[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Geride bıraktığımız iki haftalık süreç yaşanan gelişmelere baktığımızda oldukça yoğun ve kritikti. Peş peşe yaşanan gelişmeler, politik arka planları ve geleceğe dair etkileri bağlamında özel olarak ele almayı gerektiriyor. Rojava üzerindeki karabulutlar henüz dağılmamışken KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği) Başkanı Bafil Talabani’nin “sürpriz” ziyareti, hemen ardından Paris’te 3 Kürdün katledilmesi, Zap’ta yaşanan hezimetin resmileşmesi ve TC-Suriye görüşmesi geride bıraktığımız süreçte öne çıkan gelişmelerdi. Yaşanan gelişmelerden özellikle Rojava ile ilgili olanları, tehditleri ve olasılıkları yeniden ele almayı ve değerlendirmeyi gerektiriyor.
TALABANİ’NİN ROJAVA ZİYARETİ
20 Aralık’ta KYB Başkanı Bafil Talabani’nin basın ofisinden yapılan duyuru ile Rojava’ya bir ziyaret gerçekleştirdiğini öğrendik. KYB-KDP arasında gerginliğin arttığı, ENKSPYD’nin karşılıklı restleştiği, PKK-KDP geriliminin devam ettiği bir dönemde gerçekleşmesi ziyarete kuşkusuz özel bir anlam biçiyordu. Bu “özel” anlam ziyarette General Matthew McFarlane müdahilliğiyle daha da pekişti.
Bafil Talabani Rojava ziyaretinde, SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi, SDG Genel Komutanlık Üyesi Newroz Ahmed, PYD’lilerden Salih Müslim, Asya Abdullah ve Fevza Yusuf’la görüştü. Görüşme PYD tarafından Kürtlerin kazanımlarını korumak için atılmış önemli bir adım olarak değerlendirildi. Irak Kürdistanı Bölgesi’nden bir parti başkanının ilk kez Rojava’yı ziyaret etmesinin ‘ulusal birlik’ açısından öneminin de altı çizildi. Söz konusu ziyarete yapılan “yekitî” yani birlik atfı Kürtlerin umudunu ve beklentisini de gösterdi. Ancak bu görüşmenin anlamı bu “iyimser” beklentiden daha ötesini barındırıyor. Ziyarette özel olarak IŞİD’e karşı ortak mücadele ve Kürtler arası iş birliğinin artırılması gibi konuların konuşulduğu söylense de ziyaretin arka planı çok daha kapsamlı ve karmaşık bir egemenlik mücadelesine dayanıyor. Ziyaret, en geniş ölçekte Suriye’de ve Irak’ta emperyalistler arası kapışmaya dair politikayı içermekle birlikte aynı zamanda bölge gerici güçlerinin kendi içlerinde yaşadıkları egemenlik savaşının da bir parçası olarak da okunmalıdır.
Kısaca özetlersek, ABD emperyalizmi hem Suriye’de hem de Irak’ta Kürtlerle kurduğu iş birliğini bölgedeki konumunu korumak, bölge stratejisini güçlendirmek adına sürdürüyor. Suriye’de Rusya’yı etkisizleştirmek Irak’ta da İran’ın etkisini azaltmak adına bu politikası uzunca bir süredir devam ediyor. Ancak bu noktada Kürtlerin kendi aralarındaki çelişkiler ve sorunlar ABD emperyalizminin bu stratejisini zayıflatıyor. Bu bağlamda ilk olarak Irak Kürdistanı’ndaki Kürt partilerine “peşmergeye verdiğim parayı keserim” ayarı verirken diğer yandan da Suriye ile Irak Kürtlerinin daha uyumlu hareketini sağlamaya dönük adımlar attı. Kuşkusuz bu, ABD’nin Rojava özgülünde ilk adımı değil. PKK’nin Rojava’daki etkisini PYD’yi iş birlikçi ENKS ile kaynaştırarak azaltmaya çalışmış ancak Irak Kürdistanı’nda TC-KDP ortaklığı ile yürüyen operasyonlar ENKS ile görüşmeleri tıkamıştı.
ABD emperyalizminin bu politikası Rusya cephesinden TC sopasıyla Kürtleri Suriye’ye yakınlaştırma hamlesiyle karşılık buluyor. Suriye-TC arasında arabuluculuk rolü ile Kürtlerin ABD’den uzaklaştırılması Rusya’nin Suriye politikasına yakınlaştırılmasının hesapları yapılıyor.
Bölge gerici devletlerinden İran ise Irak’ta PKK’nin varlığıyla daha uyumlu bir politik konum alırken Rojava özgülünde ABD emperyalizmiyle kurulan ilişkiyi tehdit görüyor. Türk devleti açısından Kürtlerin kazanımları en başından itibaren “tehdit” olarak görülüyor. Kürt ulusal mücadelesini her cephede boğma girişimleri TC açısından temel politikayı oluşturuyor. Bu aynı zamanda şovenizm ile iç siyasetin de dizaynı anlamını taşıyor. B. Talabani’nin söz konusu görüşmesi tam da yukarıda özetlediğimiz politik arka planın geçerli olduğu düzlemde gerçekleştirildi.
