Kimse Öyle Şeyleri Konuşmuyor Artık

[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]

“Kimse Öyle Şeyleri Konuşmuyor Artık” adlı tiyatro oyunu ekim ayında İstanbul Kadıköy’de bulunan Gazhane Meydan Sahnesi’nde izleyiciyle buluştu. 12 Eylül darbesinin etkilerini konu alan oyun izleyiciye birçok bakış açısı sunuyor. Müzik seçimlerinden aile diyaloglarına bir döneme tanıklık yapmamıza fırsat veriyor ve bunu özgün bir şekilde sergiliyor. Oyun, hemşire bir kadının oğlu ve kardeşi arasında geçen diyaloglarla başlıyor. Tartışmalı aile ortamı ve ebeveyn yoksunluğu yaşayan bir çocuk bize klasik aile dramı izleyeceğimiz izlenimi veriyor ilk başta. Diyaloglarda çocuğun dayısına karşı öfke dolu olduğuna inanıyoruz; ancak içten içe bunun bir imrenme duygusu olduğunu fark ediyoruz. Örneğin dayısıyla ilgili düşüncelerini dışavurumla ifade ettiğinde dayısının dışarıdaki insanları daha çok düşündüğünü ama onunla ilgilenmediğini duyarız. Günlük yaşantımızda belki ailemizde, belki dışarıda karşılaştığımız benzer söylemlerde politik bir olayın kişisel yakınmalara konu edileceğini düşünürüz. Sonrasındaki “Dayım korkmazdı, ben korkağım” cümlesiyle kişinin dayısına olan hasretinden çok ona imrenişi ön plana çıkar ve oyunun kişisel serzenişlerden çok daha fazlası hakkında olduğunu görürüz. Dayı Askeri Faşist Cunta döneminde bir devrimcidir. İşkencelerden geçirilmiş, hayatını mücadeleye adamış biri.

TC’NİN KAYBETME GELENEĞİ

Sokağa çıkma yasağı başlamadan oğlunun evde olmadığını gören hemşire kadın sokağa oğlunu aramaya çıkar. Gecenin o saatinde, darbe döneminde izinsiz sokakta olmak… Bir faili meçhulun yaşanacağı izlenimini hemen alıyoruz. Hemşire kadın sokaktayken başına gelebilecek en kötü şey gelmişti belki de. Hem bir ailenin uçuruma sürüklenmesi hem de kuşaklar sonrası aydınlatılamayan cinayet… Kadın sorguya çekilir ve bir daha haber alınamaz. Bunu yansıtmasıyla oyunun gerçekle bağlantılı olduğunu görüyoruz. Oyunda da cinayetin arkasındakilerin kim olduğu aydınlatılmaya çalışılıp bunun için bazı bedeller ödenirken bugün de sokaklarda evlatları “kaybedilen” annelerin hesap sormasına tanıklık ediyoruz.

İki kişinin de ölümü aile için yıkıcı olmalı elbette. Dayının akıbetinin farklı olduğunu düşünmüş olabiliriz ancak bu gerçekçi olmazdı. Hemşirenin kemikleri mevcutken dayının mezar yeri bile olmamıştır.

Devletin ölülerden haz etmemesi ne kadar da güncel. Günümüzde de devlet savaşçıların defnedilmelerine, hatta mezarlarına saldırmaktadır. Ölüler ölmemiştir, fikirleri ardıllarında yaşam bulmuştur. Arkalarında hesaplarını soracak birilerini bırakmışlardır; devletin korkusu bundandır. Oyunda da arkada kalan biri vardır. Hemşirenin oğlunun bir kızı vardır. Ebru, babasız büyümüştür tıpkı babası gibi. Babasıyla yüzleşmesi 35 yaşındayken gerçekleşmiştir. Darbenin izleri babasında süregelmiştir. Annesini ve dayısını kaybeden kişi kızına ebeveynlik yapamamıştır. Dayısına yakındığı aile hasretini kendi kızı şimdi ona yakınmaktadır. Ebru ve babasının ilk yüzleşmesi sanrılı geçer. Ebru başına geleceklerden habersizdir ve ilk görüşmelerinde babasının koşullarını anlatmasını umursamaz. Darbedir sonuçta, gelip geçer, insanları kızını bırakacak kadar etkilememeli diye düşünür. Babasını hem ilk hem de son görüşü olur bu. Yaşlı adam daha fazla kaldıramaz yaşadıklarını. Ebru babasıyla görüşmesinde bir kız kardeşi olduğunu öğrenir ve bu bilgi her şeyin başlangıcıdır sadece. Ebru artık eski Ebru değildir, değişir ve gelişir. Oyun başlangıçta da olmakla birlikte özellikle bu kısımdan itibaren yaşadığımız sistemden bağımsız olunamayacağını somutlaştırarak gözler önüne serer. Her ne kadar çemberin dışında olduğunu ifade etse de bireyler aslında çemberin içindedirler. Darbe gibi bir olay siyasetten en uzak insanın bile yaşamına müdahale eder, bazen yaşamını alır ondan. Şimdi darbe, Ebru’nun hayatını şekillendirmektedir. Babası, darbenin eseridir. Şimdi koşulları daha iyi anlamaya başlar Ebru. Babası onu keyfinden bırakmamıştır, her şeyin bir sebebi vardır. “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” sözü vücut bulur Ebru’da. Diyalektik işliyordur.

