[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
III. Dünya Kadın Konferansı 3-9 Eylül tarihleri arasında Tunus’ta gerçekleştirilmişti. Konferansı kadın mücadelesi için önemli gördüğümüzü ve gündemlerine ilişkin tartışmalar yürüteceğimizi söylemiştik. Bu tartışmaların Tunus III. Dünya Kadın Konferansı aracılığıyla kadınların kurtuluşuna giden yola dair çok köklü ideolojik tartışmaları alevlendirmeye vesile olmasını istiyoruz. Bu bağlamda öncelikle konferansın programını anlamaya çalıştık. Nasıl örgütlendiğini, hazırlık sürecinin nasıl oluşturulduğunu, konferansa katılım kriterlerinin neler olduğunu inceledik. Gördük ki tamamında tartışmaya muhtaç yanlar var. Bununla birlikte Tunus’ta bir araya gelen 42 ülkeden 93 delege, 450 katılımcının ve 52 örgütün nasıl bir program etrafında bir araya geldiğine ilişkin bir araştırmaya girdik. Doğrusunu söylemek gerekirse “konferans programı” diyebileceğimiz nitelikte bir dokümanın olmadığını gördük. Bu, hazırlık sürecine dair bize bir fikir vermekle birlikte konferansın niteliğine ilişkin de tartışmaya muhtaç yanların olduğunu göstermiştir. Konferans katılımcılarının nasıl oluşturulduğu da bir diğer önemli konudur. Konferansa katılan örgütlerin yayımlamış olduğu haberlerden konferansa birçok “Marksist-Leninist”, yurtsever ve feministler başta olmak üzere işçiler, sosyalist feministler, örgütlü ve örgütsüz kadınlar, tarım işçileri, genç kadınlar, LGBTİ+- lardan oluşan çok geniş bir bileşenin katılmış olduğunu öğrendik.
KONFERANSIN PROGRAMI ÖNEMLİDİR
Bir araya gelen bütün bu kişi ve örgütlerin ideolojik farklılıkları bilinen bir durum. Kadınların kurtuluşu başta olmakla birlikte bir bütün yaşama ve mücadeleye dair çok farklı görüşte olan bileşenlerin esas olarak hangi anlayışla hareket ettiği tartışması ideolojik tartışmanın başlangıç noktası olmalıdır. Bu açıdan nasıl bir program etrafında birleşildiği temel meseledir. İkinci mesele ise konferansın hangi sonuçlara vardığıdır. Konferansa katılım noktasındaki bu geniş kapsamın neden tercih edildiğini ise bileşenlerin kadın sorununa yaklaşımlarından öte ittifaklar ve birlik politikası anlayışından ileri geldiğini, bu anlayışın uluslararası kadın hareketine yansıdığını söyleyebiliriz. Esas olarak geniş katılımcılık ideolojik olarak fark gözetilmeksizin kadınların ve kadın örgütlerinin bir araya gelmesi saikiyle hareket edildiğini gösteriyor. Ancak sorulması gereken soru bu tercihin nedenidir. Bu sorunun yanıtı III. Dünya Kadın Konferansı’na önderlik eden ideolojik hattı göstermektedir. Konferansın çok geniş bileşenle yapılması her ne kadar bir olumluluk olarak yansıtılsa da bu durum gerçekten güçlü bir ittifak ve birlik zemini midir? Bunun incelenmesi gerekir. Baktığımızda 42 ülkenin, 93 delegenin ve 52 örgütün bir perspektifle bir araya gelmesi oldukça güç gözükmektedir. Ancak bu başarılmıştır. Peki bu hangi zeminde olmuştur? İşte kritik nokta burasıdır. Sosyalist, feminist, sosyalist feminist, feminizm karşıtı, ulusal vb. birçok örgüt bu konferansta dünya meselelerini, kadınların sorunlarını ve kadınların kurtuluş yollarını tartışırken bütün bu sorunların kaynaklarının tahlilinde ve nasıl bir yol izlemek gerektiği noktasında ortak bir görüşe sahip değillerdir. Anlaşılan o ki ortak ve net bir görüşe sahip olmak amacıyla bir araya gelmiş değiller. Böyle bakıldığında neredeyse “bir araya gelmek için bir araya gelen” bir durumuyla karşı karşıya kalmışlar. Bu ideolojik zayıflığın temel göstergesidir. Bu aynı zamanda kadın konferansına burjuva ve küçük burjuva anlayışların yön verdiğini açıklar. “Ne olursan ol gel” denilmese de konferansa katılmak için kadın ve kadın örgütü olmak yeterli görülmüş gibi durmaktadır. “Hangi kadınların konferansı?” sorusu açıkta kalmıştır. Katılımcıların çok geniş ve çeşitli olması konferansın tartışmalarının açık ve anlaşılır