[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle”]
Şimdiye kadarki bölümlerde Marksist teorinin ve bir Marksist programın devrim sürecinde oynadığı veya oynayacağı rol üzerinde durduk. En son bunun “komünist partisi birliği” bakımından taşıdığı öneme dikkat çektik. Kuşkusuz komünist partisinin birliği komünizme kadarki her aşamada farklı özellikler gösterecek biçimlerde sürekli bir sorundur. Dolayısıyla bu birliğin daima teori ve programlarla tanımlanması, somutlaştırılması ve geliştirilmesi gerekecektir.
Bunun temel koşulunun MLM ve bir genel siyasi hattın ilkelerle sabitlenmiş bir zeminde hayata geçirilmesi olduğunu yine hatırlatalım. Bu temel koşulu taşımayan her durum komünist partisine uymayan ve hatta onu gerileten bir özellik olarak değerlendirilmelidir. Komünist partisinin temel özelliklerine daha önceki sayılarda yer vermiştik. Proletaryanın çıkarları temelinde örgütlenen komünist partisi toplumsal gelişmenin yönüne uygun olarak bu çıkarları günün şartlarına göre belirlemek zorundadır. Marksist bir programda özellikle ilk bölüm bu çıkarların açıklanmasıdır.
Programın birinci bölümü ülkenin toplumsal ekonomisinin tarihsel bir açıklamasını içerir; çünkü bugünün koşullarını anlamamızı sağlayacak olan tarihtir. Tarihi incelemeksizin, salt bugüne bakarak koşullar hakkında yorumlar yapmak önemli derecelerde hatalara, yanılmalara yol açar. Bunun çeşitli biçimleri devrimci hareketin konu hakkındaki yorumları incelenerek rahatlıkla saptanabilmektedir. Bunların ortak bir özelliği nitelikteki değişimlerin nedenlerini, nasıl olduklarını kuşkuya yer bırakmayacak biçimde açıklamadan bugünün “gelişmiş” sosyo ekonomisini yorumlamalarıdır. Marksist yaklaşım bugünü açıklamak için tarihsel bir değerlendirme yapmak gerektiğini bilerek hareket eder. Bilimsel ve tabii ki doğru olan budur.
Bizim de bir program oluşturma sürecinde yapacağımız ilk iş bu olmalıdır veya biz bir programın öncelikle bu özelliğini incelemeliyiz.
EMPERYALİZME BAĞLI SOSYO EKONOMİK YAPI
Emperyalizm çağında ülkelerin iki ana gruba ayrıldıkları bilinir. Egemen ülkeler ve sömürge-bağımlı ülkeler olarak iki ana gruba ayrılan ülkeler kendi içlerinde benzer özellikler taşırlar. Bu özellikler bu ülkelerin sosyo ekonomik gelişimlerinin seviyesini içerir. Bu nedenle ortak özelliklerin “proletaryanın çıkarları bakımından genel olarak aynı koşulları” gösterdiklerini varsaymak gerekir.
Sömürge ve bağımlı ülkelerin kapitalist gelişmelerinin henüz başlangıcında emperyalizm çağına girmiş olmaları bunları bu bakımdan ortaklaştırmıştır. Bunların hepsi emperyalizmin etkisi altında kapitalist üretimin ikili karakterini, bu anlama gelmek üzere türdeş olmayan biçimlerini taşırlar. Henüz başlangıçta güçlü ve gelişmiş yabancı sermayenin egemenliği bu ülkelerin “kendi sermayelerini” sürgit bir baskı altında tutar. Bu ülkelerin sosyo ekonomik niteliğini, dolayısıyla bugünkü koşulları bu baskı kavranmadan açıklamak kesinlikle gerçekçi ve doğru değildir. O halde programın ilk bölümünde özellikle üzerinde durulması gereken mesele emperyalizmle ilişkinin tarihidir. Kendi kapitalist gelişiminin derecesi ile emperyalizmle ilişkilenmenin tarihi bize bir ülkenin bağımlı bir ülke mi bağımsız bir ülke mi olduğunu genel olarak açıklayacaktır.
