[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Faşizmin Savunma Bakanı Hulusi Akar nisan ayında I.Kürdistanı’nda gerillaya yönelik başlattıkları saldırının sona erdiğini “Zap arazisi Irak tarafındaki en zor sarp arazi. Derin vadiler, dik yamaçlar, çok sayıda mağara var” diyerek açıkladı. Alay-ı vala ile başlattıkları saldırıyı oldukça sessiz sedasız şekilde kapattılar. Zap arazisinin zorluklarına vurgu ise kuşkusuz gerillanın direniş ve başarısının üstünü örtmeye çalışmaktan kaynaklanmaktadır. Nihayetinde faşizm yenilgisini, başarısızlığını gizlemenin ötesinde en beter duruma düştüğü durumları bir başarı hikâyesiyle halka sunmayı her zaman yeğler. Zap, Avaşin ve diğer saldırı altındaki gerilla alanlarında faşizmi sonuçsuz şekilde geri çekilmeye zorlayan esas faktörün gerilla direnişi olduğunu faşizmin ifade etmesini beklemeyeceğimize göre “savaşta insanın dinamik rolüne” dair gerçeği bizim tespit etmemiz gerekmektedir. Tüm ileri teknolojik silahlar, SİHA ve İHA’lar, NATO ve Barzani desteklerine rağmen faşizm gerilla karşısında bir yenilgi yaşamıştır. Gerilla savaşının daha donanımlı ve güçlü olana karşı daha zayıf olanın elinde en etkili savaş biçimi olduğu gerçeği, üstün teknolojiye ve büyük ordulara karşı silahlı savaşın olanaksız olduğu teorilerinin geliştiği ve bu eksende yoğun bir psikolojik savaşın da sürdüğü koşullarda bir kez daha açığa çıkmıştır.
Faşizm Zap’ta kaybettiği savaşla kuşkusuz Kürt düşmanlığında geri adım atmamıştır. Tam tersine Zap’ta yenilgiyi kabul edip çekilirken Kürtlere yönelik saldırılarını içerde ve dışarda sürdürmüş, yeni saldırılar için zemin hazırlayacak ilişkileri örgütlemeye devam etmiştir.
Faşist diktatörlük, bir noktada zorunlu olarak geri adım atarken başka bir noktada güçlü bir politik mesaj verecek şekilde katliamdan geri durmaz. Faşist diktatörlük 9 Ocak 2013’te PKK ile “Çözüm ve Barış sürecinin” ciddi ilerleme kaydettiği koşullarda Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez’i Paris’in göbeğinde katletmiştir. Böylece emperyalist müttefiklerinin desteğiyle her yerde Kürtleri katledebileceğinin mesajını vermiştir. Şimdi Zap’ta çekilirken 23 Aralık’ta yine Paris’te Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi’ne saldırı gerçekleşmiş, 3 yurtsever katledilmiş ve 5 kişi yaralanmıştır. KCK Yürütme Konseyi Üyesi Emine Kara’yı (Evin Goyi) hedef aldığından şüphe duyulmaması gereken saldırıda Mehmet Şirin Aydın ve Abdurrahman Kızıl da katledilmiştir. Bu katliamı gerçekleştiren kişinin bir Fransız olması, gerekçenin göçmen karşıtlığına dayalı bir “ırkçılık” olarak tanımlanmasına yol açmıştır. Ancak Kürt derneğinde, KCK yöneticisine yönelik bir saldırının arkasında faşizmi görmemek ancak saflık ya da faşist diktatörlüğü fazla hafife almak olacaktır. Faşist diktatörlüğün bu defa daha farklı bir organizasyon, daha örtülü bir yol benimsediği ancak politik hedefinin ve belirlediği zamanlamanın benzer olduğu görülmektedir. Bu saldırı ile Zap yenilgisini olabildiğince sessizliğe boğmaya, Kürt kitlesinin dikkatini başka yöne çekmeye ve yine müttefikleriyle ne kadar sıkı şekilde çalıştığını göstermeye odaklanmıştır. Kürt Ulusal Hareketine ve Kürtlere her yerde, her biçimde ve her türlü saldırıyı yapabileceğine dair olanaklar ve kabiliyete sahip olduğu mesajını vermeyi ereklemiştir.
Faşizmin Kürt düşmanlığı, Kürt kazanımlarına yönelik tahammülsüzlüğü Rojava endeksli hale gelen Suriye politikasında da yeni gelişmeleri getirmektedir. 29 Aralık’ta Türkiye ve Suriye’nin savunma bakanları ile istihbarat başkanları Rusya’nın nezaretinde Moskova’da bir araya geldi. Faşist diktatörlük fiilen savaş halinde olduğu Esad rejimi ile ilişkileri böylece yeni bir boyuta taşımıştır. Faşist diktatörlük için ana gündemin Suriye’de Kürt kazanımları ve onları ortadan kaldırmaya endeksli olduğu bir sır değil bizzat Hulusi Akar ve Mevlüt Çavuşoğlu’nun açıklamaları ile açıktır. Bu adımın faşist diktatörlüğün dümenindeki AKP-MHP faşist bloku için bir seçim yatırımı olduğu yaklaşımı; sorunun kapsam ve boyutu, amaç ve hedeflerini karartan, Türk egemen sınıfları için Kürt düşmanlığının 100 yıllık tarihsel niteliğini yok sayan bir yaklaşımdan mustariptir. Faşist diktatörlük Suriye’de Kürt kazanımlarını çok yönlü bir politik kıskaca almak, Kürt Ulusal Mücadelesini bu kıskaç içinde kimliksizleştirmek ve teslim alacak hale getirmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda Suriye rejimine işgal ettiği topraklardan hangi düzeyde taviz verir, buralarda cihadist gruplarla oluşturduğu politik çıkarlarından nasıl vazgeçer şimdiden bir şey söylemek olanaklı değil. Ancak atılan adım ve Ocak’ta da devam edeceği belirtilen bu görüşmeler Suriye ve Rojava’da yeni bir politik denge ve mücadele zeminine işaret etmektedir. TC açısından bu hamle ve devamındaki görüşmelerin Kürt kazanımlarına yönelik bir düşmanlığı ana gündem yaparak sürecektir. Rusya ve Suriye açısından ise kuşkusuz bu düşmanlığı kullanarak hatta bunda ortaklaşarak rejim için tehdit olan işgal, cihadist grupların tasfiyesi gibi gündemler TC’ye dayatılacaktır.
