[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle”]
Eylül ayı ile birlikte gazetecilere dönük birçok saldırıyla karşı karşıya kaldık.
Bu ay içerisinde gazetecilere dönük ilk saldırı Van’da gerçekleşti. “1 Eylül Dünya Barış Günü” mitingi sonrası yürüyüşe geçen kitleyi haber takibine alan gazetecilere polis saldırdı. Polisler, kitleyi takip eden gazetecilerden Mesut Bağcı’yı yere yatırarak darp etti ve kamerasını kırdı.
Yine aynı gün kendisini TEM Şube’den diye tanıtan bir sivil polis Mezopotamya Ajansı (MA) muhabiri Berivan Kutlu ile JINNEWS muhabiri Zelal Tunç’u ölümle tehdit etti. Polis, gazetecilere “Seni vururum, kimse seni bulamaz.” tehdidinde bulundu. Aynı polis, JINNEWS muhabiri Elfazi Toral’a da silah çekti. Bu anlar görüntülere de yansıdı. Ayrıca polisler, sık sık gazetecilerin görüntü almasını engelleyerek, kameralarını kırmaya çalıştı. Özellikle birkaç aydır demokratik eylemlerde gazetecilerin haber takibi yapması engelleniyor. Bu engellemeler sonucu gazeteciler ya gözaltına alınıyor ya da darp edilerek eylem alanından zorla uzaklaştırılıyorlar.
Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Ağustos Ayı Gazetecilere Yönelik Hak İhlalleri Raporu’nda 4 gazeteciye soruşturma, 4 gazeteci hakkında dava açıldığı belirtildi. Ayrıca açılan soruşturmalar ve davalar sonrasında toplam 28 gazetecinin ağustos ayı içerisinde yargılandığı vurgulandı. Eylül ayı ile birlikte soruşturma ve davalar devam etti. Gazeteci Oktay Candemir’e Van’da özellikle kayyum belediyelerinde usulsüzlük ve yolsuzluk yapıldığını açığa çıkardığı için AKP’li Çetin Can’ın şikâyet etmesi sonucu soruşturma açıldı.
Van’ın Çatak ilçesinde askeri helikopterden atılan ve daha sonra yaşamını yitiren Servet Turgut ve Osman Şiban’ın gözaltına alınma kararı ile Turgut ve Şiban’ı atan polis ve olayı ortaya çıkaran gazeteciler hakkında gözaltı kararı veren savcının aynı olduğunu “Gazetecilere gözaltının talimatını aynı savcı verdi” başlıklı haberiyle duyuran Mezopotamya Ajansı İmtiyaz Sahibi Ferhat Çelik ile haberi paylaşan Jiyan TV İmtiyaz Sahibi İdris Yayla hakkında süren soruşturma davaya dönüştü.
Gazeteci Sadık Topaloğlu ve Sadiye Eser’e “örgüt üyeliği” gerekçesiyle 6 yıl 3 ay hapis cezası verildi.
Dava, soruşturma ve tutuklamaların dışında haber takibi esnasında darp, tehdit, gazetecilik mesleğinin icrasının engellenmesi gibi birçok olayla karşılaşmaktayız.
Egemen sınıfların ve temsilcilerinin yönetememe krizi derinleştikçe saldırganlıkları da o oranda artıyor. Özellikle son birkaç yıldır demokratik eylemlerin birçoğuna saldırı gerçekleşiyor. İşçilerin grev ve hak arayışlarından, gençliğin refleks eylemlerine ve köylülerin toprak mücadelesine kadar birçok alanda devlet saldırısı artmıştır. Saldırıları teşhir etmek ve geniş halk yığınlarına yaymak isteyen gazeteciler ise bu saldırılardan payını almaktadır.
Devrimci, demokrat basının faşist ablukaya alındığı kriz ortamında gazetecilere yönelik baskıların artması beklenendir. Elbette bunun “normalleştirilmesine” karşıyız. Özellikle de bizimki gibi ülkelerde basının abluka altına alınması, faşist iktidar yıkılmadıkça bakidir.
