[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Geçtiğimiz günlerde Antalya’da “Tarımın Geleceği ve Sürdürülebilir Kırsal Kalkınma” başlıklı bir çalıştay gerçekleştirildi. Çalıştayda konuşan Antalya Ticaret Borsası (ATB) ve Antalya Tarım Konseyi (ATAK) başkanı Ali Çandır tarımsal üretimin sorununu kırdan kente göçlerle bağladı. Bu sorunu çözmek için kentte verilen “sosyal yardımların” çok fazla olduğunu ve kırlık bölgelerde yaşayanların “sosyal yaşamını” rahatlatmak gerektiğini savundu. Ali Çandır, “Devletimiz sosyal desteklerle çok fazla para veriyor; ama bu destekler insanları üretimden kaçırıyor, tembelliğe itiyor.” diyor. Çandır sorunu “tembellik” ve “rahatlık” üzerinden tartışa dursun, asıl sorunun üretimin önündeki mali ve siyasal etkenlerin olduğu bir gerçektir. Emperyalizme bağımlı Türkiye’de egemen sınıflar tarımsal üretimi her zaman siyasi seçimlerde bir kaldıraç olarak kullanmışlardır. Düzen partilerinin seçim çalışmaları yaklaştıkça “tarıma destek” vereceğiz söylemleri ne yeni ne de özgündür. Bugünkü, çiftçiye ve köylüye dönük “refah sağlanmalı” söylemlerinin nedeni aynıdır. Madalyonun bir de şu yüzüne bakmakta fayda var: AKP’li vekil Hasan Çilez, “Çiftçinin borcu artıyor” söylemlerine şöyle cevap veriyor, “Ya, bu borcun nereye harcandığı asıl önemli olan. Bu paralarla çiftçimiz yatırım yapmakta, traktör almakta, tarım aletleri almakta, arazi alımlarında kullanmakta…” Türkiye’de tarım yapan hangi köylüye sorarsak soralım, “Krediyle alıyoruz, krediyi ödüyoruz.” yanıtını alacağımız kesindir. İki söylem arasındaki zıtlığının özündeki şey tarımdaki yarı sömürge koşullarıdır.
TARIMDA TEKELLEŞME
ATB ve ATAK başkanı Çandır’ın “köylüye refah sağlanmıyor” söylemini incelediğimizde sorunun tek başına “refah sağlamak” olmadığı görülmektedir. Sorun küçük-orta ölçekli üreticilerin yoğun olduğu koşullarda emperyalizme bağımlı ekonomik yapısıyla Türkiye’de tarımın gelişme olanaklarının sınırlı olmasıdır. Bu sınırlı yapısı içerisinde üretim de pazarlama da gelişme olanaklarından uzaktır. Bürokratik devlet işleyişi içerisinde tarımdaki tekelleşme küçük-orta ölçekli üretim yapan köylünün emek gücünün karşılığını almasını engellemektedir. Zira sermayenin pazar gereksinimini ve ücret dengesini belirleyen komprador burjuvazi küçük-orta ölçekli tarımı “borçla üretmeye” mahkûm etmektedir. Hal böyleyken “refah” tartışması içi boş, göz boyama söyleminden başka bir şey değildir. Küçük-orta ölçekli tarım yapan köylülerin topraklarından uzaklaşmak istememeleri de normaldir. Çünkü bu tarz üretim yapanların topraktan uzaklaşmaları halinde temel gıda üretimlerinin dışındaki ürünlerde arz sorunu tehlikesi söz konusudur. Yerel pazarları besleyen bu üreticilerin topraktan çekilmesi ürün krizini beraberinde getirecektir. Marketlerin, perakende satış birimlerinin ve hallerin ucuz fiyatlarla alabileceği ürünlerin piyasadan çekilmesi bağımlı yapıdaki Türkiye’de ciddi krizlere neden olur. Dolayısıyla emek gücünün sömürü ve kârlılık oranlarındaki bu örtülü kazancın düşmesi veya açığa çıkması egemen sınıfların razı geleceği bir tablo değildir!
Köylünün üretim yapabilmesi ve buradan emek gücünün karşılığını alabilmesi de ancak üretim koşullarına bağlıdır. Üretim araçlarına ulaşım üretim gücünü belirlemektedir. Ne var ki üretim araçlarına ulaşım da bağımlı yapıda “borçlanma usulüne” dayanmaktadır.