olmamasının önemli bir nedenidir. Her ülkeden gelen, farklı farklı görüşlerde olan kadın ve kurumlar memnun edilmek için katılımcıların hassasiyetleri göz önünde bulundurulmuştur. Bu bağlamda konferans programı kapsamlı ve derinlikli ideolojik tartışmaların gelişmesini sağlayacak nitelikte örgütlenememiştir. Her katılımcının kendi gündemi doğrultusunda atölye yapması ve bu atölyeye önderlik etmesi, bileşen kurumların bir merkezden tartışma yürütmesini ve tüm bu tartışmalarını uluslararası görevler kapsamında kararlara dönüştürmesini ve odaklanmayı engellemiştir. Kadın konferansının hazırlık sürecinden başlayarak kapsamlı ve güçlü bir program oluşturamamasının nedeninin çok katılımlı bir konferans örgütlemek adına çok farklı ve çok çeşitli yapıları bir araya getirmeyi hedeflemiş olmasıdır. Bu çeşitlilik bir dağınıklığı kendisinde getirmekle birlikte ne kadar çeşitli yapılardan oluşursa oluşsun bir program etrafında buluşmaması genişlemek adına esnekleşmesi, konferansın bileşen olarak geniş olsa da nitelik olarak zayıf olmasını getirmiştir. Bu ciddi bir sorundur. Çünkü diğer yandan bileşen ne kadar karmaşık ve farklı olursa olsun ancak bir program etrafında etkili bir birlik oluşturabilirdi. Ve böyle bir bakış açısıyla hareket edilmiş olunsaydı bileşen bu kadar çeşitli ve geniş olamazdı. Program bunun için önemlidir. Programın zayıflığı, bileşenin çeşitliliği III. Dünya Kadın Konferansı’nın etki gücünü zayıflatan bir etmendir. Sınıf bakış açısından bakan devrimci kadınların bu durumu analizi ve bu durumla mücadelesi de eksik kalmıştır. Mücadeleden çok bununla uyumlu ve uzlaşmacı bir hat izlendiği anlaşılmaktadır. Bu koşullar altında da konferansın gücü olarak gösterilen “çok renklilik” konferansın zayıf noktasını açığa çıkarmıştır. Her bir ülkede gündem olan her konuya değinme endişesi konferansın temel konularına yoğunlaşmayı ve etkili kararlarla çıkılmasını engelleyen bir başka yöndür. Bu koşullarda anlaşılan odur ki hiçbir konu derinlikli şekilde tartışılmamıştır. Dürüstçe söylemek gerekirse, bu zaten yapılamazdı.
Tunus Konferansı’na yön veren sınıf perspektifinden uzak kadın bakış açısıdır. Güçlü bir program oluştur(a)mamak, geniş bileşenli bir konferans örgütlemek de buradan gelmektedir. Her ne kadar birçok kaynakta sınıfsal saldırılara ve kadın mücadelesinin sınıf mücadelesiyle ilişkisine dair vurguların yapıldığı söylense de bunun güçlü ve net olmadığı çok açık şekilde görülmektedir. Bu yaklaşımın dahi birbirini idare eden, ideolojik farklılıklara dokunmadan geçen, ideolojik farklılıklara dokunulmadığı ölçüde ittifak halinde ve birlik içinde olduğuna inanan bir anlayış olduğu açıktır. İdeolojik tartışmalara yeteri kadar girmemenin altında yatan bir diğer etmen ise niteliğin buna uygun olmamasıdır. Konferansa Türkiye’den katılan delegelerin izlenimlerine yansıyan “Bazen iç dökmeye, birbirini tekrar etmeye dönüşürken, ideolojik olarak içeriği dolu, yeni perspektif, mücadele yöntem ve araçlarının geniş bir bakış açısıyla tartışmasında kimi sığlıklar ortaya çıktı.” tespiti de bundan ileri geliyor olmalıdır. Konferansın dünyada yaşanan gelişmeler, işçi ve emekçi kadınların durumu, sınıflar mücadelesi ve kadın mücadelesi, kadınların örgütlenme sorunları, kadınların kurtuluşunun yol ve yöntemleri, bu bağlama oturacak devrim sorunu ve uluslararası alanda kadınların görevleri gibi bir perspektifle örgütlenmemiş olması konferansın programıyla birlikte hedef ve amaçlarıyla açıklanmaktadır. Konferans sonuç olarak bir program etrafında kadınların yürümek zorunda olduğu yolu belirlemek amacıyla örgütlenmeliydi. Belirsizliklerle başlayan, belirsizliklerle devam eden ve belirsizliklerle sonlanan bir konferans olmuştur. Bu durumu konferansa önderlik eden ve bir bütün dünya kadın hareketinin teorinin zayıflığından doğan somut gerçeği olarak kavramak gerekiyor.