Bu düzlemin dışında aynı zamanda Kürt partilerinin kendi iç mücadelesinin de ziyarette dolayımsız bir etkisi söz konusu. Yaşanan iç mücadeleler partiler arası mücadeleden tutalım da partilerin kendi içindeki mücadeleye uzanan karmaşık bir niteliğe sahip. KDP ile PKK arasındaki ayrışım en başta ulusal mücadeleye dönük yaklaşım ve programatik olarak şekillenirken güncel politik gelişmeler söz konusu ayrımı derinleştirdi. KDP’nin Irak Kürdistanı’nda TC ile kurduğu çok yönlü ilişkiler ve ulusal “ihanet”e varan konumu Rojava’da ENKS ile dayatılan uzlaşıyı da boşa düşürdü. Diğer yandan KDP ve KYB arasında geçmişten bugüne devam eden gerilim yeni bir evreye taşındı. KYB’nin iç mücadele sonucu yaşadığı güç kaybı KDP’nin Irak Kürdistanı’nda esas güç olma politikasına yaradı. KDP bu durumu Irak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde KYB’li cumhurbaşkanı anlaşmasını bozarak bir adım ileri götürdü ve kendi adayını belirledi. KDP’nin bu hamlesine karşı KYB parlamentoyu boykot ederek yanıt verdi. Tam da bu noktada KYB yaşadığı güç kaybına karşı Irak’ta PKK’ye yakın bir pozisyon alarak güç sahasını genişletmeye çalışıyor. Bunun dışında bölgedeki diğer Kürt partileriyle de görüşmeler yaparak KDP’yi yalnızlaştırmaya dönük Dukan’da toplantı yapılmış, “birlik” mesajları verilmişti.
Tüm bu arka planla yeniden söz konusu görüşmeyi değerlendirdiğimizde B. Talabani’nin ziyaretinin ulusal birlik ve DAİŞ’e karşı mücadelede ortaklıktan çok daha öte anlamlar içerdiğini söylemek gerekiyor. Birincisi, ABD emperyalizminin öncesinde SUK ve özellikle ENKS ile PYD’yi kaynaştırarak Irak Kürdistanı’nda ve Rojava’da kendi stratejisine uyumlu ve iş birlikçi bir yönetim oluşturma hesabının şimdilik boşa düştüğünü düşündüğümüzde KYB ile yeniden bir denemeye giriştiğini söyleyebiliriz. Bu noktada ulusal birlik özleminin emperyalizmin çıkarları bağlamında payanda edilebilir olduğunu bilmek gerekmektedir. İkincisi, ABD emperyalizmi Kürtler arası bir ittifakla PYD’yi Suriye merkezli bir “çözüm”- den uzaklaştırarak Rusya’nın rejim-Kürtler arası uzlaştırma politikasını dinamitleme hamlesi olarak da okunabilir söz konusu ziyaret. Üçüncüsü, B. Talabani hem ABD’li yetkililerle hem de Rojava yönetimiyle birlikte verdiği fotoğrafta TC ile iş birliğini pekiştiren KDP’ye net bir mesaj vermiştir. Ziyaretten kısa bir süre sonra KYB-KDP’nin yönetimde yaşanan sorunlara dair yaptığı görüşme ve kısmi mutabakatlar KYB’nin mesajının yerine ulaştığını gösterdi.
Rojava’daki Kürtlerin, TC’nin kara operasyonu tehditleri altında ciddi bir saldırganlıkla boğulmaya çalışılan Kürt ulusal kazanımlarını korumak adına “ulusal birlik” beklentileri kuşkusuz anlaşılırdır. Emperyalistlerin bölgedeki varlığı, bölge gerici egemenlerinin tehditleri altında bu beklentileri gerçekliğe kavuşması yalnızca bağımsız bir çizgiye dayalı bir mücadele ile mümkündür. Mevcuttaki durum tabloyu daha iyimser bir pozisyona çekmekten şimdilik uzak görünse de Kürt halkının bugüne kadarki mücadelesi umut vaat ediyor.
