[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Ülke gerek iktidar kliği gerekse de muhalefet kliğinden üst üste yapılan açıklamalar ve hamlelerle birlikte gayriresmî olarak seçim sathına girmiş durumda. İster erken (iktidar kliğinin vurgusuyla öne çekilmiş) seçim, isterse zamanında seçim olsun, işçi ve emekçilerin sırtında ağır bir yük oluşturan ekonomik krizin gölgesinde girilmiştir seçim sürecine. Kendi içlerinde alabildiğine çatışmalar yaşayan egemen sınıf kliklerinin en büyük korkusu seçim öncesi kriz kaynaklı bir toplumsal muhalefetin patlak vermesidir. Bu nedenle her ne olursa olsun egemenler cephesinden seçim sürecinin en büyük argümanını, yönelimini kitlelerin öfkesinin sistem içinde öğütülme hamleleri oluşturmaktadır. Cumhur İttifakından bir kez daha “çözersek biz çözeriz” söylemleri eşliğinde yeni bir “verin yetkiyi, alın etkiyi” hamleleri duyulmaya başlanırken, Millet İttifakı cephesinden ise “seçime kadar sabır” çağrıları kendi iç çatışma ve rekabetlerinin ürünü olduğu kadar, krizin çarpan etkisini iliklerine kadar hisseden emekçileri oyalama hamleleri olduğu açık bir gerçektir.
TÜİK tarafından açıklanan “2022 Üçüncü Çeyrek GSMH (Gayri Safi Milli Hasıla)” verilerinde yüzde 3,9 büyüme görünse de bir önceki çeyreğe göre yüzde 4 oranında bir küçülme vardır. Krize paralel olarak düşen bu oranın ara parametrelerine bakıldığında ise krizin faturasının kime çıkarıldığı daha net anlaşılacaktır. Aynı verilerde sermayenin milli hasıladan aldığı pay oranı artış sağlayarak yüzde 54,8’e yükselirken, emeğin aldığı pay oranı ise düşüş göstererek 26,3 düzeyine gerilemiş ve tarihin en dip noktalarına gelmiştir. Yani başka bir tanımlamayla sermaye krizden çıkarılmaya çalışılırken, krizin yükü emekçinin sırtına yüklenmiştir. Sömürü düzeninin genel karakteristik özelliği olan bu uçurum özellikle kriz dönemlerinde makasın daha da açılmasına neden olmaktadır. Cephesi ne olursa olsun egemen sınıf klikleri, sistemin kendi açmazı olan ekonomik krizi yine kendisinin çözeceğini iddia ederek krizi yönetmeye çalışmakta, bunun siyasi bir yönetememe krizine dönüşmesini ötelemek istemektedir. Tam da bu aşamada seçimler demokrasi(!) aldatmacası olarak bir kez daha imdatlarına yetişmiştir. Ve bunu sonuna kadar kullanarak krizin etkisini kırmaya çalışacaklardır. Bununla birlikte klikler arası pay kapma yarışı da alabildiğine hızlanmış, kızışmış durumdadır. Kitleleri kendi pay kapma mücadelelerine yedekleme hedefiyle hız kazanan çalışmalar, her türlü yöntemin mubah olacağı bir aşamaya evrilmiştir.
