[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Emperyalist-kapitalist sistemin yaşadığı kriz, bu krizin yarattığı sonuçlar yeni kriz alanlarının açılmasına ve krizin hem yatay hem de dikey bir şekilde yayılmasına, derinleşmesine neden olmaktadır. Zira yaşanan krizin ekonomik boyutu sermayenin birikim modelinin tıkanması ve yeni birikim modeli arayışını da içerecek şekilde gerçekleşmektedir. Sınırları belli olan ve artık o sınırlara dayanmış kapitalist üretim ilişkileri, kendisini yeniden üretmenin bir biçimi olarak kâr oranlarını artırmada sömürü çarklarının “vahşi” yapısını “makul” perdesini parçalayarak devreye sürerken, diğer yandan emperyalist tekelleşmenin karakteristiği olan daha güçlü tekelleşme eğilimi ile itimini almaktadır. Zira var olan birikim modelinin dayandığı sınırlar, onun yarattığı krizli yapı, birikim modelinin yerine ikame edecek yeni bir modelde arayışa zorlarken nafile bir şekilde var olan birikim modelinin kriz içinde kalmasına mahkûm olmaktadır.
Emperyalist-kapitalist sistemin dünyada hâkimiyet kurmadığı, ayak basmadığı pazar alanının kalmadığı gerçekliği krize evrensel bir karakter vermektedir. Ancak kriz emperyalist merkezlerde rüzgâr ise yarı-sömürge yarı-feodal bağımlı ekonomi ve sistemlerde tufana dönmektedir. Yaşanan ekonomik kriz bir süredir emperyalist merkezlerde ve emperyalistler arası ilişkilerde devam eden politik krizi de pekiştirmiştir. Politikayı ekonominin yoğunlaşması olarak tanımladığımızda bu sonucun çıkması elbette beklenmelidir. Ancak kriz sadece ekonomik ve politik ayaklarla sürmüyor. Yine askeri sahaya taşınan, devletler arası savaş çanlarının çaldığı krizler de sürece eşlik etmektedir.
Sermayenin doymak bilmez iştahı, esasen tüm gücüyle olanaklarıyla ve asıl tarihsel eğilimiyle birlikte sosyalizmde geri dönüşlerin Mao Zedung yoldaşın ölümüyle adeta tamamlanmasından bir süre sonra dizginsiz gerçekleştirme olanaklarına kavuşmuştur. 1991’de Rus Sosyal-Emperyalizmi’nin “sosyalizm” maskesini yırtıp atmasıyla birlikte emperyalist sistem dünya pazarında adım atmadık ve basmadık tek bir karış toprak bırakmadığı gibi, tüm sosyal-sağlık-eğitim ve bilumum kamu hizmetlerini ve akla gelecek tüm ekonomik mekanizmalarını tekelci sermaye kuşatmış ve bir vampir gibi emmeye başlamıştır. Bu tekelci sermaye güçleri arasındaki ilişkiler, mücadeleler, paylaşım haritalarına da yansımıştır. Sermaye için “bolluk” zamanı, politik çizgide ise “kazan-kazan” ile çok uluslu tekeller palazlanmış, sermaye grupları “mutlu evlilikler” gerçekleştirmiş, dolu dizgin bir sömürü ve asalaklık içeren saadet zinciri kurulmuştur. Tekelci emperyalist sermaye tüm alanları sermayesini genişletmek, yeniden üretmek üzerine kıskaca almış, sosyal politikalar hızla rafa kaldırılmış, emekçilerin tüm kazanımları tek tek sermaye ilişkilerinin ağına girmiştir. Yarı-sömürge, yarı-sömürge yarı-feodal ülkelerde ise emperyalist sermaye asalak sermaye yatırımları ve üretim alanına yönelik yatırımları ile adeta tüm ilişkileri kendisine bağlamıştır. Bu eksende sermayenin önünde engel olan bürokratik mekanizmalar sadeleşmiş, özelleştirme adı altında kamuya ait tüm alanlar tarumar edilmiş ve yok edilmiştir. “Neo-liberalizm” denen bu süreç emperyalist tekellerin devasa boyutlarda birikimler elde etmesini, işçi sınıfını emekçileri kazanımlarından mahrum bırakarak ve kendi sistemine bağlayarak yaparken, yarı-sömürge yarı-feodal ülkeleri de bu zincirin kopmaz parçası haline getirmiştir. Sisteme uyum sağlamayan her alan emperyalistlerin ortaklaşa askeri operasyon alanları haline gelmiştir.