Bu haberler gazetecilik misyonu üzerine düşünmeyi, koşulların gazeteciler için zorlaştırılmasına karşı bilinçlenmeyi öğütlemektedir. Biliyoruz ki bu saldırılar egemenlerin bunalımından kaynaklanmaktadır, dolayısıyla süreğendir. Bu süreğen saldırıların arkasındaki yapıyı bilmek ve buna göre konumlanmak gerekmektedir. Bu yapının ne olduğunu hatırlayalım…
BURJUVAZİNİN DEMOKRASİ SOSLU DEVLETİ
Kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesiyle birlikte feodalizmin tasfiye sürecinde ticaret burjuvazisi “demokrasi” hülyasıyla ezilen sınıfları kendi devriminde birleştirmeye çalışmıştır. Özellikle burjuvazinin en sık kullandığı argümanlar “demokrasi”, “halkın yönetime katılması” gibi kavramlardı. Gazeteciliğin ilk örnekleri burjuva demokratik devrimlerinde ortaya çıktı. Özellikle ilk gazeteciler (o dönem haberciler) feodal efendilerin, kralların, lordların lüks yaşamlarını propaganda aracı haline getiriyordu. Gazeteci veya haberci olarak nitelendirilen bu kişiler genel olarak ticaretle uğraşan, devletin bürokratik kademelerinde yer alanlardı. Burjuva demokratik devrimlerinden sonra ise burjuva devlet yapılanmasında yasama, yürütme, yargıdan sonra 4. kuvvet olarak “medya” (gazetecilik) yer aldı.
Emperyalizm ve Proleter Devrimler Çağı’nda ise gazeteciliğin rolü de değişmiştir. Burjuva demokratik devrimlerindeki “gazetecilik” anlayışı, komünist partilerin önderliğinde proletaryanın çıkarları için önemli bir araca dönüşmüştür. Ayrıca Ekim Devrimi ve Çin Devrimi’nin zaferinde gazetenin geniş halk yığınlarına seslenmedeki önemine tanık olduk.
Bugün internet ve teknolojinin gelişimi ile habercilik, gazetecilik anlayışı tartışılmaktadır. Fakat bu yazıda değinmek istediğimiz genel “gazetecilik” anlayışı olacaktır. Gazeteciliğin ortaya çıkışı burjuva demokratik devrimleri ile olsa da bugünü incelediğimizde eski tanımın yetmediği görülmektedir. Emperyalist kapitalist devletlerde gazetecilerin daha “bağımsız” haber üretimi gerçekleştiriyor algısı halk içerisinde ve hatta ülkemizde de gazeteciler arasında yaygındır ve bu tartışma konusudur. Bu tartışmanın içeriğinden bahsetmeden önce emperyalist kapitalist merkezlerdeki “haber ajanslarını” kısaca bir inceleyelim.
The Guardian (1821), Reuters(1851), Agence France-Presse (1835) gibi en çok bilinen ajanslar özellikle büyük sermayedarların kontrolü altındadır. Kuruluşları 19. yüzyıla dayanan bu ajanslar ticaret burjuvazisinin öncülüğünde var olmuşlardır. Geçtiğimiz yıllar içerisinde de haber ajanslarının sayısı artmış özellikle burjuvazinin devlet yapılanmasında da bu tür ajanslar yer almıştır. Bugün karşımıza çıkan ise burjuvazinin tamamen hem ticari sömürü ağı hem de burjuva ideolojisini yaymada bir kurumsal yapı olduğudur. Bu ticari sömürü ağı aynı zamanda sömürge, yarı sömürgelerde emperyalizme bağımlı “propaganda” merkezlerinin kurulmasıyla yayılmıştır. Bu durum kendi ideologlarını yetiştirme ve sömürü düzenini kalıcılaştırma üzerinedir.
EMPERYALİZME BAĞIMLI HABERCİLİK
Türkiye’de basılı yayın organlarından, internet haberciliğine kadar birçok alanda komprador burjuvazinin egemenliğini görmekteyiz. Ticarileşmiş olan basın tamamen egemen sınıfların kontrolü altındadır. Dolayısıyla egemen sınıfların teşhirini, gerçekliğini ortaya koyan habercilik anlayışı faşist iktidar eliyle imha edilmeye çalışılmaktadır. Türk komprador burjuvazisi emperyalizm ile kurmuş olduğu bağın gereği olarak ondan azade hareket etmemektedir. Burjuva-feodal medyada her gün değişen haber içeriklerini de bu şekilde okumak gerekir. Türk egemen sınıflarının yeri geldiğinde emperyalizme karşı “aslan” rolüne büründüğünü gösteren haberler, geniş halk yığınlarını ülkenin gerçekliğinden uzaklaştırma hedefini içerir. “Türkiye dünyada söz sahibi” propagandası buna bir örnektir. Son zamanlarda Rojava’ya dönük operasyonlar için Türkiye’nin emperyalist efendilerinden icazet alma çabası, burjuva-feodal medyada her seferinde “Bir gece ansızın geleceğiz” söylemleriyle paylaşıldı. Gerçeklik ise Türkiye’nin Rojava operasyonuna izin isteminin reddini içeriyordu. Bu konu ettiğimiz duruma küçük bir örnektir.
