[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
2023 asgari ücretinin belirleneceği Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantıları 7 Aralık itibarıyla başlıyor. Komisyonda beş devlet, beş patron, beş de -güya işçi temsilcisi- Türk-İş yöneticisi var. İş birlikçi Türk-İş bürokratlarıyla birlikte işçi düşmanı 15 komisyon üyesinin kendilerinin çalıp kendilerinin oynayacağı bir süreç bu. Son dönemde komisyonun formalite niteliği o kadar açık hale geldi ki asgari ücret rakamını Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı bir uygulamaya geçildi.
Yeni dönemde asgari ücretin ne oranda artacağına dair yakın zamanda yapılan açıklamalar belli bir fikir veriyordu. Çalışma Bakanı Vedat Bilgin, “Çalışanları enflasyona ezdirmeyeceğiz.” diyerek TÜİK’in enflasyon rakamlarını işaret ederken TÜSİAD Başkanı Orhan Turan da benzer bir açıklama ile “İşveren çalışanı enflasyona karşı korumak zorunda.” demişti. MÜSİAD Başkanı Mahmut Asmalı da aynı şekilde “Asgari ücrette piyasa beklentisi 7.500-8.000 TL arasında.” açıklaması yapmıştı. Komisyon toplantıları başlamadan önce asgari ücretle ilgili son açıklamayı ise Türk-İş Başkanı Ergün Atalay yaptı. “7 bin 785 liranın altındaki bir rakamı kabul etmemiz sıfır, kırmızı çizgimiz.” şeklinde konuşan Atalay, beklentileri aşağı çektiği yönündeki tepkiler üzerine “Ben bunun üzerini konuşacağım demek istedim. Bugüne kadar açlık sınırının altında zam aldığımız da oldu. Ama tabanın isteği bu yöndeydi.” açıklamasında bulundu.
Daha komisyon görüşmeleri yani “pazarlık” başlamadan önce Türk-İş Başkanı’nın yaptığı açıklamanın ne anlama geldiğini herkes gayet iyi biliyor. Kırmızı çizgi olarak belirtilen rakam kabul edilebilecek rakam anlamına gelmektedir ve Atalay aslında senaryosunu hükümetin yazdığı bir mizansenin orta oyunculuğunu yapmaktan başka bir şey yapmıyor. Atalay, geçtiğimiz haftalarda da “Zalim işverenler, satıcılar, üreticiler var. Asgari ücret lafı çıktığı zaman zam yapmaya devam ediyorlar.” açıklaması yapmış ve alttan alta hükümetin söylemine destek olmuştu.
ENFLASYON ARTAR DEMAGOJİSİ
Yukarıdaki sözlerle iddia edilen şu: Asgari ücrete “yüksek” zam yapmak çözüm değil; alım gücünü doğrudan etkileyen fiyat artışları sürdükçe zam anlamsız olduğu gibi “yüksek” zam, spekülasyonu artırarak fiyatların daha da artmasına yol açıyor. Doğru gibi sunulan ve günlerdir burjuva-feodal medya yoluyla da işlenen bu büyük çarpıtmanın asgari ücreti alt seviyelerde tutmanın yanında başka bir amacı daha var. Bu ise işçi sınıfı ve geniş emekçi kitleler nezdinde neden-sonuç ilişkisini ve sorunun aktörlerini belirsizleştirmek. Bu mantığa göre asgari ücret artarsa enflasyon da artar. Oysa gerçek tam tersiydi. Enflasyonun alım gücünü iyice aşağılara çekmesi nedeniyle gerçek asgari ücret dipleri görmüştü. Kuşkusuz bu kendiliğinden olmamıştı, bir tercihin ürünüydü. Doğrudan ve dolaylı aktörler devlet/hükümet, patronlar ve işbirlikçi sendika bürokratlarıydı. Tercih genelde sermaye sınıfının, özgül olarak da hükümet ve temsil ettiği sermaye kesimlerinin çıkarlarına uygun olarak yapılmıştı. Oysa söz konusu işçi düşmanı aktörlere göre “suçlu” zalim birtakım spekülatörler ve kötü niyetli satıcılardı.
Peki asgari ücret arttığında enflasyon artıyorsa ve bu nedenle asgari ücret pek de fazla artırılmamalıysa aynı şey yüzde 200-300 oranında artan vergiler, genel zamlar ve diğer yaşam giderleri için neden geçerli değil? Devlet diyelim ki o kutsal “piyasaya” dokunamıyor peki kendisi neden halktan elden edilen vergiler başta olmak üzere çeşitli gelir kalemlerine fahiş oranlarda zam yapıyor? Bu zamlar enflasyonu etkilemiyor ya da spekülasyona sebebiyet vermiyor mu? Anlaşılacağı üzere enflasyon kendi başına hiçbir anlam ifade etmiyor. Her şeyde olduğu gibi bu konuda da iki ayrı sınıfa hitap eden iki ayrı enflasyon anlayışı var. Devlet için daha yüksek vergi; patronlar için daha büyük kâr anlamına gelen enflasyon, işçi ve emekçiler için ise “açlık sınırı”nda yaşamak anlamına geliyor.