Köylünün tarımda makineleşme olanağı ancak ve ancak borç yükü altına girerek satın alabileceği makinelere bağlıdır. Hal böyleyken köylünün üretimi yıllara varan borç yükünü ödemekle geçmektedir. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünden alınan TAKBİS verilerine göre 2022 Ocak ayında Türkiye’deki yaklaşık 24 milyon hektarlık tarım arazisinden 4 milyon hektarı son beş yıl içerisinde bankalara ipotek edilmiştir. Yaklaşık yüzde 16,6’sı ipotek edilen arazilerde arazi kaybının yaşanmaması için yapılacak tek şey “üretimden yüzde 100’ün üzerinde” kâr etmektir!
Tarımda verimin artırılması için makineleşme mutlak gereklidir. Zira bir üründen elde edilecek kârlar tohumun cinsi, zirai ilacın kullanımı, yeterli sulama gibi birçok gereksinime dayanmaktadır. Tüm bunların gerçekleşmesi için gereken şey makineleşme koşullarını sağlamaktır. Türkiye’de tarımda makineleşme büyük toprak sahiplerinde tekelleşmiştir. Egemen sınıfların elindeki bu koşullar küçük-orta ölçekli üreticilerin üzerinde “ambargo” görevi görmektedir. Ürünlerin pazara sunulması süreci ise muammalarla doludur, özneyi silikleştiren bir karakterdedir. Kooperatifler belirli pazar fiyatlarını belirlemekle birlikte komisyon, fabrika, tüccar gibi birçok işletme ürünün dağıtımında önemli bir rol oynamaktadır. Büyük toprak sahiplerinin üretimi küçük-orta ölçekli üreticilere oranla daha fazla olduğundan ürünün ücretini tarımda tekelleşmiş egemenler belirlemektedir. Tarımda küçük-orta ölçekli üreticinin rekabet şansı her zaman olabildiğince sınırlıdır.
Sonuç olarak, tarımın girdi maliyetlerindeki artışı üretimi darbelemektedir. Kırdaki, küçük-orta ölçekli üretim yapan köylünün üzerindeki emperyalist baskı Türkiye’nin ekonomik gelir kaynağı olan tarımda kayba dönüşmeye başlamıştır. Köylünün üretim maliyetini karşılayabilmesi ve ürettiğinin, yani emeğinin karşılığını alabilmesi için emperyalist baskının ortadan kalkması gerekmektedir. Hiç kuşkusuz onların beslediği komprador burjuvazinin de büyük toprak sahiplerinin de!
ÇİFTÇİ YATIRIM YAPABİLİYOR MU?
Madalyonun diğer yüzü olan konuya gelelim. AKP’li vekil Hasan Çilez’in “Çiftçimiz yatırım yapıyor” söyleminin gerçekliği neye dayanmaktadır? Çiftçinin yatırım yapabilmesi için emek gücünün karşılığını alma koşulları olmak zorundadır. Bu durumun böyle olmadığı ise açıktır. Yatırım yapabilen veya yeni tarım makineleri alarak sürdürebilir tarım yapabilenler ancak büyük toprak sahipleridir. Bu durumu komprador ilişkiler desteklemektedir. Tarım Kredi Kooperatiflerinden alınan kredilerin ödenememesi bugün küçük-orta ölçekli üretim yapan köylünün sorunudur. Eylül 2022 verilerine göre 753 bin çiftçinin toplam 153,8 milyar lira borcu olduğu açıklandı. Çiftçi Kayıt Sistemi’nde çiftçi sayısı yaklaşık 2 milyon 172 bin olarak açıklandı. 