[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
TC’nin Suriye Kürdistanı’na dönük işgal tehditleri ve hava operasyonları sürüyor. İstiklal Caddesi’ndeki patlamanın açıkça kâğıt üstünde, hiçbir inandırıcı öge içermediği halde gerekçe yapıldığı Rojava’ya dönük hava harekâtı 19 Kasım’dan itibaren devam ediyor. Dêrik, Dirbêsiyê, Ebû Rasên, Kobanê ve Şehba bölgesine yayılan bombardımanda 1 okul, sağlık merkezi ve 2 hastane bombalanırken aralarında silahsız halktan 39 kişi hayatını kaybetti. Buğday ambarları, gaz merkezleri ve petrol sahaları da vuruldu. Saldırılar 10. gününü geride bırakırken bizzat Erdoğan tarafından kara harekâtının Til Rıfat, Minbiç ve Kobanê’yi kapsayacağı duyuruldu. “Hava harekatlarımızı kesintisiz sürdürürken bizim için en uygun vakitte karadan da teröristlerin tepesine bineceğiz” sözleriyle Erdoğan, icazet alındığı an kara operasyonuna yöneleceklerini açık olarak ilan etti.
Faşist Türk devleti daha önceki işgallere benzer bir süreci işletiyor. Bölgedeki askeri ve sivil altyapıya dönük bombardımanı sürdürürken emperyalist efendileriyle olası harekâta ilişkin pazarlıklara girişiyor. TC’nin ABD ve Rus emperyalizminden onay ve destek aldığı durumda Til Rıfat, Minbiç ve Kobanê’ye yöneleceği açık. TC nezdinde işgal saldırısına gerekçe olarak İstiklal Caddesi’ndeki patlama gösterilse de bu harekâtın esas olarak uzunca bir arka planı ve stratejisi mevcut. Bu bakımdan söz konusu harekâtı yaşanan patlamadan hareketle değerlendirmek eksik olacaktır. Diğer yandan gelişmeleri seçime dönük bir politika, yatırım olarak görmek de ciddi bir zaaftır. Bu harekât kapsamlı ve yıllara yayılan geniş bir işgal saldırısı konseptinin parçasıdır. Bu konseptte tüm egemen klikler mutabıktır. Efrîn’den bugüne tüm faşist partilerin bu türden saldırılarda seferber olması bunun, bir seçim politikasından ziyade TC’nin devlet çıkarlarıyla ilgili bir durum olduğunu, Kürt düşmanlığında ortak bir politika izlendiğini gösteriyor. “Devletin bekası” kavramındaki genel ortaklık bunu anlamak için yeterli bir veridir. Elbette bu sırada da “iktidarda olmak” için bir iç dalaş söz konusudur ve bu dalaş esnasında “eleştiriler”, itirazlar olabilmektedir. Bunların genel ortaklık kapsamında gerçekleşmesi ise esastır.
POLİTİK ARKA PLAN
Ukrayna-Rusya savaşının yarattığı politik konjonktür, Türk hâkim sınıfları için, özel olarak da dümendeki AKP-MHP bloku için Rojava’ya dönük işgal saldırısına elverişli koşullar anlamına gelmektedir. TC’nin Rusya-Ukrayna arasındaki savaşta aldığı pozisyon da AB ve ABD emperyalizmi ile Rojava’nın işgali üzerinden kurulacak denklemde önemli bir yer ediniyor. Tahıl koridoru, enerji sorunu vb. ihtilaflarda TC’nin soyunduğu denge sağlayıcı aktör rolü hem AB hem de ABD emperyalizmi için kullanışlı bir durum. Buradaki pozisyon Rojava’ya dönük saldırılara yeşil ışık yakılması için kullanıldı. Bu temelde askeri hazırlıkların devam ettiği süreçte TC özellikle son 6 aydır tehditlerini artırdı. Bizzat Erdoğan’ın ağzından işgal saldırısının gerçekleştirileceği bölgeler harita üzerinde gösterilerek Kürtlerin bölgedeki statüsüne son verileceğinin mesajı verildi.
Emperyalist bloklar arası bir kapışma alanı haline gelen Ukrayna savaşının yarattığı düzlem aynı zamanda TC tarafından Rojava’ya dair saldırının olgunlaştırılması bağlamında değerlendirildi. Esad’la görüşmeye yakılan yeşil ışık, istihbari görüşmeler ve ısrarlı İran mesaisi bu bağlamda değerlendirilebilir.
İsrail’le normalleşen ilişkilerden sonra “darbeci” dediği Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’yle el sıkışan Erdoğan, “siyasette küslük olmaz” diyerek Esad ile görüşmeye de hazır olduğunun bir kez daha altını çiziyordu. TC’nin bölgede yeni bir eksen ve arayış içinde olduğu, bu bağlamda hamlelerini hayata geçirdiği açık.
Yine Tahran’da, operasyona onay alınamasa da Rusya, İran ve TC arasında “ayrılıkçı gündemlere karşı ortak hareket”te mutabık kalınması Kürtlerin kazanımlarını boğmaya dönük bir anlaşmaya işaret ediyor.