Türkiye’nin bu bakımdan incelenmesi doğal olarak Türkiye Cumhuriyeti öncesinden başlayacak bir tarihsel süreci konu etmeyi gerektirir; çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin taşıdığı temel özellikler Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalma özelliklerdir. Gerçi önemli bir kesim, egemen anlayışın propagandasının etkisiyle Türkiye ile Osmanlı İmparatorluğu’nu ayırır. Oysa bu gerçeklikle örtüşen bir yaklaşım değildir. Türkiye siyasetindeki egemen sınıf kamplarının niteliği dahi bize Osmanlı dönemindeki, İstanbul hükümeti ile Ankara hükümeti arasında somutlaşan çatışmanın, elbette gelişerek, değişerek devam ettiğini göstermiştir veya göstermektedir. Şu bizim için tartışılmaz derecede açık bir gerçekliktir ki Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu padişahlığı temsil eden İstanbul Hükümeti’ne rağmendir; ama feodalizme ve emperyalizme karşı değildir. Türkiye Cumhuriyeti tarihi incelendiğinde hem emperyalizmle kurulu ilişkiler hem de ülkedeki egemen sınıfların niteliği ve tahakkümü esasen değişmemiştir. Egemen üretim ilişkilerinin değiştirilmesi bakımından vaatlerde bulunulmuş olsa da hiçbir adım atılmamıştır. Buna eğilim gösterenler de uygun her fırsatta siyasetten tasfiye edilmişlerdir. Bu bakımdan Türkiye’nin sosyo ekonomik sistemi başından itibaren emperyalizme bağlı (bağımlılık kavramı da uygundur; fakat aynı derecede gelişmiş ülkeler arasındaki karşılıklı bağımlılık ilişkileri bizim bu kavramla anlattığımız tek yönlü ilişkinin anlaşılmasını kısmen engellemektedir. Bu nedenle “bağlı” kavramını tercih ettik. “Bağımlılık” kavramının da aynı içerikte olduğunu her şeye rağmen belirtelim) bir sistem olarak gelişmiştir. Bunun tarihsel bir süreç olduğunu, bu sürecin hiçbir dönemde kesintiye uğramadığını, hemen hemen aynı düzeyde sürdüğünü görüyoruz. Bu tek yönlü ilişki öz olarak bugüne kadar ve bugün de değişmedi. Önce İngiltere’nin, sonra Almanya’nın ve uzun bir dönemi kapsayan son dönemde ABD’nin tahakkümündeki bu ilişki sonuç olarak emperyalizmin gelişen ve değişen koşullarının ürünü olarak farklı biçimlerde varlığını sürdürmektedir. Burada temel olan şey bu ilişkinin korunmuş olmasıdır. Bu ilişkinin korunması ülkenin kendi gelişimini köstekleyen; kapitalist gelişimin emperyalizmin çıkarları temelinde gerçekleşmesini sağlayan koşulların sürdürülmesidir. Bugünü anlamak istiyorsak tarihsel olarak oluşmuş bu ilişkinin temel alınması gerekir. Emperyalizmin ihtiyaç duyduğu kadar üretim yapabilen bir ülke henüz kapitalist üretim tarzı üzerinde inşa edilmiş bir ekonomik sistem oluşturmuş olamaz. Kapitalist üretim tarzı bu türden bir tek yönlü ilişkiyi reddeder…
Günümüzde emperyalizmin sermayesine bağlı ülkelerin ekonomisini belirleyen biçimler borç ve bazen de yardım adı altında gerçekleşen sermaye ihraçlarıdır. Bu sermaye ihracı emperyalist sömürünün temelidir ve sosyo ekonomik gelişmenin kendi dinamiklerini baltalar. Bu borç ve yardım altındaki sermaye ihracının her türden siyasi ve askeri ilişkinin de belirleyici öğesidir. Türkiye’nin dahil olduğu NATO gibi ittifakların da gene bağımlılık ürettiğini en son F-35 savaş uçaklarıyla ilgili gelişmelerde gördük.
Programın içerdiği bu mesele hem ortak bir tarih bilincinin gelişmesi bakımından önemlidir hem de dost ve düşman ayrımının objektif biçimde tanımlanması bakımından önemlidir. Egemen sınıfların niteliği bize nasıl bir devrim sürecinde olduğumuzu göstereceği gibi nasıl bir devrim yolu izlemek zorunda olduğumuzu da gösterir.
BAŞ ÇELİŞME NASIL KAVRANMALIDIR?
