Tarih yaprakları 17 Kasım 1973’ü gösterdiğinde 24 saat yayın yapan “Özgür Savaşçı” programında bu sözlerle sesleniyordu Yunan halkına Maria Damanaki…
Bu radyo istasyonu öğrencilerin laboratuvardan kamulaştırdığı malzemelerle kurulmuştu.
1946-1949 yılları arasında Yunanistan İç Savaşı sonrası ülke siyasal ve ekonomik krizin pençesine girmiş sonrasında devam eden yıllarda defalarca seçimler yapılmasına rağmen siyasal kriz aşılamamıştı. Kriz derinleştikçe kitlelerdeki öfke ve toplumsal öfkenin boyutu da paralelinde bir artış gösteriyordu. Konstantin Karamanlis ve General Pelagos’un “Milli Radikal Birlik” hükümetleri kurularak siyasal kriz aşılmaya çalışılsa da bu hükümetin de ömrü uzun soluklu olmadı.
1960’lı yılların başında sosyo-ekonomik kriz derinleşti, kitlelerdeki öfke katlanarak yeniden körüklendi. Egemenlere karşı büyüyen öfkeyi dizginleyen, kitleleri pasifize eden ve Yunan hakim sınıfları tarafından da desteklenen Yorgo Papandreu iktidara taşındı.
İç savaştan sonra 13 hükümet kurulmuş istenen “istikrar” sağlanamamıştı. Ülkenin içinde bulunduğu bu durumu fırsat bilen CIA destekli cuntacılar, “Promotheus Planı” adı verilen bir planı uygulamaya koydular. Promotheus Planı, aslında Yunanistan’ı olası bir “komünist” işgaline karşı koruması düşünülen “Gladio” tipi bir yapılanmaya aitti. NATO tarafından 1950’li yıllarda hazırlanmıştı. Albaylar, bu plan uyarınca önce darbe zemininin olgunlaşması için gereken çalışmaları yaptılar. 21 Nisan 1967’de genel seçimler öncesinde Yorgo Papandreu’nun seçimleri yeniden kazanması ihtimaline karşı ABD emperyalizminin güdümündeki Albaylar Cuntası darbe ile yönetime el koydu. Sonrasında yaşananlar ise oldukça “bilindik” uygulamalardı. Faşist cunta rejimin karakterini ve içeriğini anti-komünist olarak belirledi. Demokratik haklar ve özgürlükler askıya alındı. Ülke çapında işkence merkezleri kuruldu, işçi sınıfının örgütleri dağıtıldı ve işçiler üzerinde terör estirildi. Yoğun bir milliyetçilik propagandası yapıldı. Radyolarda sabah akşam askeri marşlar çalmaya başladı. Devrimciler, aydınlar, öğrenciler tutuklandı, hapishanelerde işkence gördüler. Öyle ki komünizmi çağrıştırıyor diye bilindik çoğu ezgi ve müzik dahi yasaklanmıştı.
Yunanistan’da bu gelişmeler yaşanırken 68 gençlik hareketinin ve Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin (BPKD) sarsıcı dalgaları tüm dünyaya yayılmıştı. Faşizm korkuyordu; bu “sınırsız” saldırganlığı ve darbeden sonra ana yönelimini anti-komünizm olarak belirlemesi yaşadığı korkunun bir ürünüydü.
Dalgaları ülkemize de vuran 68 gençlik hareketlerinin en canlı, dinamik ve muhalif kesimlerini, üniversite öğrencileri ve aydınlar oluşturuyordu. Tüm baskı ve tutuklamalara rağmen Yunan halkının kabaran öfkesini yüzeye taşırmada onlar öncü bir rol almada bir adım bile geri durmuyorlardı.
1970’lerin başına gelindiğinde Albaylar Cuntası kabaran toplumsal öfke karşısında geri adım atmak zorunda kaldı. Siyasi tutsaklar serbest bırakıldı, sansür ve yasaklar kısmî olarak kaldırıldı.