Özellikle iktidar kliği iç ve dış politikada tüm konumlanmasında bir revizyonla birlikte bu sürece hazırlanmaya başlamıştır. İç politikada esas hamlelerinin ekonomi temelli yürümesinin güncel gerçeklikle birebir alakası vardır. Zira “boş cep koltuk sallar” korkusu iktidar kliğini sarmış durumdadır. Dış politikada dün “kalleş” olanların bugün “kardeş”e dönüşmesi de bu sorunla bağlantılıdır. Nitekim, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan ile yapılan anlaşmaların arka planında kasaya sıcak para akışı sağlayan anlaşmaların olduğu bilinmektedir. Rusya merkezli Suriye politikasında da benzer açmazların yarattığı geri çekilme halinin olduğu görülmektedir. İstihbarat Başkanları ve Savunma Bakanları düzeyinde başlayan normalleşme görüşmeleri, Dışişleri Bakanları ve ardından Devlet Başkanları arasındaki görüşmelerle taçlandırılma girişimleri, Suriye’nin açık “görüşmeler için Türkiye’nin Suriye topraklarını terk etmesi ve teröristlere desteğini kesmesi gerekir” çıkışının ardından şimdilik ötelenmiş gibi görünüyor. Bununla birlikte bu ön şartın hemen ardından Cumhur İttifakı’ndan yanıt gecikmemiş ve İbrahim Kalın aracılığıyla ‘‘Suriye’ye kara operasyonunun eli kulağında’’ çıkışı sergilenmiştir. Bu kuyruğu dik tutma halinin ‘’büyük devlet’’ kibri kadar iç kamuoyunu ve seçimi düşünerek verilmiş mesaj olduğu aşikârdır. Zira ne Rusya’nın ne de ABD’nin böyle bir operasyona onay vermediği bir ay öncesi ‘’çark etmelerden’’ bilinmektedir. Henüz aksini doğrulayacak bir gelişmenin yaşanmadığı da ortadadır.
Devlet mekanizmasının her organına yerleşmiş, konumlanmış iktidar kliğinin çeşitli oyunlarla seçime hazırlandığı, her türlü dalavereyle rakiplerini alt etme uğraşı içinde olduğu bir seçim sürecini “demokrasi” süreci ile tanımlamak elbette “ahmaklık” olacaktır. Seçim öncesi hızlandırılmış “HDP Kapatma Davası” sıcak gündem olarak devam ederken, hazine yardımına yönelik konulan anti-demokratik ambargo da sistemsel olarak demokratik olmayan seçimlerin tezahürü olmuştur. Öte yandan yargı, güvenlik gibi kurumların içerisinde kurumsallaşmış yapısıyla, Ankara’da iç hesaplaşma sonucu polis-mafya-siyaset kıskacında öldürülen faşist bir unsurun cinayetine dair bütün oklar MHP’yi işaret etmesine rağmen kılını kıpırdatmayan, aklama pratiği ile üstünü örtmeye çalışan iktidar kliği, diğer taraftan “seçim güvenliği bizde” açıklaması ile seçim güvenliğine dair şüpheleri törpülenmeye çalışmıştır. İktidar kliği seçim öncesi böylesi bir cinayetin yaratacağı tahribatın altında ezileceği için adeta MHP’ye koruma kalkanı örmüş durumdadır. Takınılacak aksi pozisyon, iktidar kliği içinde büyük bir çatışma yaratacak etkiye sahiptir ve iktidar kliğinin bunu göğüsleyebilecek durumu yoktur. Ancak meseleyi sadece buradan doğru yorumlamak eksik kalacaktır. Zira MHP sadece iktidar kliğinin temel kolonlarından değil, bir bütün sistemin dayandığı kolonlardan birisidir. Cinayetin ve iktidar tarafından takınılan tavrın özgünlüğü süreçle alakalı bir durumdur. Ancak, MHP’nin dışında tutulma hamlesi bir bütün sistem içinde konumlandığı yer ve önemle alakalıdır.
Muhalefet kliği 6’lı Masa etrafında seçim çalışmalarını hızlandırma turlarına devam etmektedir. İktidar kliğine yönelik yıpratma hamlelerini de kapsayan çalışmalar son olarak Süleyman Soylu’nun önderlik ettiği “Trol Ordusu”nun deşifrasyonu ile devam etmektedir. Elbette ortaya saçılan iddialar burjuva-feodal siyasetin kirli yüzüne dairdir ancak iktidar kliğinin kötü bir kopyası olan Millet İttifakı içinde aynı tespitler pekâlâ mümkündür.