TC-SURİYE-RUSYA GÖRÜŞMESİ
Talabani, General Matthew McFarlane ve Mazlum Kobani’nin görüşmesinin ardından 28 Aralık’ta Rusya, TC ve Suriye’nin savunma bakanları bir görüşme gerçekleştirdi. 11 yıl aradan sonra ilk kez “resmi” düzeyde gerçekleşen bu görüşme ile TC gayrimeşru ilan ettiği Suriye’yi resmi olarak tanımış oldu. Kürtlerin Rojava’daki kazanımları ve fiili yönetim durumu TC’nin Suriye politikasını da yeniden şekillendirmiş ve 2018’den itibaren söz konusu görüşmenin zemini yoklanmıştı. 28 Aralık Moskova görüşmesinden önce de iki devletin istihbarat örgütleri ve şefleri onlarca kez bir araya gelmiş söz konusu görüşmelerin devam edeceği mesajı verilmişti. TC’nin Suriye ile görüşmesi bu anlamıyla şaşırtıcı değil. Suriye’nin müttefikleri İran ve Rusya ile TC yaptığı görüşmelerle stratejik olarak Esad’ı devirme politikasından vazgeçtiği TC nezdinde fiili olarak kabul edilmişti. Yapılan üçlü görüşme ile artık resmi düzeyde de bu durumun kabul edildiğini söyleyebiliriz. Türk devleti görüşmelerde “iyimser” bir izlenim pozu verse de gerçeklik bundan epey uzak.
Moskova’daki üçlü görüşme sonrası Rusya Savunma Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada “Suriye krizinin çözümü, sığınmacı sorunu ve Suriye’deki radikal gruplarla mücadele” konularının görüşüldüğü belirtildi. Görüşmeler için yeni tarih belirlenmesini düşündüğümüzde bu görüşmelerin sonucunun Suriye’de yansıma bulacağını öngörmek mümkün. Görüşmelerde ele alınan konuları tek tek incelediğimizde (Suriye krizinin çözümü, sığınmacı sorunu ve Suriye’deki radikal gruplarla mücadele) her bir tarafın bu meselelere yaklaşımda farklı pozisyon aldığını görüyoruz. Dolayısıyla şimdilik bir “çözümün” yakalanabileceğini söylemek zor. Görüşmelerde öne çıkartılan “terör örgütleri”ne karşı mücadelede taraflar birbiriyle büyük oranda ayrışıyor. Örneğin TC’nin terör parantezine aldığı PYD’yi rejim terör örgütü olarak görmüyor. Buna karşı Suriye ve Rusya HTŞ, ÖSO vb. çeteleri “terör örgütü” olarak değerlendiriyor ve bunlarla fiili olarak çatışma içerisinde. En temelde Esad’ı devirmek için desteklediği ÖSO vb. çetelerle kurulan ilişkiler rejimin kırmızı çizgisini oluşturuyor. Bu noktada bir çözüm için rejim, TC’nin Suriye’den kayıtsız şartsız çıkması gerektiğini söylüyor. Bu da söz konusu görüşmelere dair çözüm beklentisini şimdilik rafa kaldırıyor.
28 Aralık’taki görüşmenin Rojava’yı da etkileyeceği açık. Hem Rusya hem de Suriye, Kürtlerin ABD ile kurduğu iş birliğinden ve rejime rağmen oluşturulan fiili-özerk yönetimden hoşnut değil. Hoşnutsuzluk DAİŞ’in Kürtler öncülüğünde yenilgiye uğratılmasından sonra daha da derinleşti. Bu bağlamda Rus emperyalizmi TC ile kurduğu ilişkileri ve yakın iş birliğini Kürtlere karşı baskının bir parçası haline getirdi. Bu politikanın esas hedefi Kürtleri Suriye rejiminin dayattığı “çözüm”e yakınlaştırmak oluşturuyordu. Rus emperyalizminin “ölümü gösterip sıtmaya razı etme” siyaseti şimdilik sınır bölgelerine rejim askerlerinin yerleştirilmesiyle sınırlı olsa da Kürtlerin kazanımları adına bir tehdidi barındırıyor. Moskova görüşmesinde oluşturulan TC-Suriye-Rusya üçlüsünün Kürtler üzerinde baskı ve tehdidi artıracağını ve bu baskı ile gerici politikaları uygulayabilecek bir mekanizma oluşturabileceğini söylemek mümkün
TC’nin 11 yıl sonra Suriye yönetimiyle resmen görüşme yapması, faşist diktatörlüğün Suriye politikasının başarısızlığını gösteriyor. Bu başarısızlık Türk hâkim sınıflarını kaçınılmaz olarak bu sahalarda yeni eksen arayışlarına itiyor. Sisi ile el sıkışma da bu minvaldeki bir eksen arayışlarının bir sonucuydu. TC’nin önceki politikası başarısız olsa da mevcuttaki arayışları ve özellikle de Kürtleri boğmaya dönük hamleleri sürüyor, sürecek. Bu noktada belirleyici olan Kürtlerin meşru direniş çizgisidir. Rojava’daki Kürtler bugüne kadar nasıl direnerek, ağır bedeller ödeyerek kazanımlarını sağladılarsa yarına da onları taşıyacak ve kazanımlarını koruyacak bu meşru direniş ve mücadeledir.