Albaylar cuntasına karşı ilk kıvılcım 1973 Şubatı’nda Atina Üniversitesi Hukuk öğrencilerinin Hukuk fakültesini işgal etmesiyle çakılmış oldu. İşgale karşı polisin saldırısı oldukça şiddetli olmuştu. Bu işgal gelecekteki olan büyük isyan dalgasının ve direnişin sancısıydı. 14 Kasım 1974’de Politeknik Üniversitesi öğrencileri okulu işgal etti. “Ekmek, Eğitim, Özgürlük” direnişin ana şiarı haline gelmişti. Yanı sıra öğrenciler; “Kahrolsun Cunta, ABD Dışarı, Bugün Faşizm Gidecek” sloganlarını haykırıyorlardı.
Üniversiteyi işgal eden Politeknik öğrencileri sürecin daha örgütlü sevkini sağlamak adına hızlıca bir komite kurdular. Komite, ilk kitleler ile birlikte direnişin ilk gününü anlatan bildiriler dağıttı. Direnişi başlatan üniversiteli gençlik, radyolarından Yunan işçi ve emekçileri sokağa çağırıyordu. Üniversite gençliğinin çağrısıyla birlikte Atina sokakları hızla doldu, işçiler, emekçiler ve kadınlar Askeri Cunta karşıtı olan tüm kesimler Politeknik direnişine dahil oldular.
Direniş ve isyan büyüyüp yaygınlaştıkça Cunta azgınca saldırıyordu. 16 Kasım’da, Genelkurmay binasının önünde eylem yapan on binlerce insanın üzerine Cunta tanklarını sürdü ve onlarcasını katletti. 17 Kasım’da ise Politeknik Üniversitesi’ne ilk saldırı başladı. Tanklar üniversitenin duvarlarını yıkarak içeri girdi. Cunta bu sefer de 36 öğrenciyi katletti. Direniş boyunca devam eden eylemlerde ve çatışmalarda onlarca insan hayatını kaybederken yüzlercesi yaralandı. Cuntanın saldırıları devam ederken radyodan yayın yapmaya devam eden öğrenciler; halkı sokağa çağırıyor; “Ekmek, Eğitim, Özgürlük” şiarını yineleyerek Yunan işçi sınıfına genel grev çağrısı yapıyorlardı.
Direnişin sonunda onlarca insan hayatını kaybetmiş, yüzlerce insan yaralanmıştı. Ama direnişin yarattığı toplumsal karşı koyuş dalgası iyice köşeye sıkışan faşist Cuntanın sonunu getirmişti.
Politeknik direnişi faşizme karşı mücadelede önemli bir tarihsel deneyim olarak dünya halklarının hanesinde yerini almıştır. Yunanistan’da Cuntanın darbeden sonra uygulamalarına “bilindik” demiştik. Bugün ülkemiz özgüllüğünde faşizmin içine girdiği kriz derinleşmesiyle; Kürt ulusuna, emekçilere, aydın ve muhalif tüm kesimlere dönük boyutlu bir saldırı başlatılmıştır. 15 Temmuz bir darbe girişimi olarak tanımlansa da sonuçlarına baktığımızda Albaylar Cuntası’nın gerçekleştirdiği darbeden farksız değildir. Türkiye’de 15 Temmuz sonrası süreçte akademisyenlere, aydınlara, siyasilere, gazetecilere, çeşitli inanç kesimlerinin temsilcilerine dönük tutuklama ve gözaltı saldırıları; radyo, televizyon ve basın kuruluşlarının kapatılması; OHAL perdesi ile tüm toplum üzerinde estirilen devlet terörü ile Politeknik Direnişi öncesi Yunanistan’da ki mevcut koşullar benzer muhtevadadır.
Politeknik gençliğinin direnişi ve talepleri Yunan halkının zulüm ve baskılar karşısındaki “Eşitlik ve Özgürlük” taleplerinin dışavurumuydu. O yüzdendir ki işgal sonrası yapılan ilk çağrıda kitleler akın akın kampüsleri doldurmuş ve direnişe katılmıştır. Politeknik Direnişi cuntanın sessizlik perdesini yırtan bir isyan çığlığıydı. Bugün içinde bulunduğumuz sessizlik ve korku iklimine karşı kitlelerin öfkesi kabarıyor. Öyleyse gençlik olarak görevimiz bu öfkeyi kampüslere taşımak, geleceksizleştirme, yozlaştırılma ve “ehlileştirme” politikalarına karşı gençliğin dinamizmi ve isyanını örgütlü hale getirmektir.