[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle”]
Bir süredir emperyalist-kapitalist sistemi etkisi altına alan ve gittikçe yoğun bir şekilde hissedilen enerji krizi ve ekonomik kriz, emperyalistlerin tüm saklama, önlem alma çabalarına rağmen derinleşmekte ve derinleştikçe içinden çıkılmaz bir hale gelmektedir. Klasik bir söylemin ötesinde kriz günlük yaşamlarında işçi ve emekçileri yarına dair planlar yapamayacak, iş güvencesinden yoksun, her geçen gün daha fazla yoksullaşan bir duruma sokmaktadır. Krizin etkilerinin yoğun hissedilmesini işçi ve emekçilerin harekete geçmesine, hak taleplerini grevlere doğru çevirmeye ve mevcut hükümetleri zorlamaya başlamasından anlamaktayız.
Yine emperyalistler arasında krizin çözümüne yönelik geliştirilen politikalar nedeniyle bir gerginlik yaşanmaktadır. Avrupa’nın en büyük iki ekonomisine sahip ülkelerinden Almanya ve Fransa, Ukrayna savaşıyla başlayan ve günümüze kadar uzayan ve yoğunlaşan krizden en çok etkilenen iki emperyalist güç durumundadırlar. Bu iki emperyalist devlet arasında Almanya’nın krizin etkisini azaltmak ve gelişebilecek tepkileri, halk hareketlerini engellemek için “sus payı” olarak açıkladığı 200 milyar avroluk yardım paketi Avrupa Birliği’nde ciddi bir krize neden oldu. Özellikle Almanya ve Fransa arasında gerilime neden olan bu karar, emperyalist-kapitalistlerin düşünme sistematiği açısından da önemli veriler sunmaktadır. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Fransız gazetesi Les Echos’a yaptığı açıklamada Scholz hükümetinin destek planının Avrupa Birliği’nde “bozulmalara” yol açacağını iddia etti ve “Tutarlı bir yaklaşım istiyorsak, benimsenmesi gereken ulusal stratejiler değil Avrupa stratejisidir.” dedi. Aslında Fransa, AB içindeki en büyük ortağının kendilerine danışmadan böyle bir karar almasından rahatsız. İşçi ve emekçilere yönelik saldırılarda ortak hareket planına uymayan Almanya eleştirilerin hedefi olmaktadır. Fransa’da gelişen grev dalgası, yayılan eylemler düşünüldüğünde, Macron’un paniklemesi ve dostlarına sitem etmesi anlaşılırdır. Almanya’nın yardım paketinin eleştirilere konu olmasının nedenlerinden biri de Avrupa Birliği’ne üye daha yoksul ülkelerin rekabet gücünü baltaladığı iddiasıdır. Egemen sınıflar cephesinden sorun halkın yoksullaşmasına çözüm üretmek yerine emperyalist-kapitalistler arası rekabetin zarar görmesine indirgenecek kadar açık bir şekilde tarif ediliyor . Bu eleştirilere Almanya Ekonomi Bakanı Robert Habeck Financial Times’a verdiği bir röportajda şöyle cevap verdi: “Alman ekonomisi batarsa, onunla birlikte tüm AB ekonomisi de batar, yani Alman hükümetinin geçtiğimiz günlerde onayladığı 200 milyar avroluk yardım paketi aslında tüm Avrupa Birliği’ne de yapılan bir yardımdır. Bencil değiliz, Avrupa’nın kalbindeki bir ekonomiyi istikrara kavuşturmaya çalışıyoruz.”