ÜCRETLER “AÇLIK SINIRI”NA EŞİTLENİYOR
Burada “açlık ve yoksulluk sınırı” kavramlarına da değinmek gerekiyor. Türk-İş’in Kasım 2022 araştırmasına göre 4 kişilik bir ailenin “açlık sınırı” 7.786 lira, “yoksulluk sınırı” ise 25.365 lira olarak açıklandı. Bekâr bir işçinin “yaşama maliyeti” ise aylık 10.171 lira olarak belirtildi. DİSK-AR bu rakamları bir nebze yüksek belirlese de açlık ve yoksulluk sınırı hesaplamalarında genellikle Türk-İş’in hesaplamaları referans alınıyor. Fakat aynı Türk-İş, asgari ücretin açlık sınırının altında belirlendiği dönemler de olduğunu ifade ederken aslında bir şeyi de itiraf etmiş oluyor: Aynı TÜİK gibi Türk-İş de devlet ve patronlar çıkarına bir biçimde rakamlarla oynuyor. Eğer asgari ücret, açlık sınırının altında belirlendiği dönemlerde, alım gücü bakımından yine de bugünkü asgari ücretten daha iyi bir noktada ise Türk-İş’in “açlık ve yoksulluk sınırı” belirlemeleri de döneme ve “ihtiyaca” göre değişkenlik arz ediyor demektir. Hem neye göre bu açlık sınırı? En düşük kiranın 5.000 lira olduğu, gıda, enerji, ulaşım, eğitim, sağlık gibi giderlerle sadece zorunlu yaşam maliyetinin 15-20 bin civarında seyrettiği koşullarda açlık sınırının herhangi bir karşılığı var mıdır?
“Açlık sınırı”, dört kişilik bir ailenin sadece temel gıda giderleri üzerinden hesaplanmaktadır. Yani aslında dört kişilik bir ailenin sokakta yaşadığı, vergi vermediği, fatura ödemediği, ulaşıma ihtiyaç duymadığı, sağlık, eğitim vb. harcaması yapmadığı bir durum için geçerlidir. Gerçekte böyle bir yaşam yok; ama ne var ki “açlık sınırı” rakamları asgari ücreti belirlemeye devam ediyor. Türk-İş Başkanı ve kıdemli iş birlikçi Atalay da büyük bir aymazlıkla açlık sınırı rakamlarını işçilerin ücreti olarak telaffuz etmeye devam ediyor. Atalay, “Açlık sınırını sanki asgari ücret olarak kabul etmişiz gibi bir algı oluşturulmaya çalışıldı.” diye itirazda bulunuyor. Ancak kendisi Kasım 2022 “açlık sınırı” rakamının 1 TL altında bir rakamı kırmızı çizgi olarak belirtiyor. Kaldı ki yeni asgari ücret Ocak 2023’te resmileşecek ve işçiler her şeyin zamlanmaya devam ettiği koşullarda bu ücretle en az 6 ay, duruma göre daha fazla süre çalışmak zorunda bırakılacak. Bu da demektir ki aslında Atalay, işçileri “açlık sınırı”nın da altında çalışmaya mahkûm etmeye rıza vermektedir. Olur da hükümet daha yüksek bir rakam açıklarsa komisyondaki “işçi temsilcisi”nden daha çok işçiyi düşünen bir hükümet olarak -kendi deyimleriyle- bir kez daha tarihe geçmiş olacaklar. Bu orta oyununda zaten Türk-İş bürokrasisine biçilen ikincil rol de bu.
EN BÜYÜK TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ
Bugün toplam çalışanların yarıdan fazlası asgari ücret rakamlarında çalışmaktadır. Asgari ücret altında çalışan önemli bir kesim olduğu gibi asgari ücret üzerindeki işçilerin ücretleri de asgari ücrete doğru aşağı çekilmiş durumdadır. Dahası asgari ücret vergi dilimi, tazminat hesapları, çeşitli sigorta primleri, GSS primleri, staj ücretleri, yaşlılık, engelli ve işsizlik ödeneği gibi pek çok kalemi doğrudan etkiliyor. Asgari ücret, “taban ücret” değil işçi sınıfının “genel ücret”i özelliği göstermektedir. Bu sebeplerle de asgari ücret belirleme süreci, işçi sınıfının en büyük toplu iş sözleşmesi anlamına gelmektedir. Ne var ki devlet, patronlar ve onların uzantısı sendika bürokratları asgari ücret üzerinden dizginsiz bir biçimde işçi sınıfına saldırabiliyor ve hiç yontma gereği duymadan demagojiye başvurabiliyorlar. Ne yazık ki sendikalara hâkim olan sarı-iş birlikçi çizgiler ve işçi sınıfının genel mücadele ve örgütlülük düzeyi, tüm bu aymaz saldırganlığa ve köleci sömürüye izin veriyor. Sendikalar nezdinde ortada ne yeterince itiraz, sembolik girişim dışında buna dönük ne de bir mücadele kurgusu var. İşçi sınıfının keskinleşen yaşamsal çelişkilerinin yarattığı birikim ciddi bir potansiyelin işaretini veriyor. Ancak bu potansiyeli açığa çıkaracak bir müdahalenin zorunluluğu da reddedilemez bir biçimde kendini gösteriyor.