KONFERANSIN AMACI VE HEDEFİ SORUNU
Sonuç bildirgesinde “…Tunus’ta dayanışma içinde, bilgiye aç, tartışmaya hevesli, özgüvenli ve zaferden emin bir şekilde gerçekleşti.” denilmektedir. Bilgiye açlık ve tartışmaya heveslilik muhakkak çok önemlidir. Ancak devrimci kadınların uluslararası alandaki devrimci görevlerini tespit ettikleri böyle bir platform için bu “heves” yeterli olmamalıdır. Çünkü bizim açımızdan tartışmaya hevesten önce tartışmanın niteliği önemli olmalıdır. Kadınlar katledilirken, dünya halkları sömürünün dişlileri arasında ezilirken ve gelecek süreç tüm dünya halklarına tartışmak zorunda olduğumuz çok zorlu görevler koyarken tartışma hevesimiz ancak bu zorlu görevleri doğru şekilde belirlemekle değerli olacaktır. Aksi durumda bir yığın sözcük arasında hiçbir şey söylemeyen açıklamalarla yetinilir. Konferans bu açıdan araçtan çok amaç durumuna gelmiş gibi gözükmektedir. “Zaferden emin” tanımlaması ise abartılı durmaktadır. Nihayetinde dünya kadınlarını coşkulandırmak amacıyla söylendiği açık olsa da coşkuyu asıl kaynağına yönelten amacın ve hedeflerin net olmasıdır. Bu olmadığında kuru sözcükler dizisi kadınları bir süre sonra boğacak, çözümsüzlük ve başarısızlık duygusu uyandıracaktır.
Bütün bu eleştirilerimiz çok acımasız ve ortaya çıkan olgunun hak ettiği değeri vermediğimiz anlamına gelmemelidir. Neredeyse tüm kadın izlenimlerine yansıyan konferansın niteliği sorununun kaynaklarını incelerken bunları söylemek zorundayız. worldwomensconference.org sitesindeki kararlar bölümüne baktığımızda konferansa katılan her ülkenin kadınlarının kendi önemli konularını karara bağlamak istemeleri bir yandan anlaşılırdır. Ancak konferansın ana amacının her kadın örgütünün gündemini karar yapma çabası konferansın uluslararası niteliğine uyumlu olsa bile yeterli değildir. Aslında dünya işçi ve emekçi kadınlarına bir kurtuluş perspektifi sunma amacının olmadığını da göstermektedir. En geniş demokrasiyi geliştirmek adına uygulanan oylama yönteminin tartışılması gereken bir yöntem olduğu da anlaşılmaktadır. Bu yöntemin her örgütün kararının onaylanmasını sağlamak amacıyla kullanıldığı, bunun için özellikle en geniş demokrasi vurgusunun yapıldığı görülmektedir. İdeolojik mücadeleden kaçınma ve korkaklık da diyebileceğimiz bu zayıflık teorik yetmezliğin bir başka göstergesidir. Güçlü şekilde teorik tartışmalara girmekten kaçınma hali küçük burjuvanın gevşek zeminde net sınırlar belirleme korkusundan ileri geliyor gibi durmaktadır. Oylama yöntemine göre yüzde 50 ile yüzde 30 arasında oy alan her başlık kabul edilmiştir. Bu da devrimci çizgide ideolojik mücadele etmektense ve bu mücadele kapsamında birbirini ikna etme kavgası vermektense oylama yöntemiyle neredeyse her öneriyi kabul etme yoluna gidildiğini gösterir. Bu vahim bir duruma işaret etmektedir. “İçerik olarak kararların büyük