2 milyon çiftçinin 153,8 milyar lira borcu bulunuyor! Tarımsal Girdi Fiyat Endeksi’nin (Tarım-GFE), ağustos ayında yıllık bazda yüzde 135,06 olarak açıklanması göz önüne alınırsa, neredeyse üretim yapan her çiftçi her ay zamlı fiyatlarla karşı karşıya kalmaktadır. Küçük-orta ölçekli üreticilerin üretimi yerel bölgelerde gıda ihtiyacını karşılamak için hâlâ önemli bir yere sahip. Ne var ki büyük çiftliklerin üretimleri daha çok hammadde olarak değerlendirme ve dış ticaret üzerinden şekilleniyor. Kentleşmenin yoğun olduğu bölgelerdeki zincir marketlerin toptan alım gücü tarladaki üretim maliyetiyle eşdeğer değil. Küçük-orta ölçekli çiftçinin tahıl üretimi dışındaki sebze üretimi yerel pazarların dokusunu oluşturuyor. Bu tablo içerisinde dahi kâr-zarar bandında çiftçinin tohum, mazot ve gübre gibi temel gereksinimlerini karşılaması çok zor. “Çiftçi yatırım yapabiliyor” sözü doğru bir söz; fakat tamamen siyasi bir manipülasyondan ibaret. Zira çiftçinin yatırımı bağlı olduğu özel mülkiyetinden kaynaklı ekme-üretme üzerinden ilişki sağlıyor. Bugün asıl krizi yaşayan kesimlerin küçük-orta ölçekli üretici olması da bu bağımlılık ilişkisinden geliyor. Köylünün üretimden elde ettiği değerlerin sonucu ödenen borç ve yeni borç yükünden ibaret olmaktadır… Tarım yapabilmek için her yıl yeni bir teknolojik makine ortaya çıkmaktadır. Çiftçinin buna ulaşması ise genellikle zordur ya da ulaşsa dahi verim alması yılları bulmaktadır. Kur bazlı artışlar nedeniyle çoğu tarım aracı/ malzemesi her ay rekor kırarak yükseliyor. Dolayısıyla köylünün (özellikle küçük-orta ölçekli üreticinin) “fıtratı” hep aynı. Cumhuriyetin başından bu yana, emperyalizme bağımlı yapı tarımda üretimi baskılamakta, emek gücünü hoyratça sömürmektedir. Küçük-orta ölçekli üreticinin yerel satışlarını dahi belirleyen bu yapı, tohumdan traktöre kadar üretim araçlarına hâkimiyet sağlamıştır.
TARIMA DESTEĞİN UCUZ HAMASETİ
Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi 513,4 milyon liralık tarımsal desteklerin ödeneceğini açıklandı. Bu tarımsal desteklerin içeriğini incelemekte fayda var. Zira “destek” olarak sunulan ödemeler köylünün üretimine yarar sağlamamaktadır. Öncelikle bu yılki desteklerin içeriğini incelemek gerekiyor. Yatırılan ödemeler bir “destek” sağlıyor mu? Geçtiğimiz yıllarda ödemeler Ziraat Bankası Başakkart üzerinden nakit olarak alınabiliyordu. 2022 yılında yapılan düzenleme ile birlikte köylüler “destekleri” yalnızca Ziraat Bankası’nın anlaşmalı olduğu şirketler üzerinden, kartla ödeme yaparak alabilecekler. Onun haricinde bunu kullanmak istemeyen üreticiler mart ayında nakit ödeme alabilecekler. Burada karşımıza iki sorun çıkıyor: Birincisi, “devlet desteği” denilen yardımlar özel şirketlerle yapılan anlaşmalar nedeniyle köylünün ihtiyacına değil, işletmelerin kârına odaklanıyor. Bu tabloda da devlet köylüye destek değil, köstek olmaya devam ediyor. İkinci sorun ise mazot, gübre ve tohum fiyatlarının her ay artmasıdır. Bu koşullarda üreticinin uygun fiyatlar belirleyerek ihtiyaçlarını karşılaması büyük bir soru işaretini doğuruyor. Kur bazlı artışlardan dolayı köylünün alacağı “destek” de erimeye devam ediyor. Köylü ucuz ve uygun üretim gereksinimlerine nereden ulaşacak? Her ne kadar “yerli üretim” denilse de gübre ve tohum ithal olarak karşılanıyor. Akaryakıtta sıklıkla zamlarla karşılanması ise ölüm anlaşmasına atılan son bir imza oluyor. Bu tabloda köylünün “destek”lerden yararlanmasının egemen sınıfların propagandasından başka bir şey olmadığı ortaya çıkıyor.