Mao Zedung’un “baş çelişme” olarak kavramlaştırdığı “bir süreci belirleyen çelişmenin keşfi” sorunu tüm komünistler için tayin edici bir sorundur. Hatta komünist olmak için bu “keşfi” başarıyla gerçekleştirmek zorunludur. Komünist partileri tarihindeki sapmaların, ayrışmaların, bölünmelerin bu sorunla ilişkisi belirleyicidir. Programın konu ettiğimiz bölümü tam da bu keşfi içerir. İbrahim yoldaşın “güvenilir bir bolşevik olan Şnurov’a kadar” henüz kavramadıklarını ifade ettiği şey de özde bu keşfi içerir. İbrahim şöyle diyor: “Biz, önceleri, Kurtuluş Savaşı’na milli karakterdeki orta burjuvazinin önderlik ettiği görüşündeydik. Fakat Stalin yoldaşı ve Şnurov yoldaşı daha dikkatli olarak inceleyince bu görüşün yanlış olduğunu gördük” (Seçme Yazılar, s. 83, Umut Yayımcılık, 2012) İbrahim yoldaşın bu noktadaki görüş değişikliği onu tüm oportünist, revizyonist kesimlerden kesin biçimde koparmış ve bundan itibaren onlarla uzlaşmaz ve amansız bir mücadele içerisine girmesine yol açmıştır. Söz konusu keşfin önemini anlamak bakımından İbrahim yoldaşın bu görüş değiştirme pratiği incelenmeye değerdir.
Kuşkusuz sorun sadece Kurtuluş Savaşı’na kimin önderlik ettiğinin doğru tespit edilmesi değildir. Örneğin aynı görüşü savunmakla beraber bugün Türkiye’de devrim koşullarının nitelik bakımından değiştiğini iddia edenler var. Bunların hatası “aynı egemen sınıflardan” bahsetmekle birlikte emperyalizmin değişen ihtiyaçlarına ve bir ölçüde değişen sömürü yöntemlerine “aldanarak” bu egemen sınıfların nitelik değiştirdiklerini sanmalarıdır. Oysa İbrahim yoldaş bunların nitelik düzeyinde değişebilir kapasitede olmadıklarını bilerek tayin edici bir “görüş düzeltme” pratiği sergilediğini apaçık ortaya koyan önder bir komünisttir…
Lenin yoldaş genel olarak sorunları, konu bakımından ifade edersek süreçleri çözmenin kriteri üzerinde dururken burada göstermeye çalıştığımız aynı özelliği şu şekilde açıklamıştır: “Bir devrimci ve genel olarak sosyalizm savunucusu veya bir komünist olmak yetmez bir kimse her özel anda, zincirin özel halkasını bulabilmelidir, tüm zinciri kavrayabilmek ve halkalardan bir diğerine geçişi hazırlayabilmek için bir kimse bütün kararlılığıyla bu özel halkayı kavramalıdır…”
Zincirin özel halkasını bulmak, zincirin bütününü kavramak ve halkalar arasındaki ilişkileri çözerek ilerlemek bakımından zorunludur. “Özel halka” bir kere kavrandı mı gerisinin anlaşılması ve her halkadan bir diğerine geçişin sağlanması olanaklı hale gelir. İbrahim yoldaş Stalin ve Şnurov yoldaşı (Şnurov’un ayırt edici özelliği bahse konu süreç hakkında ayrıntılı ve birebir bir incelemeye sahip olmasıdır) dikkatli olarak incelemekle beraber temel bir meselede “konum değiştirmiş,” bu sayede tüm Türkiye Cumhuriyeti tarihini kavrayabilmiştir. Onun bu özel halkayı bütün kararlılığıyla kavradığını ise ilgili yazılarını okuyan herkes rahatlıkla görebilir. Öyle ki bu noktadaki kararlı kavrayışı onu tüm gerici zincirlerden koparmakla kalmamış bu zincirleri her defasında parçalamakta hiçbir tereddüt göstermemesini de sağlamıştır. Zincirin tümünü kavramak stratejik başarıya ulaşmanın şartlarını hazırlayacağı için de belirleyicidir.
Programın bu kısmının önemi buradan anlaşılabilirdir.
Kurtuluş Savaşı’na önderlik edenlerin milli karakterdeki orta burjuvazi değil de toprak ağaları, komprador büyük burjuvazi ve tefeciler olduğu gerçeği sonranın farklı kavranmasına vesile olmuştur. Türkiye’nin Osmanlı’dan kalma gericiliği, düzeni bu sınıflarla sürdürdüğü gerçeği komünist partisinin kimlere karşı kiminle hareket edileceğini doğru olarak belirlemesinin temelidir. Türkiye devrimci hareketinde uzun süre Kurtuluş Savaşı’na önderlik edenlerle daha sonra iktidara gelenler arasında tam bir karşıtlık olduğu düşüncesi hâkim olmuştur. Bu düşünce sadece devrimin kimlere karşı gelişmekte olduğunu kavramayı değil, aynı zamanda devrimin güçlerinin kimler olduğunu kavramayı da olanaksız kılmaktadır. Devrimci harekette de etkisini göstermiş olan “ordunun ilericiliği” anlayışının temeli de budur. Bunun 12 Mart Askeri Muhtırası’na yaklaşımlardaki etkisi dikkate değerdir. Örneğin bu muhtıranın, Demokrat Parti’nin iktidardan düşmesinden sonra yaşanan ekonomik ve siyasi krizin çözüme kavuşmamasının sonucunda gerçekleştiği iddiası onu olumlu değerlendirmenin bir ürünüdür. Hakeza “CHP faşizmine” karşı Demokrat Parti’yi destekleyen TKP’nin içler acısı durumu da aynı sorundaki bir başka büyük gaflettir. Kıvılcımlı’nın kötü ünlü “ordu kılıcını attı” sözü devrim beklentisinin, süreçlerin yanlış halkadan kavranmasının ya da özel halkanın kavranmamasının bu gibi çok temel hatalara, büyük zaaflara yol açtığını bu örnekler sarsıcı bir biçimde göstermektedir. Bu hatalı, zaaflı tutumların sahipleriyle İbrahim’in ne derecede farklı davrandıkları, farklı düşündükleri söz konusu tayin edici kavrayışın önemini görmek bakımından incelenmeye değer kabul edilmelidir.
