[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Faşist Kemalist diktatörlüğün kuruluşunun 100. yılına bir kala, ikinci yüzyıla dair içi boş bir “vizyon” yarışı özellikle iktidardaki klik tarafından önümüzdeki seçimin malzemelerinden biri yapılmak istenmiştir. Kuşkusuz bunda iktidar olanaklarını kullanma avantajı belirleyici oldu. “Vatanseverlik”, “anti emperyalistlik”, “yerlilik” ve “millilik” gibi egemen kliklerin dar vizyonuna ait argümanların tüm faşist partilerce sahiplendiği bir “vizyon” sergileme çabasına tanık olduk. Bu argümanların gerçekleştirileceği yalanı “vaatler” başlığında ileri sürüldü. Aslında bu vurgu ya da genel olarak “vizyon” açıklamaları birer itiraf niteliğindedir. Neleri hedeflediklerini ileri sürerken ne olmadıklarını da itiraf ettiler. Zira kuruluşunu “ilk anti emperyalist ulusal kurtuluş”, “yedi düveli dize getirme”, “tam bağımsızlık”, “siyasal ve ekonomik bağımsızlık”la gerçekleştirdiklerini 100 yıldır, aralıksız, hamasi söylemlerle halka anlatanlar bugün yerli ve milli bir vizyon için propaganda yapmaktalar!
İkinci yüzyılda egemen sınıfların temsilcisi olan her renkten ve türden faşist parti aslında 100 yıl önce gerçekleştiklerini iddia ettikleri şeyi yeniden kazanacaklarını vaat ederek politik şizofreni içinde olduklarını göstermişlerdir. Ancak biz biliyoruz ki bu paradoks faşist sistemin kitleleri kandırmak, şovenizmin en saldırgan ve kaba biçimini üretmek için zorunludur. Gerçeklik ile ideolojik yanıltmaların ürettiği bir paradokstur bu. Faşist ideoloji gerçeği inkâr etmeye, çelişkiler yumağı içinde açık yalanlar üretmeye, kitlelere yalanları empoze etmeye ve tüm politik eksenini bunun üzerine oturtmaya dayanır.
Faşist diktatörlük tam 100 yıldır halka acımasız baskı, zulüm uygulamakla, sindirerek hak ve özgürlüklerden yoksun bırakmakla kalmıyor aynı zamanda sınırsız bir yalan siyaseti, büyük bir şoven histeri ile saldırıyor. Şimdi tüm sistem partileri de ikinci yüzyılda aynı şeyi vaat etmek, bunun devam edeceğini ilan etmekten başka bir şey yapmıyor. 100 yıllık sistemin özü ikinci yüzyıl tartışmaları içinde halka yeniden ve “yeni” bir başlangıç olarak sunuluyor. Bu 100. yıl tartışmasında reformist ve orta yolcu kesimlerin sosyal-şoven bloku da faşist Kemalist diktatörlüğün kuruluş felsefesinde olmayan burjuva demokrasisini, anti emperyalist karakteri varmış gibi pazarlayarak, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına bu özü geliştirerek yeniden inşa etme çabası içinde giriyor. Diğer reformist kesimler ise bu cumhuriyetin demokratikleştirilmesi, parlamento ile bunun olanaklı olduğu, kurtuluşun bu şekilde pekâlâ olacağı hayali peşinde koşuyor ve koşturmaya çağırıyor! Velhasıl, faşizmin 100. kuruluş yılına bir kala kitleler bir yandan yalanlarla şovenizm kuşatmasında diğer yandan hayallerle reformist, iyileştirmeci parlamentarizmle sistem içinde tutulmayı içeren bir cendereye sıkıştırılmıştır.
Tüm bu güçlerin 2023 seçimlerine atfettikleri “hayati önem” ile girdikleri yarış cendereyi sıkmaktadır. AKP-MHP blokunun yaşanan ekonomik kriz ve bunun halkın yaşamına yoksulluk, yoksunluk, sefalet olarak yansımasına karşı “büyük devlet” “yerli ve milli projeler” “dünya lideri” gibi ulusal gururu kabartan, şoven kampanyalara bir an dahi ara vermeyen bir yaklaşımla yanıt verdiği görülmektedir. Emperyalist sermayeye göbekten bağlı siyasal ve ekonomik sistemini daha etkin bir biçimde pazarlama çabası, anlık fotoğraflarla, içi boş siyasi nutuklarla “dünya liderliği” gibi gerçeklik bakımından ucube adlandırmalarla kitlelere sunulmaktadır. ABD ile yürütülen her pazarlık, Rusya ile girilen her ilişki, emperyalist çelişkilerden faydalanma yoluyla koparılmaya çalışılan her pay faşist diktatörlüğü daha fazla bağımlılığa, daha derin bir köleliğe sürüklemektedir. Derinleşen ekonomik kriz, emperyalist sermayeye duyulan ihtiyacı bir yandan artırırken diğer yandan bu bağımlılığın sonucu olarak halkın daha fazla çalışarak daha fazla yoksullaştığı ve sömürüldüğü koşullar örgütlenmektedir.