Faşist diktatörlük Kürt düşmanlığına ise içerde soluksuz devam etmektedir. Gerillaya yönelik operasyonlar ve saldırılar kış ayları boyunca kesintiye uğramamıştır. Son olarak Dersim’de 3 gerilla faşizme ciddi kayıplar verdirerek ölümsüzleşmiştir. Gerillayı yok etmeye odaklanan faşist diktatörlük bir yandan da legal-demokratik alana yoğun bir baskı uygulamaktadır. HDP’ye ve vekillere yönelik saldırılar sürmekte, HDP kapatma davası ve siyasi yasaklar bir kılıç gibi kullanılmaktadır. Özellikle bu durumun seçim dengelerini ne düzeyde etkileyeceğine dair hesaplar ve faşist kliklerin mücadelesi önemli bir belirleyen olarak bu duruma etki etmektedir. Sorunun bir “demokrasi meselesi” olarak tartışılmadığı, hiçbir faşist kliğin bu kaygıyı taşımadığı ve aralarındaki güç dengelerine nasıl etki edeceğini hesapladığı görülmelidir. Özgürlük, demokrasi gibi söylemler ise sadece bunun üstünü örten paçavra olmaktadır.
Seçim eksenli gündem, yoğunlaşma ve hamleler ise sürece hâlâ güçlü şekilde damgasını vurmaya devam etmektedir. Ekonomik krizin derinleşerek devam etmesi AKP-MHP blokunu zor duruma sokarken, bunun yarattığı tepkiyi azaltmak için asgari ücretin 8 bin 500 TL’ye çıkarılması, Emeklilikte Yaşa Takılanların (EYT) sorunlarını gündemleştirmesi, üniversite öğrencilerinin KYK kredi faizlerinin silinmesi, temel gıda ürünlerinde KDV’nin düşürülmesi, doğal gaz ve elektrik sübvansiyonunun 530 milyar TL’ye çıkarılarak zamdan kaçınılması gibi bir dizi adım atılmıştır. Kuşkusuz atılan adımlar Dikilitaş Darphanesi’nin daha fazla mesai yapmasını getirdiği gibi, emperyalist fonlardan ve bankalardan sıcak para arayışını da yoğunlaştırmaktadır. Bu adımların emekçilerin ekonomik kriz karşısında yaşam standartlarını iyileştiren değil daha fazla kötüleştiren sonuçlar çıkaracağı açıktır. Durdurulamayan enflasyon ve onun karşısında ücretlerin güneş görmüş kar misali sürekli erimesi söz konusudur. Tayyip Erdoğan önderliğindeki AKP-MHP faşist blokunun bir anlık “rahatlama” yanılsamasına dahi ihtiyaç duyduğu bir sıkışmışlık durumu yaşanmaktadır. Tayyip Erdoğan 2019’da “seçim kaybetsem de EYT düzenlemesi yapmayacağım” noktasından büyük bir müjde ile bu düzenlemeyi yapmaya mahkûm hale gelmiştir. Bu durum AKP-MHP blokunun sıkışmışlığının, yönetmede yaşadığı zorluğun bir işareti olarak görülmelidir.
Tüm bu seçim yatırımlarının ve bu eksende yürüyen mücadelenin halkın dikkatini ve yoğunluğunu seçimlere vermesini amaçladığı açıktır. Seçim odaklı yürüyen siyaset halkın sorunları karşısında hareketsiz kalmasını da amaçlamaktadır. Umutlar seçimlere bağlanmakta, kitleler seçim ikliminde faşist klikler etrafında birleştirilmeye çalışılmaktadır. Yaşanan ekonomik ve politik saldırganlık Türk, Kürt ve çeşitli milliyetlerden emekçileri adeta boğma noktasına gelmiştir. Oldukça büyük bir öfke ve tepki birikmiştir; fakat bu öfke faşist klikler tarafından ustaca seçim sandıklarına gömülmeye çalışılmaktadır. Komünistler seçimlerin çare olmadığı Demokratik Halk Devrimi’nin kurtuluş parolası olduğunu en etkili ve geniş şekilde halk kitlelerine anlatma sorumluluğu altındadır. Parlamenterist hayallere ve ahmaklığa geçit vermeyen yoğunlaştırılmış bir süreç komünistleri beklemektedir. Tek çarenin Demokratik Halk Devrimi olduğuna ezilen halk kitleleri ısrarla, kararlılıkla, sabırla ve daha güçlü örgütlü bir duruşla ikna edilmeye çalışılmalıdır. Halkın çelişkileri ve çıkarları buna tüm olanakları sunmaktadır.