bir çoğunluğu çalıştaylarda ve Genel Kurul’da yapılan tartışmalara tekabül etmektedir. Böylece konferansın sonuçlarına karşılık gelirler.” Yani kararlar neredeyse tartışılan her şeydir. Ancak kararla tartışmanın bir ve aynı şey olması sorunlu bir yaklaşımı, belirsizlikler dünyasına saplanmış, belirsizliği bir ilke gibi kabul etmiş oportünist yaklaşımı gözler önüne sermektedir. Kararlara baktığımızda ise “25 Kasım’dan 8 Mart’a kadar zamlara, işgale ve şiddete karşı kampanya yürütmek”, “Tüm ülkelerde kürtaj yasalarının gözden geçirilmesi için mücadele etmek.”, “Dünya Kadın Konferansı, Türkiye’nin Suriye’nin Kuzeyi ve Irak’taki saldırılarını ve askeri işgalini şiddetle kınıyor ve işgale direnen halkla dayanışmasını ilan ediyor.”, “Türk faşizmine karşı net duruşumuzu ilan ediyor, ortak eylem çağrısı yapıyor.”, “Başta Türkiye ve İran gibi ülkelerde birçok lider kadın siyasi tutsak olarak tutsak kalıyor. Direnişleriyle dayanışma içinde olduğumuzu beyan ediyor, tutukluluklarını reddediyoruz”, “3. Dünya Kadın Konferansı’ndaki tartışmalarımız, kadın mücadelesinin teorik gündemlerinin tartışılması ihtiyacını ortaya çıkardı. Bu nedenle, ‘kadın devrimi’ ve ‘kadın emeği’ üzerine teorik seminerler düzenlemek”, “19 Temmuz 2012’de başlatılan ve bir kadın devrimi olarak kabul edilen Rojava devrimi ciddi tehdit altındadır. Dünya Kadın Konferansı, Rojava devriminin her türlü saldırıya karşı korunmasının öneminin altını çiziyor ve onu savunmak için ortak eylem çağrısında bulunuyor”, “Özsavunmanın bir hak olduğunu ve tüm kadın kuruluşlarının bunu sahiplenmesi gerektiği”, “ Kadın grevi, proleter kadınların fabrikadaki mücadelesi ile ev işçisi kadın mücadelesini birleştiren bu eylemin enternasyonalist kadın hareketinin önemli bir parçası olan DKK’nin gündemlerinden biri olması gerektiğini ve tüm dünyada kadın grevi çağrısı yapılması.”, “Bu 8 Mart, emperyalist savaşlara ve işgallere, kapitalist krizin kadınları yoksullaştırmasına, işsizliğe, emeğin sömürülmesine karşı bir kadın grevi etrafında örgütlenmek.”
Kararlar bilindik ve genel olarak doğru yaklaşımları içermektedir. Bunların önemli tespit ve vurgular içerdiği ortada. Peki bu önemli kararlara rağmen kadınların gerçekten nasıl bir düşmanla karşı karşıya oldukları belirlenebilmiş midir? Dünya Kadın Konferansı bu konuda ne düşünmektedir? Bu düşmanla nasıl bir mücadele verilecektir? Kadın Konferansı’nın bu konudaki görüşü ve yol haritası nedir? Bir onaylama organizasyonuna dönüşme tehlikesi yaşayan konferansın çözüm yollarına ilişkin ideolojik mücadeleden kaçan yönelimi hangi amaca tekabül etmektedir? Bu yaklaşımla önemli kararların hayata geçmesi olanaklı mıdır? Bu belirsiz ve dağılmaya açık yaklaşım ne üretebilir? Biz söyleyelim, bu yaklaşımın sonucu; kadınlar ne kadar mücadele ederlerse etsinler tüm mücadelelerinin sistemin içine çekilmesi olacaktır.
