmden tamamen ayrı olarak” açıklamış, “kadının ev içi emeğinin ücretsiz olmasının nedeninin artı değer üretip üretmemesinden kaynaklı olmadığını” savunmuş, “kadın ve erkeğin üretim içindeki ilişkisinden kaynaklı ücretsiz olduğunu” değerlendirip “erkeğin kadının emeğine el koyduğunu” söylemiştir. Bunun gibi birçok görüş ve tartışma vardır. Görüldüğü gibi kadının ev içi emeğinin görünür olması sorunu çok uzun süreye yayılan tartışmaların konusudur. Bu tartışmalarda esas olarak ücretlendirme sorunu ise görünür kılma yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tartışmalarda denklem şöyle kurulmaktadır: Birincisi, kadının ev içi emeği görülmemektedir. İkincisi, bir emeğin görülmesi için ücretlendirilmesi gerekmektedir. Kadın emeği ancak ve ancak ücretlendirildiği zaman görünür kılınacaktır. O zaman kadın emeği görünmesi için ücretlendirilmelidir. Ancak sorun feministler için tam çözüldüğü düşünüldüğü bu yerde çok daha büyük yeni bir soruna yol açmaktadır. Kadınlar hapsedildikleri evde ücretsiz emekleriyle köleleştirilirken yeni durumda ücretli köleler durumu sürmeye devam etmekte üstelik bu konumları kalıcı hale getirilmektedir. Bu görüşün vardığı sonuca göre kadın ev içinde, mutfakla yatak odası arasında kıstırılırken körleştirilmekte, bu alandaki emeğinin ücretlendirilmesiyle birlikte “ev kölesi” konumu daha da sabitlenmekte, katılaşmakta ve kalıcılaşmaktadır. O halde kadının ev içi emeği hem görünür hale getirilip hem ücretlendirilip hem kadınlar ev içine hapsedilmeyip nasıl özgür olacaktır? Çok bilinmeyenli bir denklemi andıran bu sorun MLM’nin sorunu değildir. Bu sorun feminizmin sorunudur. Feminist anlayışın ısrarla kapitalizmle ataerkiyi birbirinden ayırma çabasının bir ürünüdür. MLM’ye tamamen yabancı bu yaklaşımda emeğin ücretlendirilmesi sorununda “işçinin ücretinde emeği ne kadar görünmektedir” sorusu açığa çıkmaktadır ya da “işçi sınıfının ürettiği değerin karşılığı ücreti mi olmaktadır” gibi yeni bir soru daha…
DKK’NİN “KADININ EV İÇİ GÖRÜNMEYEN EMEĞİ” VE “KADIN GREVİ” KONUSUNU ELE ALIŞI
Bu konuda “Dünyaya Başkaldırıyoruz” dergisinde yapılan değerlendirmeye göre EKA diğer belirlemelerinin yanı sıra şu açıklamada bulunmuştur: “Kadınlar açısından en tuzağa düşürücü, aynı zamanda kapitalist devlete en çok yarar sağlayan maddi ilişki, çocuk ve yaşlı bakımı işidir. Kadın doğası ile sıklıkla bağdaştırılan ev işleri ve bakım hizmetleri her ne kadar basit işler gibi algılansa da esasen geniş bir yelpazede çeşitlenir. Söz konusu işler ev içinde ücretsiz olarak sunulduğunda iktisadi faaliyet sayılmamakta, emek piyasalarında bir ücret karşılığında sunulduğunda ise iktisadi faaliyet sayılmaktadır.” EKA’nın “en tuzağa düşürücü” olarak nitelendirdiği yerde yine kadının ev içi emeğinin artı değer üretip üretmediği ya da ev işlerinin ne zaman bir artı değer konusu haline geldiği sorunu vardır. Bunun için bu soru yanıtlanması gereken bir sorudur. Bu soruya yanıt verilmediğinde EKA’nın “kadınlar için en tuzağa düşürücü” yer olarak tanımladığı yerde EKA kendi tuzağa düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Kadının aile içinde ücretsiz yaptığı işin iktisadi faaliyet sayılmamasının nedeni burjuva-feodal düzenin ataerkil yapıya yaslanan özelliğidir. Engels’in dediği gibi; “işçi için hemen hemen olanaksız” olan “gece barınmaya elverişsiz, kötü döşenmiş ve çoğu zaman damı akan ve ısıtılmayan, oturulmaz, pis bir ev, insan dolu odada nemli bir hava; erkek, belki kadın ve büyük çocuklar da, hepsi bütün gün ayrı yerlerde çalışmakta, birbirlerini yalnız sabahları ve akşamları görmekte (…) konyak içmeye sürekli ayartılma bu yüzdendir; bu koşullarda aile yaşamı” hem kadın için hem erkek için zorunlu iktisadi ilişkinin sonucudur. Bu zorunlu iktisadi ilişkinin bir sonucu olarak kadının ev içi emeği aile içinde ücretsiz, başkası için üretilen bir hizmet olduğunda yani değişim değeri ürettiğinde ücretlidir. Kadını ve erkeği bu koşullara mecbur bırakan küçük aile ekonomisine bağımlılıklarıdır. Kadının ev içi emeğinin ücretlendirilmemesi toplumsal üretim ilişkileri içinde burjuva feodal toplumsal iş bölümünün bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. İşte tam o noktada yine Engels’in dediği gibi “İşçi gene de ailesini bırakamaz, ailesiyle yaşamak zorundadır…” (Marksizm, Kadın ve Aile, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, s.29) Özel mülkiyete dayalı ve burjuva feodal bu ailenin dayandığı toplumsal ekonomik ilişkiler var olduğu sürece, bir biçimde ev işlerinin cinsiyetçi iş bölümü de devam edecek, bu cinsiyetçi iş bölümü içinde kadın emeği görünmez kalacaktır.