“Yerli üretim” demişken son günlerde geniş halk kitleleri TOGG denen otomobilin yeni seçim yatırımı olarak propaganda edilmesiyle karşı karşıya kaldı. Burjuva-feodal medyada, açılış konuşmalarında, röportajlarda TOGG’un “yerli-milli yapısı” empoze edilmeye çalışıldı. Hazır TOGG bu kadar gündemken dönüp “yerli traktör” olan ZY Elektrikli Traktör’ün son durumuna bakalım. 26 Temmuz 2019 yılında Erdoğan, dönemin Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli ile birlikte ZY Elektrikli Traktörün test sürüşünü gerçekleştirdi; ama 2019’dan bu yana “yerli traktör” banttan geçerek üreticinin eline geçemedi. Hatta 2022 yılının başında “seri üretime” başlanıyor söyleminden “yerli traktör” Temmuz 2022’de “piyasaya çıkıyor” söylemine kadar köylüye “müjdeler” verildi. Fakat “yerli traktörün” tarla sürdüğünü henüz görmedik! Üstüne üstelik traktörün akıbetine dair sorulara ve açıklamalara cevap da verilmiyor. Ziraat Bankası ile Önder Yol’un (TREV Enerji Otomotiv A.Ş) iş birliğinde ZY Elektrikli Traktör San. ve Tic. A.Ş. kuruldu. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığına 23 Mayıs 2022’de yazı gönderilerek “yerli traktörün” son durumu soruldu. Bakanlığın cevabında ise “proje değerlendirme dışı bırakılmıştır” denildi. Ayrıca firmanın da traktörün üretimini Kanada’da gerçekleştirme kararı aldığı iddia ediliyor. “Yerli” olarak sunulan ve genelde seçim gündemleri öncesinde propaganda edilen araçların seri üretim sorunları çözülemiyor! Suni olan bu gündemlerde “yerliliğin” içeriği tartışılmıyor. Egemen sınıflar geniş halk kitlelerini manipüle etmeye devam ediyor.
KÖYLÜNÜN SIRTINDAKİ KAMBUR: EMPERYALİZM
Yukarıda da bahsettiğimiz üzere küçük-orta ölçekli köylünün tepesindeki gölge emperyalizm, feodalizm ve komprador burjuvazidir. Üretim koşullarını belirleyen, ürün değerini fiyatlandıran, pazar alanlarına hâkim olan emperyalizm ve büyük toprak sahipleridir. Özel mülkiyetine bağlı köylü toprak dışına tamamen itilememektedir. Ne var ki bu köylünün emperyalizm ve büyük toprak sahiplerinin baskısı altında topraktaki emek gücünün karşılığını alması da bir o kadar sorun içermektedir. Dolayısıyla küçük-orta ölçekli üretici olan köylülerin çelişkileri emperyalizm ve büyük toprak sahipleri arasındadır. Köylü özel mülkiyetini tamamen terk etmemektedir. Fakat üretimden gelen değerin karşılığını alması da tepesindeki egemen sınıflara bağlıdır. Köylünün çelişkilerini keşfetmek ve üretimdeki koşullarını ekonomik yönden incelemek bugün önemlidir. Zira küçük-orta ölçekli üretici kesimlerin üretim yapabilme koşulları bugünkü kriz ortamı içerisinde “ateşle oynamak” gibidir. Çünkü dünyadaki kriz, küçük-orta ölçekli üreticilerin tarım maliyetlerini yakıcı bir biçimde artırıyor. Köylünün çelişkilerini incelemek, sömürü biçimlerini somutlaştırarak mücadele yöntemlerini ve araçlarını saptamak gerekiyor. Köylü üzerindeki yıllardır süregelen tahakküm kriz koşullarında artıyor. Emperyalizme bağımlı yapıdan köylünün kurtuluş yolu toprak devriminden geçmektedir. Emperyalizmin ve büyük toprak sahiplerinin küçük-orta ölçekli köylü üzerindeki tahakkümünü alt üst edebilmek ise ona karşı savaşmaktan geçmektedir. İşçi sınıfının ve köylülerin çelişkilerindeki ortak düşman olan emperyalizmin, feodalizmin komprador ilişkiler temelinde birleşmiş olması devrimin geleceği bakımından önemlidir. Hiç kuşkusuz bunu çözümleyecek olan da komünistlerdir!