Bu konuda şu noktaya değinmek gerekiyor: AKP’nin iktidara gelişiyle birlikte egemen sınıfların gazetecilik anlayışında da bir değişiklik söz konusudur. O da ne olursa olsun düzenin mutlak savunuculuğu ve iktidar yanlılığı; ajitasyon ve propagandanın AKP kadroları aracılığıyla devlet yönetiminde merkezileştirilmesi… Kısmi olarak AKP öncesi bu durum “iktidara muhalif gazeteciliği” iken AKP sonrası iktidara tam bağımlılık olarak dönüşmüştür. Eğer ki gazeteciler iktidar yanlısı, övgü içerikli habercilik yaparsa haber ajanslarında ve devlet bürokrasisinde yer edinme şansları o oranda yükseliyordu. Dolayısıyla bugün apaçık yapılan yalan ve aldatıcı habercilik meşru görülmeye başlandı.
AKP ile MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı, CHP’nin öncülük ettiği Millet İttifakı habercilik noktasında da dalaş içindedir. Millet İttifakı’nın temsilcilerinin “basın özgürlüğü” söylemine tanıklık ediyoruz. Özellikle son zamanlarda CHP’nin “demokrasinin kurtarıcısı” rolüne bürünmesi hak ve özgürlük söylemlerine yer verme zorunluluğuna neden oluyor. Bu söylemleri içerisinde basının tarafsız, özgür olmadığı doğrudur. Fakat tam da AKP-MHP iktidarının çatırdadığı dönemde bunların söylenmesi de tesadüfi değildir. AKP-MHP iktidarından “hoşnut” olmayan geniş halk yığınlarını kendi peşinden sürüklemesi için “demokrasi” hamaseti yapmak zorunda…
“Basın özgürlüğü” kim için yoktur?
Basın özgürlüğü devrimci basına yoktur. Fakat egemen sınıfların temsilcilerine “özgürlük” mutlaktır. Bizimki gibi ülkelerde iktidar değişimleri benzer içeriklere sahiptir. İktidardakinin koltuğu sallanırken, ona muhalif yeni bir güç yükselir. Bugün esen rüzgâr da benzerdir. Dünden farklı olan ise emperyalizmin yaşadığı kriz koşulları ve ona bağımlı ülkelerde krizin daha fazla hissedilmesidir. İktidar koltuğuna geçecek olan faşist düzen partileri böylesi dönemlerde ‘‘demokrasi’’ kavramını kullanmaktan çekinmezler.
AKP-MHP iktidarının gazetecileri CHP karşıtlığı üzerinden bir habercilik anlayışı çizerken, CHP ve şürekası ise bu karşıtlığı bir propagandaya dönüştürerek geniş halk yığınlarına “düzenin kurtarıcısı” rolüyle karşılık veriyor. Halk TV gibi CHP’nin sözcülüğünü yapan medya organları özellikle AKP karşıtlığı üzerinden kitleleri kendi ekseni etrafında toplayabilmiştir. Hal böyleyken “basın özgürlüğü” kavramı yine komprador burjuvazinin yani egemenlerin çıkarına yöneliktir. İktidar dalaşı bugün can alıcı bir biçimde kitlelerin karşısına çıkarılıyor. AKP’den hoşnut olmayanların karşısına seçim tartışmaları, “gidiyor” söylemleri, “kurtulacağız” nidaları çıkarılarak kitlelerin sömürü düzenine bağlılığı korunmaya çalışılıyor.
Şu bilinmelidir ki ne AKP-MHP iktidarı ne de olası CHP’nin öncülük ettiği Millet İttifakı iktidarı demokrasinin, basın özgürlüğünün teminatıdır. Bugün “mağdur” rolünde gözüken CHP vd. olası iktidar değişikliğinde egemen sınıfların bahşettiği rolü ivedilikle oynayacaktır.