Arzu Demir ise haberinde atölye için şu değerlendirmede bulunmuştur: “Ayırt edici atölye çalışması ise ‘ev içi emeğin durumu’ üzerine oldu. Kadının görünmeyen emeğinin tanımı, erkek egemenliğinin üretilmesindeki rolü, DKK’nin hiç tartışmadığı bir konuydu. Bunu ilk kez tartışmaya SKM ve SKB açtı.” demiştir. Ancak biz ne EKA’nın haberinde ne Arzu Demir’in haberinde ne de Marksist Teori dergisinde kadının görünmeyen emeğinin tanımını, erkek egemenliğinin üretiminde nasıl bir rol oynadığına dair belirlemeler gördük. A. Demir’in haberinden öğrendiğimiz tek şey bu tartışmayı DKK’nin gündemine ilk kez SKM ve SKB’nin açmış olması, doğrusu bu bilgi ne işimize yarayacak bilmiyoruz! Anlaşılan odur ki tartışmalar çok yüzeysel kalmıştır. Teorik seminer kararının bir nedeni de budur. Kadının ev içi emeğinin görünmemesinde ortaklaşılmış, bununla birlikte görünmesi için ne yapılacağı konusunda karşı karşıya gelinmiştir. Bizim ilgilendiğimiz ise hangi noktalarda karşı karşıya gelindiği sorunudur; ancak bu konuya ilişkin de hiçbir veri yoktur.
Atölyenin diğer konusu ise “Kadın Grevi”dir. DKK 8 Mart 2023’te tüm dünyada kadın grevi çağrısı yapma kararı almıştır. Karar önerisi ise şöyledir: “Kadın özgürlük hareketi, 7 yıldır kapitalizmin ve erkek egemenliğinin bu saldırılarına karşı 8 Mart’ta küresel bir kadın grevi düzenliyor. Kadın hareketi, işçi sınıfı, proleter kadınların burjuvaziye karşı tarihsel olarak kullandıkları grev silahını, küresel ölçekte bir kadın grevine dönüştürmüştür.” öneride tartışılacak birçok yön olmakla birlikte kendini abartmaktan doğan gerçek dışılık oldukça dikkat çekici. 7 yıldır kapitalizm ve erkek egemenliğinin saldırılarına karşı 8 Mart’ta küresel ölçekte kadın grevi örgütleyen kadın özgürlük hareketi kimdi? İlginç bir tanımlama! Ne dediği, kime dediği belli olmayan bir anlayışı açığa vurmaktadır. Aynı şişirilmiş belirlemeler proleter kadınların “grev silahını, küresel ölçekte bir kadın grevine dönüştürmüştür” belirlemesinde de görmek mümkün. Neden böyle bir ele alışa ihtiyaç duyuyorsunuz demeden edemiyor insan. Gerçeklere dayanmak dururken neden hayaller? “Kadın grevi, proleter kadınların fabrikadaki mücadelesi ile ev işçisi kadın mücadelesini birleştiren bu eylemin enternasyonalist kadın hareketinin önemli bir parçası olan DKK’nın gündemlerinden biri olması gerektiğini ve tüm dünyada kadın grevi çağrısı yapılmasını”, “Bu 8 Mart, emperyalist savaşlara ve işgallere, kapitalist krizin kadınları yoksullaştırmasına, işsizliğe, emeğin sömürülmesine karşı bir kadın grevi etrafında örgütlenmelidir. DKK, ‘kadın grevi’ aracını 8 Mart dışında da kadınların farklı gündemlerinde kullanma perspektifiyle hareket etmelidir.”, “Fabrikadaki proleter ile ev emekçisi kadının mücadelesini birleştirin grevi enternasyonalist kadın hareketinin önemli parçası olan DKK’nin gündemlerinden biri olmalı.” Tüm bu değerlendirme, istek, öneri ve temenniler öneren kurumun küçük burjuva bakış açısına sahip olduğunu gösteriyor. Öneri kendini önerenin elinden kaçıp kurtulmak istiyor desek yeridir. Kadın grevi “kadının ev içerisindeki üretim gücünü