Programda böyle bir bölümün olması tarihsel bir kavrayış bakımından önemlidir; ama o sadece bu bakımdan değil nasıl bir komünist partisi inşa edileceği, bu komünist partisinin nasıl bir yol yürüyeceği, bu partinin görevlerinin gerçekleştirilebilir olması bakımından da önemlidir.
Komünist partisinin önündeki görevlerin hem bir tarihsel sürecin ürünü olduğu hem de bu aynı görevlerin bir sürece ait olduğu gerçekliği zincir metaforunun burada da geçerli olduğunu gösterir. Burada özel halka ne olacaktır ve bu nasıl kavranacaktır? Kavranmadığında yol alınamayacağını ileri süreceğimiz halkanın partinin inşası bakımından ve bunun da programın ilgili bölümü bakımından ne olduğunu tespit etmek gerekir.
ÖZEL HALKA TOPRAK DEVRİMİDİR
Yukarıda bu konunun aynı zamanda dost ve düşman ayrımlarını doğru biçimlerde yapmak için de gerekli olduğunu savunduk. Dost ve düşman nasıl bir devrim sürecinde olduğumuza göre değişir. Sosyalist devrim sürecinde örneğin devrimin dostları sınıflar bakımından daha sınırlıdır. Toplumun esas olarak burjuvazi ve proletarya olarak bölündüğü ülkelerde devrimin dostları ve düşmanları daha belirgin bir biçimde ayrışmıştır. Proletaryanın sosyalizm için şartların iyice olgun olduğu bu koşullarda kendi gerçek devrimini gerçekleştirmesi açık ki gayet olanaklıdır. Bunun için devrimin öznel güçlerinin, yani proletaryanın örgütlü gücünün hazır olması yeterlidir. Oysa toplumda henüz geri ekonomik ilişkilerin egemen olduğu koşullarda sınıfsal ayrışımlar çok çeşitli ve dağınıktır. Toprak devriminin özneleri içinde yoğun bir köylü kesimi, küçük burjuvalar, emperyalizm tarafından baskılanan milli karakterdeki burjuvazi de vardır. Bütün bu kesimlerin devrime kazanılması devrimin sürdürülebilirliği ve sosyalizm için şartların olgunlaştırılması için gereklidir. Dostların doğru tespiti bir devrimin başarısı için tayin edicidir. Kuşkusuz her bir dost sınıfın devrime kazanılması kendine has gelişmelere, koşullara sahip olacaktır. Örneğin içinde yaşadıkları zor koşullar yoksul köylülerin daha hızlı bir şekilde devrim hareketine katılmalarına neden olabilecekken ulusal karakterdeki orta burjuvazinin devrim hareketine katılması güçler dengesinde proletarya lehine güçlü bir değişimi şart koşar. Bunun gerektirdiği temel şey ise proletaryanın yoksul köylülerle kuracağı güçlü ittifaktır. Ancak böyle bir ittifak güçlü bir şekilde kurulup gelişirse ulusal karakterdeki burjuva kesimler devrime katılacaklardır veya devrime tabi olacaklardır. Bu da bizi özel halkanın kaynağına getirir.