Ekonomik kriz derinleştikçe, AKP-MHP bloku için yönetme sorunu derinleşmektedir. Geniş kitleler daha fazla öfkeyle dolmakta, gün gün büyüyen yoksulluk karşısında memnuniyetsizlik artmaktadır. Kitlelere AKP-MHP blokunun bugün için vereceği iki şey vardır: içi boş vaatler ve pervasız bir şovenizm. Hiç kuşkusuz buna bir de kitlelerin gerçek sorunlarından uzaklaşmasını sağlayacak yapay gündemler eklenmelidir. Dış politikada ABD’den alınan icazetle Rusya’nın sıkışıklığından faydalanmayı içeren Tahıl Koridoru Anlaşması da, enerji naklinde teklif edilen rol de, bir montaj sanayi ürünü olan ve “bir otomobilden fazlası”, “milli otomobil” gibi içeriksiz slogan ve adlandırmalarla sunulan TOGG da, gerillaya karşı kullanılan ve onun karşısındaki başarısızlığın itirafı olan kimyasal silah kullanımı da, emperyalist sisteme ucuz iş gücü pazarı olarak şekillenen “yerli milli” ekonomik program da hızla şoven kampanyanın argümanları dönmüşlerdir. Şovenizm kampanyaları emperyalizme bağımlı siyasal ve ekonomik ilişkilerin üzerine atılan bir örtü, “ulusal gururu” kabartarak her türlü gerici saldırıya kitleleri ortak etmenin bir parçası durumundadırlar.
Hem AKP-MHP bloku hem de CHP ve Millet İttifakı eş güdümlü bir biçimde şovenizmle, yapay gündemlerle kitleleri kuşatmaktadırlar. Son anayasa değişikliği tartışması ve yapılan görüşmeler bunun bir örneğidir. Türbana özgürlük adı altında kitleler farklı bir gündemin içine sürüklenirken AKP-MHP blokuna “aile yapısını düzenleme” adı altında kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelik saldırı fırsatı sunulmuştur. Bu şekilde kitlelerin geri yanlarını güçlendirmekte ve bu da seçim çalışmasına dönüştürülmektedir. HDP ile bu eksende yapılan görüşmeler ise yine hem Cumhur hem de Millet İttifakının şovenizm mücadelesinin sadece bir materyali olmuştur. Gerillaya yönelik kimyasal silah kullanımı, Kürt inkârcılığı, HDP’nin kapatılması çağrıları, halkın yaşadığı yoksullaşma ve sefalet koşulları içinde HDP’nin “Anayasa oyununa” yaklaşımı ve bu oyunun aparatı olmak görüntüsüne karşı alamadığı tutum ise “uzlaşmacılığın”, “parlamentarizmin” ibretlik halini göstermektedir. HDP cephesinde Millet İttifakı’na da Cumhur İttifakı’na da duruma ve gelişmelere göre alınamayan her tutum, gösterilen her titrek ve hesapçı yaklaşım kuşkusuz bu faşist güçlerin saldırısındaki pervasızlığa, oyun kurmalara kolaylaştırıcı bir durum yaratmaktadır. Tabipler Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın dahi tutuklanmasına varan saldırının boyutu, faşizmin pervasızlığı HDP’nin hesapçı ve parlamento sınırlılığı içindeki yaklaşımlarıyla kuşkusuz güç kazanmaktadır. Bu politik yaklaşımın Kürt ulusuna da halk güçlerine de kazandırma olasılığı, hakları genişletme fırsatı yaratmayacağı, yaratmadığı açıktır. Bunlar sadece kitlelerin yaşadığı gerçek sorunların gündemden düşmesine, faşizmin daha güçlü saldırı planlarına ve amaçlarına çanak tutmasına yol açacaktır.
Faşist diktatörlüğün tüm siyasal kuşatmasına, hak ve özgürlüklere, örgütlenme hakkına yönelik yoğun saldırılarına rağmen emekçilerin hak mücadelesinde olumlu gelişmeler yaşanmaktadır. Öğretmenlerin meslek kanunu ve ücret eşitsizliğine karşı grev ve eylemleri, gerillaya yönelik kimyasal silah kullanımına karşı sokakların zorlanması, tek tek işçi direnişleri, işçi ve emekçi mitingi, Bartın Maden Katliamı’na karşı protestolar tepkisiz, hareketsiz kılınmaya çalışılan emekçilerin cılız ama anlamlı hareketleri olarak görülmelidir. Kuşkusuz sınıf mücadelesinin seyri çelişkilerin büyüklüğü karşısında çok geridir. Kitlelerin şovenizm kuşatması, seçim beklentileri ile felç edilmeye çalışıldığı sorunlarından uzaklaştırılmaya çalışıldığı bir politik iklim söz konusudur. Bu durumlarda net, kararlı ve halkın kurtuluşuna odaklanmış devrimci çalışmalar hayati önemdedir. Kitleler ne kadar şovenizm kuşatması altında olursa olsun, ne kadar ağır faşist kuşatma altına alınırsa alınsın doğru bir devrimci önderlik ile buluştuğunda kurtuluşu için örgütlü ve yıkıcı bir mücadeleye girmekten asla çekinmemişlerdir. Tarih bunun şahididir. 1917 Ekim Devrimi’nin 105. yılını anımsarken aynı zamanda bu tarihsel gerçeği de anımsıyoruz. Açık bir devrimci program, her türlü gericilikle uzlaşmaz bir tutum ve işçi sınıfının kurtuluş parolasını ve iradesini emekçi halka taşımayı başaran bir siyasal çizgi tüm zincirleri parçalama gücünü kazanacaktır. Ekim Devrimi ağır bir gerici kuşatma altında da bu çizgiyle işçi sınıfının ve emekçilerin geleceği inşa edebileceklerini öğretmiştir. 105 yıl sonra dahi hâlâ o açılan ihtişamlı yolun işçi sınıfı ve emekçiler için yegâne kurtuluş yolu olduğunu unutmayalım. Komünistler tarihsel haklılığı politik bir güce çevirmeyi bugün de başarmaya yazgılıdır. Bu inançla kitlelerin mücadelesiyle birleşmeli, onlara sonsuz bir güvenle hareket etmeliyiz.