CLARA ZETKİN’İN KADINLARA ÇAĞRISI VE TUNUS KONFERANSI
Clara yoldaş, II. Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansı’nın Görevleri Üzerine başlıklı yazısında şöyle diyordu. “İktidar, yalnızca ve yalnızca devrimci mücadeleyle, silah elde iç savaşla ele geçirilebilir. Ama bu mücadele, emekçi halkın erkeklerinin olduğu gibi kadınlarının da davasıdır.
“Sovyet Rusya’nın yarattığı, proleter devrimin büyük öğretileri bunu tamamen doğrulamaktadır. Bütün ülkelerin emekçi kadınlarına, kendi sınıflarının zaferi, iktidarı için azimkâr ve fedakârca mücadeleye katılmalarının ne ölçüde gerekli ne ölçüde tayin edici olduğunu gösteriyor. Proleter devrimin meydan savaşları kadın kitleleri tarafından da kazanılmak zorundadır. Tarihin tanıdığı en muazzam özgürlük mücadelesinin aydınlanan havasında neyin ‘kadınsı’ neyin ‘kadınsı olmadığı’na ilişkin ön yargılar çabucak eriyip gider. “İnsan insanla karşı karşıya geldiğinde, doğanın eski ilkel durumu geri döner. Hiçbir şey fayda etmediğinde, son araç, kılıç kalır.” (Clara Zetkin, Kadın Sorunu Üzerine Seçme Yazılar, İnter Yayınları, s, 79-80)
Kadınlara “toplumsal ürün ve değerleri yaratanlar ile buna el koyanlar” arasında bitmiş gibi gösterilmeye çalışılan ancak “muazzam şekilde yeniden alevlenen mücadele”de olmak zorunda oldukları yeri açıklayan Clara komünist kadınların uluslararası görevlerine de açıklık getirmiştir. Kadınların kurtuluş mücadelesi bir iktidar mücadelesidir. Bu iktidar ki “ürün ve değerlere el koyan” sınıfın devrilmesi “ürün ve değerleri yaratanların” proletarya diktatörlüğünü kurmasıdır. Tartışılmak zorunda olunan işçi ve emekçi kadınların bu savaşımdaki yeridir. Oysaki Tunus Konferansı’nda verilmek zorunda olunan mücadelenin niteliğine ilişkin neredeyse tek bir cümle kurulmamıştır. En azından karar ve sonuç bildirgesine yansıyan budur. Kadınların proletaryanın saflarında kendi ülkelerindeki iktidar mücadelesinin herhangi bir parçası değil esas öznesi olması gerektiğini net şekilde ortaya koyan Clara, uluslararası kadın örgütlenmesinin önemine vurgu yaparken kadınların esas olarak kendi ülkelerindeki devrimi gerçekleştirmesi gerektiğine özel olarak değinmiş, bunun olmazsa olmaz olduğunu açıklamıştır. “Her yerde proleterlere, mülksüzleştirilenlere, sözüm ona siyasi özgürlüklerinin kaldırılması, sıkıyönetimle, makinalı tüfeklerle, cop ve cellat hukukuyla, kafalarına vura vura, onları kurtuluşa götürecek yolun burjuva demokrasisinden” geçmediği öğretilirken kadınların siyasi iktidar mücadelesinde “sıcak ve fedakarlıklarla dolu mücadeleden geçtiğini” anlatmamak, görevleri bu bakış açısıyla belirlememek Tunus Konferansı’nın dayandığı feminizmden menkul zayıflığı ortaya koymaktadır. Bu somut koşullarda kadınların bir konferansta bir araya gerek ne yapmak zorunda olduklarını gelişi güzel tartışmaları, nereden bakılırsa bakılsın affedilmez bir niteliği ortaya koymaktadır. Cesaretin sökmeyeceği tek yerin bilgisizlik olduğu bilindiği halde komünistlerin, kadınları gerçek kurtuluşa götürecek yolun teorik sorunlarına yanıt olması bu bağlamda bir zorunluluk olmaktan da ötedir. Buradan bakıldığında gerçekten Tunus III. Dünya Kadın Konferansı kadınlara ne söylemektedir. Yanıt: “kadınları gerçek kurtuluş yoluna dair” hiçbir şey. “Kadın devrimi” kavramını kullanılmakla birlikte “kadın devrimi”nin ne olduğuna dair de hiçbir şey.