KRİZE KARŞI İŞÇİ SINIFI VE EMEKÇİLER AYAKTA
Almanların “Biz batarsak herkes batar.” açıklamasını diğer yönüyle ele aldığımızda Almanya’da çakan kıvılcım kısa sürede tüm Avrupayı sarabilir. Bu nedenle Fransızlar ortak hareket etmekten, aynı kararları birlikte uygulamaktan bahsetmektedirler. Emperyalistler açısından rekabet ve gerginlik böyleyken işçi sınıfı ve emekçiler cephesinde ise; eylemlerin, grevlerin suya atılan taşın dalga dalga yayılması gibi yayıldığını söyleyebiliriz. Fransa’da petrol rafinerisi ve akaryakıt depolarında bir aydan fazla süredir devam eden grevin ardından ulaştırma sektöründe çalışanlar ve öğretmenler daha fazla maaş talebiyle 18 Ekim günü ülke genelinde iş bıraktı. Sendikaların çağrısıyla başta başkent Paris olmak üzere büyük kentlerde toplu ulaşım, eğitim, sağlık dahil çok sayıda meslek grubu grev ilan ederek yürüyüş düzenledi. Yapılan açıklamalara göre Paris’te 70 bin, ülke genelinde ise 300 bini aşkın kişi grevlere katıldı. Yapılan eylemlerde sistem karşıtı açıklamalar ve sloganlar ön plana çıktı. Protestocular “Pastanın Üstünde Kriz”, “Bruno Le Maire Bize Maaşını Ver” yazılı pankartlar taşıdı. Paris’te protestocuların barikat kurma girişimine polis saldırdı. Protestocular da polislere taş ve şişe fırlatarak yanıt verdi. Hükümet de enerji sektöründe başlayan grevlerin sağlık, tarım, gıda sektörü hizmetlerini zora sokması nedeniyle, çözüm olarak bazı rafinerilerde üretimin yapılmasını sağlamak için belirli işçileri kapsayan “zoraki çalıştırma” prosedürünü devreye sokmuştu. Hükümet, ülkedeki benzin istasyonlarındaki uzun kuyrukları bahane ederek iki bölgede akaryakıt deposuna el koyma kararı aldı. Aslında hedef grevin etkisini kırmak ve ülke geneline yayılmasını engellemektir. Bu nedenle yapılan gösterilere polis azgınca saldırmaktadır. Bu eylemlerin ve grevlerin önümüzdeki haftalarda süreceği ve yaygınlaşacağı yapılan açıklamalardan anlaşılmaktadır.
Avrupa’nın en güçlü ekonomisine sahip Almanya’da da işler egemen sınıflar açısından pek iyi gitmiyor. Ukrayna savaşıyla enflasyonun yüzde 10 gibi rekor seviyelere ulaştığı, enerji fiyatlarının el yaktığı bu dönemde birçok yerde hayat pahalılığı, zamlar ve enerji krizi nedeniyle yapılması planlanan kısıtlamalara karşı eylemler yapılmaktadır. Almanya’da sağcı-faşist partiler bile yaşanan krize karşı sokaklara çıkmaktadırlar. Yapılan eylemlerde “Ekonomik Savaşı Durdurun”, “Savaş ve Yıkım İçin Tek Bir avro Vermeyin”, “Milyarlar Sosyal Alanlar İçin”, “Ateş Etmek Yerine Müzakere” yazılı pankartlar taşınmakta ve Rusya’ya destek çağrıları yapılarak Alman hükümetinin politikaları eleştirilmektedir.
Avrupa’da yaşanan grev ve eylemlerin ortak noktası, yüzde 10’ları geçen enflasyonun yol açtığı alım gücünün düşmesinden dolayı ücretlerin artırılması talebi. Bu ekonomik taleplerin yanında eylemlerde NATO’ya tepkiler ve Rusya’ya yönelik ambargoların kaldırılması da dile getiriliyor. İngiltere’de derinleşen ekonomik ve politik krizin sonucu başbakanların kısa süreli olmasını getiriyor. İstifa eden Başbakan Liz Truss’un istifa etmeden önce açıkladığı ekonomik pakete karşı demiryollarında başlayan grevlerin diğer sektörlere yayılması gündemde.
Önümüzdeki kışın işçi ve emekçiler cephesinden enerji kısıtlama tehditlerine rağmen sıcak geçeceği, sokakların hareketli, mücadelenin daha güçlü olacağı bugünden görülmektedir. Mevcut sistemleri ciddi derecede etkileyecek bu hareketlilik ne yazık ki bugün için devrimci, komünistlerin önderliğinden yoksundur. Bu nedenle nereye evrileceğiyle ilgili öngörüsüz tespitler yerine, işçi sınıfı içindeki örgütlülüklerin güçlendirilerek doğru bir rotaya çekilmesi önemli bir görev olarak komünistlerin önünde durmaktadır.