Burada özel halka toprak devrimidir. Programın konu ettiğimiz bölümünün ana içeriği toprak devriminin koşullarını yaşadığımız olacaktır. Bunu açıklayabilen bu ilk bölüm bize böyle bir devrim için komünist partisine olan gereksinimin özelliklerini de sunar. Bu partinin bütün bu dost kesimleri örgütleyebilecek, devrimin gelişimiyle bağlantılı olmak üzere bu kesimleri saflarına (elbette devrimin saflarına) katabilecek bir stratejiyle hareket etmesi gerekecektir. Toprak devriminin özellikleri doğal olarak bununla uyumludur. Bu devrimin anti feodal ve anti emperyalist özellikleri bahsini ettiğimiz dost güçlerin çıkarlarıyla tamamen uyumludur. Şu açıktır ki bu nitelikteki bir devrimin başarısı ancak bu sınıfların katılımıyla mümkündür. Bunu kavramaya olanak verecek şey devrimin bir toprak devrimi olduğunun kavranmasıdır. Toprak devrimi feodalizme karşı gelişecektir ve emperyalizm de onunla birlikte alt edilecektir. Emperyalizm bir toprak devrimine karşıdır. O ülkedeki ekonomik şartların kendine bağımlı olarak sürmesinden yanadır. Bu nedenle tarımda gelişmeyi, kendi sanayisini yaratmaya olanak verecek bir ilerlemeyi esas olarak olanaksızlaştırır. Son 30 yıl içinde tarımda kendi pazarını yaratma politikasıyla bizimki gibi ülkelerde neden olduğu daralma emperyalizmin sömürü ve talana dayalı ekonomi politikalarının zararlarına işaret eder. Devrimin dostu sınıfların bu zararlar karşısında proletaryanın geliştireceği devrime katılması objektif olarak bir gerçekliktir.
Komünist partisinin bu temel görevi yerine getirmesinin de koşulu görevler zincirinin özel halkasını bulmasını gerektirecektir. Sağlam bir örgütlenme bunun için ilk koşuldur. Rusya’da bu tartışma özel bir süreci gerektirmiştir. Uzun bir süre amatör bir örgütlenme içinde hareket eden komünistler Rusya’da devrim için sağlam, güçlü bir disipline sahip, merkezi olarak yönetilen, etkin bir iş bölümüne tabi, tek bir bütün içinde hareket etme yeteneği kazanmış bir partiye gereksinim olduğunu ileri sürdüklerinde “zincirin özel halkası”nı da yakaladıklarını göstermiş oldular. Ancak bu özel halka tespit edildikten sonra tüm teorik çalışmaların devrimle gayet uyumlu bir seyri olabilecekti. Bu halka kavranamadığında Lenin’in tespit ederek hızla harekete geçtiği çürüme, ileriye doğru hiçbir adım atamama, önemli derecede keşmekeşin önü alınamayacaktı. Lenin “Ne Yapmalı?” broşüründe özel halkanın ne olduğunu olabildiğince açık bir biçimde ortaya koyar. Bu öyle güçlü bir ortaya koyuştur ki uluslararası komünist hareketin örgütlenme anlayışı bakımından bu eser bir manifesto niteliğindedir. Bu eserde komünist partisinin nasıl etkin, hızlı, tek vücut hareket edebilen, aynı amaca kilitlenen ve dağınıklığa önemli derecede izin vermeyen; ama aynı zamanda tek başına kendi yolunu bulma yetisi de taşıyan bir yapı olabileceği anlatılır. Bu eser komünistlerin örgütlenmede özel halkayı nasıl kavradıklarını gösterir. Bu halkayı kavramak bizim için aynen geçerlidir.
Stalin yoldaş bu konudaki kavrayışın önemini şöyle açıklamış:
“Burada söz konusu olan nokta, partinin önündeki bütün görevlerden, gerçekleştirilmesi merkez noktayı teşkil eden ve yerine getirilmesi diğer acil görevleri başarıyla gerçekleştirecek olan en acil ve özel görevi bulup çıkarmaktır.” (Stalin, Strateji ve Taktikler, s.66)
“Dar görüşlülük ve amatörlük partiyi yukarıdan aşağıya çürütürken, ideolojik karışıklık partimizin iç hayatının ayırt edici özelliğiyken, partinin önündeki görevler zincirindeki temel halka ve temel görev bütün Rusya ölçüsünde illegal bir gazetenin kurulmasıydı. Tek bir bütün içinde birleştirmeye yetenekli sağlam bir parti gövdesi yaratma, ideolojik ve taktiksel birlik için şartları hazırlama ve böylece gerçek bir partinin kurulması için temel inşa etmek mümkün olabilirdi.” (age, s. 66)
İçinde olduğumuz koşullarda bu meselenin önemini yadsıyacak bir program olamaz. Çalışmalarda özel halkanın kavranması her zaman başattır. Bunu program çalışmalarında da önemsemek ve uygulamak gerekecektir. Programın ilgili bölümünün doğru incelenmesi bizi bütünü kavramamız için yetkin veya güçlü kılacaktır.