GERİCİLİĞİN KARŞI-DEVRİMCİ ZORUNA DEVRİMCİ ZOR
Karşı-devrimin ve saldırılarının çok güçlü olduğu, işçi sınıfı ve ezilenlerin hareketinin zayıf olduğu, öncü ve örgütlerinin politik dengeleri oynatacak düzeyde güç kazanmadığı koşullarda bilhassa devrimci fikirlere, devrimci pratiklere ve ezilenleri kurtuluşa götürecek yönelime saldırılar daha ağır ve güçlü gerçekleşir. Böylesi saldırı dönemleri tasfiye ve tasfiyeciliği kaynaştıran bir nitelikte ortaya çıkar. Egemenlerin güç ve kudretin tüm olanaklarını seferber ettiği ve ezilenlerin ne yaparsa yapsın bir sonuç elde edemeyeceği gericilik dalgası içinde eritmeye çalışır. Böylesi gerileme ve gericilik dönemlerinde dağınık ve örgütsüz olan ezilen yığınlar bu saldırıya olabildiğince açıktır. Egemen sınıflar ise hem çelişkilerinden dolayı ezilenlerin hareket etmesini sınırlamaya çalışır hem de daha önemli olarak ezilenlerin ne düzeyde olura olsun örgütlenip bir araya gelmesine engel olur. Yine ezilenleri kurtuluşa götürecek programa sahip özneler güçlü bir şekilde hedefe konur. Zira ezilenlerin hak arama mücadelesi ya da politik mücadelede bir programa sahip olması, bir program etrafında kenetlenmesi en ciddi tehlike olarak tanımlanır. Bu durum bir tasfiye dalgasının sonuçlar üretmesine onları kenetler. Ancak tasfiyeden daha kapsamlı ve sorunu derinleştiren bir başka durumun oluşması amaçlanır ki o da tasfiyeciliktir. Sistem güçleri onları yedekler ve gericilik dönemlerinde ezilenlerin kurtuluş mücadelesini terk etmiş dönekler, orta sınıf aydınları, yalpalayan reformizm bu saldırıların kurucu öğeleri konumundadır. Sistemin yılgınlık yaratarak sürdürdüğü saldırılar ilk olarak devrimci programların, devrimci yöntemlerin, devrimci teorinin hedef olmasını getirir. Böylesi dönemler devrimci çizginin, devrimci teorinin, tasfiyecilik saldırısına maruz kaldığı dönemlerdir. Zira karşı-devrimin yarattığı gerileme; duruma, yeni düşünce ve fikirlerin arayışına da kapı araladığı dönemdir. Bu durum eski programların, strateji ve taktiklerin, mücadele yol ve yöntemlerinin de daha güçlü sorguya çekildiği dönemlerdir. Devrimci hareketin ya da devrimci programların zorlandığı ve işinin karşı-devrimci saldırılarla zorlaştığı durumlarda buna yönelik ideolojik güvensizlik, objektif olarak ideolojik düşmanlığa dönüşen bir tutum, pratik ve yönelim kazanır.
TASFİYECİLİK, GERİCİLİĞE YAPILAN DOPİNGTİR!
İçinden geçtiğimiz dönem böylesi bir dönemdir. Bir önceki devrimci programlar ve özellikle silahlı mücadele, illegal örgütlenme anlayışları iğdiş edilmektedir. Ancak daha da önemlisi devrimci örgütün rolü silikleştirilmekte, öncü ve önder karakteri önemsizleştirilmektedir. Lenin yoldaş tasfiyeciliğin “döneklikle, program ve taktiği reddetmeyle, oportünizmle bağlı” olduğunu belirtir ancak tasfiyeciliğin en önemli karakteristiğinin “Parti’nin reddine kadar giden oportünizmdir. Parti’nin, varlığını tanımayanları saflarında tutarsa varlığını sürdüremeyeceği kendiliğinden anlaşılırdır. Mevcut koşullar altında illegaliteyi reddetmenin, eski Partiyi reddetme anlamına geldiği de o kadar anlaşılırdır” şeklinde tanımlamaktadır. Kuşkusuz tasfiyeciliğin Lenin dönemindeki yapısı ve yürüttüğü tartışmalarla mahkûm ettiği biçimiyle bugün tanımlanması, sorunu anlaşılmaz kılacaktır. Zira devrimci örgüt ve devrimci parti ya da komünist parti anlayışının reddini savunmak gerçekleşmiş büyük devrimler ve partinin ispatlanmış tarihsel rolü düşünüldüğünde kolay olmayacaktır. Tasfiyecilik günümüzde partinin ve devrimci örgütün tüm rolünü sorgulayan, öncü ve önder karakterini kitlelerin gerileyen sınıf mücadelesi ihtiyacına karşılık gelmediğini savunarak ve elbette düşmanın ağır ideolojik baskısı altında bir önceki sloganları, parti ve örgüt şekillenişini, devrimin stratejik yönelimini, illegal yapısını ve ülkenin sosyal-ekonomik gerçekliğine uygun konumlanışı almayarak barışçıllık ve legalite kutsiyeti yaratarak ele almasından kaynaklanmaktadır. Düşmanın gericilik dalgasını büyütmesine, örgütsüzlüğü derinleştirmesine, halk kitlelerini devrimin silahlarından tecrit etmesine, kendisine yenilmezlik payesi biçmesine karşı dururken “koşullar teorisi” “taktik mesele” olarak örgüt ve parti anlayışlarının, konumlanışların ve süreci karşılamaya yönelik devrimci programların sinsi şekilde terk edilmeye başlanmasıdır.