TC sadece Ukrayna-Rusya arasındaki gelişmeleri değil bölgesel düzlemde yaşanan gelişmeleri de Kürt Ulusal Mücadelesini boğmaya dönük saldırılar için kullanıyor. İran Kürdistanı’nda başlayan tüm İran’a yayılarak aylardır devam eden halk isyanında Kürtlerin aldığı özel konumun bölge gerici devletleri arasında bir rahatsızlık yarattığı açık. İsyanın tüm baskılara karşı serpilip genişlemesi, İran Kürdistanı’nın belli bölgelerinde devlet binalarının ele geçirilmesi gibi gelişmeler başta İran olmak üzere birçok devlet için tehdit olarak algılanıyor. Kürt düşmanlığına sınır tanımaksızın devam eden Türk devleti açısından da bu yaşananlar “kaygı vericidir.” İran ile yakın zamandaki görüşmelerin sıklığı bu noktada karşılıklı kaygıların buluşturulması ve berhava edilmesi olarak değerlendirilebilir. Nitekim TC’nin Rojava’yı bombaladığı günlerde İran ordusu da Kürt partilerinin üslerini bombalıyordu. Diğer yandan TC ile açık bir ittifak belirtilmese de İran’daki isyanın varlığı da TC açısından Suriye’deki İran varlığı için kullanılıyor. TC’nin saldırı tarihinin İran’ın halk isyanıyla çalkalandığı bir döneme denk gelmesi tesadüf olarak değerlendirilmemelidir. İran’ın mevcut durumda Suriye’deki hamlelerinin sınırlı olacağı bilinmez değildir. Bu bağlamda İran’daki gelişmeler de söz konusu harekât bağlamında önemli bir arka plan oluşturuyor.
TC TARİHSEL KODLARIYLA HAREKET EDİYOR
Meselenin “seçim yatırımı” olmaktan ziyade bilinçli ve planlı bir konseptin ürünü olduğunu söylemiştik. TC’nin kuruluşundan bugüne, başta Kürt ulusu olmak üzere ezilen ulus ve inançların kanı, gözyaşı ve soykırımı üzerinden yükseldiği bir gerçektir. Tek vatan- tek millet- tek devlet koduyla hareket eden Türk devleti açısından Rojava’daki fiili özerk durum ortaya çıktığı andan itibaren alarm zilleri çalmaya başlamıştı. Kürtlerin olası kazanımlarının domino etkisi bugün de egemenlerin uykularını kaçırıyor. Bu bağlamda tüm uzun vadeli planlar olası her kazanımı ortadan kaldırmak üzere geliştirildi.
Erdoğan’ın açıkladığı harita TC’nin neo-Arap Kemeri planı üzerinde yoğunlaştığını gösteriyor. Bu koridorun işgal saldırılarıyla birlikte etnik ve demografik bir değişimi hedeflediğini söylemek abartı olmayacaktır. Bu politika TC’nin alamet-i farikasıdır. Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spî işgal saldırılarında TC ciddi bir demografik değişimi hayata geçirdi. Üç yüz bin Kürdü yerinden etti. Bir kez daha Rojava’daki Kürt nüfusu zorla sürülmek isteniyor. 32 kilometrelik hatta “güvenli bölge” denilerek meşruluk kazandırılmaya çalışılsa da buraya çetelerin ve ailelerinin yerleştirileceği açık. Bu da açık olarak Kürtlerin çöl bölgelerine doğru sürülmesi anlamına geliyor. İttihatçılar nasıl 20. yüzyılda Ermeni, Rum ve Süryanileri soykırım, inkâr ve imhaya tabi tuttuysa, devamındaki faşist Kemalist diktatörlük Şeyh Sait İsyanı, Takrir-i Sükûn, Şark Islahat Planı, Dersim, Ağrı, Zilan katliamlarıyla bu anlayışa uygun olarak yüz binlerce Kürdü öldürdü, sürgünlere yolladı. Bugün de yine aynı anlayışın bir ürünü olarak Rojava Kürtlerine benzer bir politika uygulanıyor. Seçimler olsun olmasın TC’nin bu politikası bakidir. Tarih bize bunu bir kez daha göstermiştir.
Tüm bu gelişmelerin yanı sıra faşist diktatörlük çok yönlü derinleşen bir krizin pençesinden kurtulamıyor. Her bir kriz diğerini tetikleyen ve kapsamı derinleştiren bir etkiye sahip. Kitlelerin, bu krizli durumdan doğan memnuniyetsizliğini işgal saldırılarıyla, şovenizmi körükleyerek aşmaya çalışıyor. Hava harekâtının başladığı ilk günden bugüne işgal saldırısı karşıtı en ufak eyleme azgınca saldırılıyor. Buna karşı en ufak ses askerle, polisle, copla engelleniyor. Türkiye Kürdistanı’nın birçok kentinde fiili bir OHAL işletiliyor, eylemler yasaklanıyor. Bu durum aynı zamanda faşist diktatörlüğün açık korkusunu da gösteriyor. Öyleyse işgal saldırılarına karşı kitlelerin meşru isyanını örgütlemek, sokağa, eyleme dönüştürmek bugünün acil görevidir.