Seçimlerin, iktidar değişimlerinin tartışıldığı bu ortamda AKP’nin gazetecileri, CHP’nin etrafında toplanmaya başladı. Son dönemde sıklıkla CHP’nin AKP’nin yanında yer alan gazetecileri kendi iktidarında ‘‘cezalandıracağı’’ söylemine rastlıyoruz. Bugün daha güçlü olarak kitlelerin karşısına çıkan seçim tartışmaları burjuva-feodal medyada da ayrışmalara neden oluyor. ‘‘Havuz medyası’’ olarak AKP döneminde karşımıza çıkan sermaye ortakları ve CHP’nin daha sonrasında oluşturduğu kendi medya alanı da ayrıca iktidar dalaşındadır. Geçtiğimiz aylarda Nagehan Alçı’nın Ekrem İmamoğlu’nun Karadeniz turunu takip eden “gazeteciler” arasında yer alması Nagehan Alçı gibi egemen sınıfların kalemşoru rolündeki birinin bugün CHP saflarına kayma gayreti “iktidar gazeteciliği”nin bir davranışıdır. İktidar değişikliği olasılığı güçlendikçe buna benzer durumlar tesadüfi olmaktan çıkacaktır. Gazetecilik anlayışının “iktidar sözcülüğü” biçiminde sınırlanması, sonrası için yaşanacakların bir örneği sadece…
SALDIRIYORLAR ÇÜNKÜ GERÇEKLER ACITIYOR
Tüm bunların dışında devrimci, demokrat basına yönelik saldırılar ise faşist TC’nin her dönem hedefindedir. Geniş halk yığınlarının gerçek sorunlarını, sömürü gerçekliğini haberleştiren, haber takibi yapan gazeteciler hiç kuşkusuz bu saldırıların her zaman odağında olacaktır. Haber takibi yapan gazetecilerin ölümle tehdit edilmesi, tutuklanması, darp edilmesi, soruşturma ve davalarla susturulmaya çalışılması faşist iktidarların baş ucu görevidir.
Lenin’in Myasnikova’ya mektubunda ‘‘basın özgürlüğü’’ hakkında şöyle demişti: “‘Basın özgürlüğü’ sloganı, ortaçağın sonunda büyük bir dünya sloganı haline geldi ve on dokuzuncu yüzyıla kadar öyle kaldı. Neden? Niye? Çünkü ilerici burjuvazinin fikirlerini, yani krallara ve rahiplere, feodal beylere ve toprak sahiplerine karşı mücadelesini dile getiriyordu.’’
Emperyalizmin hâkim olduğu bugünkü koşullarda “gazetecilik” başta işçi sınıfı olmak üzere geniş halk yığınlarına karşıdır. Bizimki gibi ülkelerde emperyalizme bağımlılığın sonucu olarak faşist iktidarlar “basın” organını halkın haber alma özgürlüğü olarak değil, halkın üzerinde baskı ve manipülasyon aracı olarak kullanmaktadır.
Gerçeklerin bugün dünden daha fazla manipüle edilebilir olması, bilişim teknolojisinin gerçeklerden çok yönlendirmeleri için bilgileri içermesi gazetecilere yüklenen tarihsel misyonu zorunlu kılmaktadır. Bu misyon bugün geniş halk yığınlarının çelişkilerini proletarya önderliğinde sömürü düzenine karşı ortaklaştırmaktır.
Ekonomik krizin, zamların, hak gasplarının, yaşam özgürlüğünün kısıtlanmasının, yasaklamaların ortak sebebi bu sömürü düzeninin kendisini yenileyememesindendir. Sömürü düzeninin temsilcileri bataklığın içerisinde cebelleştikçe saldırmaktadır. Bu bataklığın kurutulması ancak geniş halk yığınlarının çelişkilerinin örgütlenmesiyle gerçekleşecektir. Önümüzdeki koşullar hangi sınıfların temsilciliğinin yapılacağı konusunda bir ayrıma götürecektir. Sömürü düzeninin sürdürülmesi mi yoksa sömürü düzeni ve iktidarın yıkılması mı? Objektif koşullar devrimin zorunluluğunu dayatmakta, devrimin ve karşı devrimin saflarını da belirlemektedir. Saf tuttuk ve halkımızı bu saflara çağırıyoruz…