İşçi sınıfı ve ezilenlerin örgütsüzlüğüne, hak arama mücadelesine ya da siyasal taleplerine ve kurulu örgütlülüklerine karşı devlet mekanizmasının sürekli ve güçlü şekilde devlet organizasyonunu yetkinleştirmesi bir olgudur. Karşı-devrimci saldırılarını sürdürme, çelişkileri yönetmeyi bunu daha iyi gerçekleştirmeye sıkı şekilde bağlamıştır. Bu bağlamda sadece yasal düzenlemeler, polis ve asker gücünün pekiştirilmesi, daha fazla silahlanma ile bunu hayata geçirmemektedir. Aynı zamanda para-militer örgütlenmeler, toplumu çürüten ihbarcı ağı-sorumlu vatandaş mekanizması, bölgesel ölçekli ve yurtsever-devrimci örgütlenmelere ve kitlelere karşı cihadist yapılanmaların yedeklenmesi gibi bir dizi olanak yaratmaktadır. Yani tepeden tırnağa karşı-devrim saldırısını askeri-örgütsel-politik-ideolojik ayağıyla güçlü sürdürmenin olanaklarını yaratmaktadır. Bu tabloda devrimci öncü, önder gücün güçlendirilmesi, özellikle savaşçı yapıdan ricat ve “legalite fetişizmi” ve halk kitlelerinin örgütlülük ve mücadele sorunlarının daraltılması tam da devrimciliğin tasfiyecilik ile paralize olmasına neden olmaktadır.
“Karşı-devrimci dönem uzadıkça, Parti uğruna mücadelenin bizim için daha da zorlaşacağına gözlerimizi kapamayacağız.” (Lenin) İçinden geçtiğimiz dönemin en önemli özelliklerinden birisi Proletarya Partisinin mevcut programına yönelik ağır kuşatma halidir. Bu ağır kuşatmanın objektif ve sübjektif faktörleri söz konusudur. Objektif faktörler düşmanın ağır bir kuşatma ve saldırısı altında kalan güçlerin izlediği çizgidir. Bu çizgi karşı-devrimci zora karşı devrimci zorun, karşı-devrimci savaş ve seferberliğe karşı devrimci-savaşın ve seferberliğin “ricat” ile akamete uğramasıdır. Bu durum ülkemiz için sürekliliği gerektiren ve dayatan savaş çizgisinin, düşmanı yıpratmaya ve toplumsal çelişkilere yön vermeye dayalı silahlı mücadelenin taktik adı altında geri çekilme şeklinde siyasi tercih olarak ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Proletarya Partisinin hem basınç altında tutulmaya çalışıldığı Halk Savaşı çizgisine yönelik güçlü ve kararlı sahiplenme hem de sürecin keskinliğine yönelik savaşçı bir ideolojik mücadele çizgisi, bu ağır ve karşı-devrimci dalganın ortasında yetkinleşmeyi getirecektir. Proletarya Partisinin dün çizgisinde, ülkemizde silahlara dayanmaksızın partinin komünist niteliğini korumada yaşayacağı zorlukların kavranmasında, illegal parti yapısının sıkı ve güçlü şekilde korunması ve daha güçlü inşa edilmesine yönelik problemleri aşmaya yönelik daha açık bir bilinci vardır. Böylesi ağır dönemler hiç kuşkusuz eskinin devrimci karakterini yadsıyan arayışlar kadar bu akıntıya karşı duran ve dün kavranamayan meselelerin daha güçlü kavranmasına olanak sunmaktadır. Uzlaşma ve barışçıllık ile flulaştırılan her şeyin netleştirilmesi, berraklaştırılması yaşanan çelişkilerin keskinliğiyle uyumludur. Düşmanın saldırı dalgasının yarattığı çelişkilerin ve atmosferin kaçınılmaz sonucu olmalıdır. Çelişkilerin ve sınıfsal çıkarların bu düzeyde keskin çelişkilerle seyrettiği koşullarda, uzlaşmacılığa ve tasfiyeciliğe dayalı bir yaklaşım zayıf olanın belirlenen olmasını getirecektir. Zayıflık; tabi olmayı, olana ayak uydurmayı değil güç kazanma koşullarını arayan etkili ve güçlü bir ideolojik konumlanmayı getirmelidir. Bu kavranmadığında ne ezilenlerin çelişkisindeki keskinliğini ne sürecin keskinliğini ne egemenlerin topyekûn saldırı ile daha güçlü donanmaya yönelik eğilimini ve yaratacağı sonuçları kavramak, buna karşı duruş sergilemek olanaklıdır.
Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın katledilişinin 50. yılına, ölümsüzleşenlerimizi andığımız Ocak Ayı etkinlikleri ile hazırlanıyoruz. Önder yoldaşın dönemin revizyonist ve oportünistlerine karşı yürüttüğü açık ideolojik mücadele içinde proletaryanın kurtuluş bayrağını dalgalandırmıştır. Bu mücadele içinde fikirlerini derinleştirmiş, ete kemiğe büründürmüştür. Proletarya Partisini ilan etmesinden kısa bir süre sonra katledilmiş olmasına rağmen fikirleri ve dalgalandırdığı bayrak kesintisiz dalgalandırılmış ve ölümsüzleşen yoldaşların ellerinde onurla taşınmıştır. Başta dört genel sekreteri olmak üzere onlarca kadrosunu, yüzlerce militanını Demokratik Halk Devrimi mücadelesinde ölümsüzlüğe uğurlayan Proletarya Partisi, savaşın ancak bu bedellerle yürütüleceğini ve zaferin ancak ağır bedellerle kazanılacağının bilincindedir.
Ölümsüzleşen her bir kadro ve militan bu bilinçle ölümsüzlüğü karşılamış, sadece yaşamları değil ölümü kucaklayan duruşları ile halkın kurtuluş mücadelesine unutulmaz bir miras bırakmıştır. Yaşam ve ölüm denkleminin devrim mücadelesinde çözülüp geride kalmasının nedeni yaşamın atfedildiği amaçtır. Bu amaç halkın kurtuluş davasına adanmak ve bu davanın haklılığına ve kazanacağına olan inançtır. Bu inançtır ki ölümsüzleşen yoldaşlarımızın sadece yaşamlarını değil ölümü kucaklayan duruşunu da belirlemektedir. Ali Haydar Yıldız’dan başlayan yürüyüş, Cumhur Sinan Oktulmuş’la sürmüş, her ikisi de Proletarya Partisinin savaşma iradesinin sembolleri olmuştur. Karşı devrim kuşatmasının böylesine yoğunlaştığı dönemlerde gerilla savaşını yürütmenin imkânsızlığı teorilerinin geliştiği, devrimin artık bir hayal olduğu söylemlerinin revaçta olduğu koşullarda Halk Savaşında ısrarı sürdürmek, devrimin ancak böyle başarılacağında ısrar etmek, bu çizginin etrafında kenetlenmek temel görevimizdir. Bu çizginin etrafında kenetlenmek zorundayız; çünkü faşist saldırganlık altında ezilen halk kitlelerini kurtuluşa götürecek tek yol bu çizginin sebatla korunması ve geliştirilmesinden geçmektedir.
Silah elde çarpışan ve ölümsüzleşen yoldaşlarımız bireysel bir kahramanlık destanı yazmadılar. Onlar kitlelerin kurtuluş mücadelesinin ancak can bedeli bir mücadele ile mümkün olduğunu bilince çıkararak, halkın çıkarları uğruna canlarını feda ettiler. Savaşın içinde, ateş çemberlerinde, düşman kuşatmalarında haykırdıkları sloganlarda halka öncüsüyle buluşmanın çağrısını yaptılar. Bireysel özgürlüklerin peşinden değil, toplumsal kurtuluşun yolunda yürümenin zorunluluğunu kavradıkları için göz bebeği gibi korudular Proletarya Partisini. Saflarında ölümsüzleştikleri parti olmaksızın savaşın başarıya ulaşma şansı olmayacağını biliyorlardı.
Ölümsüzleşen yoldaşlarımızı anarken onların bıraktığı değerli mirasa sahip çıkmanın derin sorumluluğunu taşımalıyız. Savaş ve mücadele içi boş naralarla yürütülemez, devrim bu naralarla gerçekleştirilemez. Proletarya Partisinin önderliğinde 50 yıldır sürdürülen savaşımımızın sorunlarını bilince çıkararak, bu sorunların ancak sınıf mücadelesinin içinde çelikleşerek, Halk Savaşını geliştirerek aşılacağını bilincimize kazımak zorundayız. Ezberleri tekrar etmeyecek, her dönemin özgünlüklerini, kitlelerin somut sorunlarını kavrayacak ve savaşımızı bu somutlukla birleştirerek sürdüreceğiz. Bunu başardığımız oranda mücadeleyi istediğimiz noktaya çekecek, bu savaşımın içinde Proletarya Partisini güçlendirecek ve komünist öncüsüyle buluşan kitlelerle Demokratik Halk Devrimini gerçekleştireceğiz.