kullanması ve durdurması” olarak konurken evdeki tek tek kadınların emperyalist savaşlara ve işgallere, kapitalist krizin kadınları yoksullaştırmasına karşı ev içinde örgütlenmesi hayalcilikten daha öte bir durumu ifade ediyor olmalıdır. Ancak biz bu duruma bir tanımlama aramakla uğraşmak istemiyoruz. “Kadın grevi” nedir? Durun, durun… “Grev” nedir? Hangi kesimden kadınları kapsamaktadır, hangi iş kollarını içermektedir? Eğer greve katılacak kesimler ev emekçisi kadınlarsa gerçekten ev içinde aile ekonomisine bağımlı kılınmış, pencereden dışarı bakması dahi yasaklanmış olan bu ezici kadın yığınlarıysa bu kesimler bu grevi nasıl örgütleyecektir? Kadının ev içi emeği gibi üretim içerisindeki gücü de örgütsüzdür. Bu denli örgütsüzlük içinde ev kölesi olan kadınlara “grev yap” demek, “evde otur” demekle aynı şeydir. Peki gerçekten “grev” nedir? Üretimden gelen gücün örgütlü şekilde kullanılarak üretimin durdurulmasıdır. Bu en basit anlamda işçi sınıfının temel örgütlülüğü olan sendikalarda örgütlenmesi ile olanaklı olan bir eylemdir. Ev emekçisi kadınların değil sendikalaşmaları en küçük bir araya gelmeleri dahi mevcut koşullarda olanaklı değilken ev işlerinin bir gün yapılmamasında (ki bu zaten mümkün olmayandır, hadi mümkün oldu diyelim) talep nedir? Yani hem greve katılacak kesimler hem grevin hedefi hem grevin talebi hem de grevin tam olarak kime karşı yapıldığı belirtilmeden grev çağrısının yapılması işçi sınıfının en temel silahı olan grevin altını boşaltmaktan, içeriksizleştirilerek tüketmekten ve bu tükenmişliği bir bütün sınıfa taşımaktan başka bir anlam ifade etmemektedir.
MLM’NİN KADININ EV İÇİ EMEĞİNE BAKIŞI
“Kadının ev içi emeğinden kimlerin yararlandığı”, “bu emeğin artı değer üretip üretmediği” bu bağlamda “üretken emek” olup olmadığı ve buna bağlı olarak “ücretlendirilip ücretlendirilmeyeceği”, “ücretlendirilecek ise bu ücreti kimin ödeyeceği” gibi sorularla çevrelenmiş bu tartışmada, başka birçok tartışmada olduğu gibi yanlış öncüllerden yola çıkmaktan doğan çok yönlü sorunlu bakış açıları var. Yanlış öncüllerden yola çıkmak derken kastettiğimiz elbette kadının ev içi emeğinin toplumsal ve tarihsel bağlamda incelenmemesidir. Bu bağlam bozukluğu üretim ve yeniden üretim faaliyetinin Marks’ın öğütlediği gibi birlikte düşünülmemesinden ileri gelmektedir. Kadının emeğinin, bedeninin binlerce yıllık sömürüsünün nedenini her koşulda biz MLM’ler toplumsal üretim ilişkilerinde ararız ve üretim ilişkilerinin iki temel alanı olan üretim ve yeniden üretim alanını bir bütün olarak değerlendiriyoruz. Her iki alanda ayrıca ve özel inceleme yaparken de bu diyalektik bağın koparılmaması gerektiğini savunuyoruz. Bunun bir sonucu olarak kadının ev içine hapsedilmesini de küçük aile ekonomisine bağımlı yaşamını da ve bunun bir sonucu olarak maruz kaldığı baskı, saldırı ve sömürüyü de spekülasyonlara değil bilime dayandırıyoruz. Bu açıdan kadının emeğinin ev içinde sömürülme biçiminden bir bütün kadının bu sömürüye mahkûm edilmesine ve bu mahkumiyetten nasıl kurtulacağına kadar tamamında Marksist bilgi teorisini temel alıyoruz.