Salt AKP/MHP karşıtlığı üzerinden oluşturulan her program ve çözüm yönteminin yine de sisteme endeksli olduğu gözden kaçmamalıdır. Bu anlamda meselenin AKP/MHP faşizmi, ekonomi politikaları, yönetme taktiklerinin ötesinde anlamı vardır ve sistemsel bir sorundur. Bunu kavramak özgün olarak seçim sürecinde, genel olarak ise stratejik olarak nerede-nasıl konumlanılması gerektiğinin temeli olacaktır. Aksi takdirde demokrasi ve devrim adına seçimlere yüklenen anlamın, konumlanmanın sistemin ekmeğine yağ sürülmesinden başka anlamı yoktur. Kimi demokrasi ve devrim güçlerinin reformizmle malul bakış açısı ve bu kavrayıştan yoksun hali, dümeni AKP/MHP faşizmi karşıtlığı üzerinden Millet İttifakı’na doğru kırmakta, ortak(!) aday anlaşması durumunda, tek bir blok halinde Cumhur İttifakı’na karşı zafer kazanmak üzere aynı safta buluşmaya kapı açmaktadır.
Oysa halkın çıkar ve çelişkileri AKP/ MHP karşıtlığının ötesinde köklü bir sorunun ürünüdür ve var olan dinamik seçimlere değil devrime yönlendirilmelidir. Bunun için elbette çeşitli araç ve argümanlarla ajitasyon-propaganda ve örgütlenme çalışmaları yürütmek elzemdir ancak bunların sistem sınırları içine hapsedilmeye çalışılmasına karşı da ayrıca uyanık ve mücadeleci olunmak zorundadır. Sistem içine hapsedilmeye çalışılan kitlelerin sistem dışı ve gerçek mücadele alanına yönlendirilmesi ve kurtuluşun doğru adresinin gösterilmesi bugün komünistlerin önünde duran en büyük görevdir. Bunun söylem ötesinde pratik sorumluluğu vardır ve tüm benliğimizle bu pratiğin tuğlalarını örmeye çalışmalıyız.
Ocak ayının son haftasına girmekteyiz. Ocak ayının son haftası Proletarya Partisinin 1. Konferansı’nda “Parti ve Devrim Şehitlerini Anma Haftası” olarak kararlaştırılmıştır. Kuşkusuz bu yıl parti ve devrim şehitlerini anarken başka bir anlam da yüklenmiş bulunmaktadır. Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın işkencehanelerde katledilişinin 50. yıl dönümüne girdiğimiz günlerde karşılıyoruz ölümsüzlerimizi anma haftasını. Sistemle olan tüm bağlarını koparan, yaşamlarını devrime adayan ölümsüzlerimizin devrimci yaşamları ve pratikleri bize neler yapmamız gerektiğini, nasıl konumlanmamız gerektiğini öğreten yığınla ders ve deneyimle dolu. Proletarya Partisi saflarında Demokratik Halk Devrimi mücadelesinde ölümsüzleşen yoldaşlarımızın, devrimci yaşamlarıyla bize ilham olan devrim şehitlerinin yaşamlarıyla ortaya koyduğu tarihsel deneyimi kitlelerin mücadelesinde somutlaştırmak ve ön açıcısı olmak görevimizdir. Onların yaşamları sistemle uzlaşmaz bir yaşamdır. Sistem içi tüm alternatiflerin reddi ve gerçek kurtuluş yolunun işaretidir. Ölümsüzlerimizin izinde yürüyeceğimiz, pratiğimizi öreceğimiz esas mücadele hattının görevleri önümüzde durmaktadır. Kurtuluş sistem içinde değildir, “Tek Çare Demokratik Halk Devrimidir.” Bu realiteye göre konumlandığımız oranda ölümsüzlerimizin bıraktığı bayrağı daha yukarı kaldıracağız.