KEMİKLERİMİZDEN BİLE KORKUYORLAR

Edindiği bilgiler yeni bir yolculuğun kapılarını açar. Babasının ölümünün ardından kız kardeşini bulur, onunla yakınlaşır. Olayların sebeplerini anlamaya, incelemeye başlar. Bu yolculukta kız kardeşi ona destek verirken nişanlısıyla bakış açılarında farklılıklar başlar. Nişanlısının babası eski askerdir. Ebru babasının hayatını, babaannesinin ölümünü araştırmak ister ve bunu nişanlısına anlatır. Nişanlısı, kendi babasından örnek vererek darbenin olağanlığını, abartılacak bir durum olmadığını, geçmişe takılmamak gerektiğini vs. söyler. Kişinin babasına göre tabii bu normal bir durumdur. Kendisi sokakta yürüdüğü için katledilmemiştir. “Ona söylenen neyse onu yapmıştır.” Ebru ile nişanlısının ilk çatışması burada başlar. Ebru babaannesinin kemiklerini bulacağını, mezardan çıkaracağını ve devletin saldırılarını göstermek için kemikleri sergileyeceğini söyler. Dediğini de yapar ama yukarıda bahsettiğimiz gibi devlet ölülerden korkmaktadır. Bu kemikler Ebru’nun başına bela olacaktır.

HESAP SORMAYA EVRİLEN BİLİNÇ

Ebru, babaannesinin kemiklerini bulup mezarından çıkartır bazı şeyleri aydınlatabilmek için. Devletin işlediği bir cinayet vardır ama sorumlu yoktur ortada. Seneler geçmiştir üzerinden ve Ebru sadece anlatmak ister insanların başına ne geldiğini. “Herkese anlatacağım” der ve anlatmaya başlar babaannesinin nasıl kaybedildiğini. Hem kemik mevzuu hem de Ebru’nun olayları herkese anlatması sorumluların hoşuna gitmez. Yıllar öncesinde işlenmiş bir cinayet vardır ve devlet aynı devlettir. Katliamların devamcısıdır. ‘80 döneminde nasıl insanları katlettiyse bugün de biçimi değişse de saldırıların özü değişmemiştir. Ebru yaptıklarından dolayı hapse atılır. Kardeşiyle olan konuşmalarında göze çarpan bir şey vardır: Hesap sormak! Babasının onu terk edişine üzülen Ebru artık bunun sorumlularından hesap sorma cüretini göstermiştir. Öncesinde tarihi sorgulamazken şimdi sorumlularıyla bir nebze de olsa yüzleşmiştir. Ne de olsa devlet sorumludur bundan. Ebru’nun anlattıklarının kaç sene önce olmasına rağmen yankı bulmasından korkmuş ve onu kendince cezalandırmıştır. Günümüzde de bu olgu bize çok uzak değildir.

Başlarda tarihi kendi üzerinden ele alan Ebru daha sonra tarihe bilimsel bakmaya başlayıp kendi çelişkilerini kavramıştır. Ebru’nun bu bilinci hesap sorma bilincine evrilmiştir. Hâlâ kayıplarını arayanlar var ve faşist devlet kayıplarını arayanlara hâlâ saldırıyor. Galatasaray Meydanları kapatılan Cumartesi Anneleri, kimsesizler mezarlığında evlatlarını arayan aileler hesaplaşma mücadelesine devam ediyorlar.