Öncelikle kadının ev içi emeğinin niteliğini anlamak için, ne için ve nasıl gerçekleştiğine bakmak gerekmektedir. Kadının ev içi emeği ailenin somut ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olduğu için somut emektir yani kullanım değeri üretmektedir. Kullanım değeri ise insanın yararlılığı ve ihtiyaçlarını karşılamak için yapılan üretimdir. Ev içinde kadının, hane halkının yeniden üretimi için harcadığı karşılıksız emekte, her ne kadar ücretli işte çalışanların emek gücünün korunması ve yeniden üretilmesiyle kapitalist sömürü ilişkisine dolaylı olarak katkı sunmuş olsa da pazara dönük bir üretim olmadığından, yaratılan kullanım değeri de hanenin gereksinimleri için üretilip, hane içinde tüketildiğinden soyut emeğe (toplumsallaşmadığından) dönüşmediğinden artı değer de üretmez. Sadece artı değer üretimine dolaylı katkı sunar. Ücretli işçinin ertesi gün yeniden üretebilmesi için yemek yerken, uyurken harcadığı emek, üretim sürecinin devam ettirilmesi için ne anlama geliyorsa kapitalist üretim ilişkileri içinde kadının ev içindeki karşılıksız emeği de aynı anlama gelmektedir. İşçinin yediği yemek, uyuduğu uyku kendi sinirlerinin ve kaslarının ertesi günkü kullanım değerini oluşturmak içindir. Bu bağlamda işçiye yemek yerken ya da uyurken emek harcadığı için nasıl ücret ödenmiyorsa kadına da emeğin yeniden üretimi sürecinde ev içi emeğiyle kullanım değeri yarattığı için ayrıca bir ücret ödenmemektedir. Kısaca, kadının ev içinde harcadığı -karşılıksız- emek bir ürün, kullanım değeri ortaya çıkarıp ne kadar yararlı olursa olsun direk artı değer üretmediği için üretken emek değildir. Ev emekçisi kadın ev içinde kendi, ailesi, hane için çalışır doğrudan sermaye için değil. Kadının ev içi emeğinin “görünmez” kılındığı, tüm ailenin bu emeğin kullanım değerinden yararlandığı gibi erkek egemen burjuva-feodal sistemi de beslediği hatta vazgeçilmez dayanaklarından olduğu bir gerçek. Ancak ev içi emeğin ücretlendirilmesine gelince her şey daha karmaşıklaşıyor. Burjuva feodal sistemde bu emeğin ayrıca ücretlendirilmesi olanaklı mı, olanaklı ise nasıl olacağı kaçınılmaz olarak sorulan sorular oluyor. Ancak bu sorular birçok çevre tarafından yeterince yanıt bulamıyor. En temel sorun ücretin neye göre nasıl belirleneceğinde takılıp kalabiliyor. Bu sebeple ücretsiz ev içi emeğin ücretlendirilmesinin de kadın ezilmişliğini, cinsiyet eşitsizliğini, kadının toplumdaki ikincil konumunu çözemeyeceği biliniyor. Bunun en tipik örneklerini ise kadının ücretlendirilen emeğinde görmek mümkün ya da kadınların yüz yıllık “eşit işe eşit ücret” talebinde somutlaştırmak… Ancak buna rağmen ücretlendirme ile ev işlerinin tamamen kadınlara kalacağı düşüncesiyle ücretlendirmeye karşı çıkmak da doğru değil. Ayrıca ücretlendirme konusunda esas önemli nokta şurasıdır. Hâkim sınıflar asgari ücret belirlemelerinde açığa çıktığı gibi bir işçinin ücretini dört kişilik ailenin ölmeden, her gün yeniden üretebilmek için yaşayacak kadar yani açlık sınırında belirlemektedir. Dolayısıyla işçi sınıfının ücretinin içinde üretim ve yeniden üretim alanında bulunan herkesin emeğinin karşılığının verildiği varsayılmaktadır. Bu kapitalizmde ücretin ne olduğunu anlamak açısından önemlidir. Biz esas olarak kadının ev içi emeğinin ücretlendirilmesinden önce kadınların üretim alanlarına çekilmesi mücadelesini temel alan bir rotayı benimsemek görüşündeyiz. Bu bağlamda kadınların yeniden üretim alanlarında ekonomik olarak aileye ve erkeğe bağımlı konumuna son verme mücadelesine atılmayı bu bağlamda bizimki gibi ülkelerde kadınların ev içi emeklerinin ücretlendirilmesi talebinden önce çalışma hakkı mücadelesine ağırlık verilmesi gerektiğini savunuyoruz. Sonuç olarak kadını aile içine hapseden ev işlerinin bıktırıcılığında bilincini alıklaştıran ve kadına binlerce yıldır dayatılan bu koşullarından kopma yönlü politikalar geliştirmeyi temel bir mesele olarak görüyoruz.