Devrimin maddi koşullarının olgunlaşması günümüzün en önemli özelliği olarak değerlendirilmelidir. MLM’nin, halkların gereksinimlerinin karşılığı olarak devrimlere inanmanın, halkın kendi iktidarını kurabilme olanaklarının varlığına işaret etmenin bir süredir “dinozorluk” olarak tanımlandığını biliyoruz. Gezi Direnişi her ne kadar bu yaklaşıma bir darbe vurmuş olsa da direnişin bir şekilde yenilmesi veya sonuçta “hiçbir” kalıcı başarı sağlayamaması aynı algıyı yeniden bütün bünyelere yerleştirdi. Şimdi hemen hemen aynı seviyede olmak üzere bu algıyla mücadele etmenin, bu algının dayandığı yanılgıların ve bu algıyı besleyen manipülasyonun gerçek dışılığını göstermenin gerekliliği ile karşı karşıyayız.
DEVRİM İÇİN ÖRGÜTLENMİŞ GÜÇLER
Bu algının nedenleri her birimizin gayet iyi bildiği nedenlerdir. Hatta bu nedenlerin devrimci hareket içinde ve komünist hareket içinde de sonuçlar verdiğini yakın zamanı tahlil eden herkes fark etmiştir.
Bunlardan biri devrimin öznel güçlerinin büyük ölçüde zayıf olmasıdır. Bu görece uzun bir zamanın konusudur. Geçen sayıda bunun nasıl göründüğüne ve genel olarak nedenine değinmiştik. Belirleyici olanın devrimin öznel güçlerinin devrimi kavrayışı olduğunu hatırlattık. Burada dikkat edilmesi gereken temel özellik devrimin öznel güçlerinin zayıf olması ile devrimin nesnel koşullarının olgunluğu arasındaki çelişkidir. Nesnel koşullar kuşkusuz ilerlemenin temelidir ya da devrimlerin nedenini ve nasılını bu koşullara bakarak değerlendirebiliriz. Buna karşın bu koşullar ancak öznel güçlerin elinde devrimin temeli olur; öznel güçler olmadığında somut koşulların masa olmak üzere hazırlanmış tahtalardan farkı yoktur. Nesnel koşulları küçümsemek ne derecede yanlışsa öznel güçleri küçümsemek de aynı derecede yanlıştır. Bu nedenle her devrimci özne için bu iki farklı şey arasındaki ilişki kavranmak zorundadır.
Uzun bir süredir öznel güçlerin zayıf olduğunu belirtiyoruz. Devrimin öznel güçleri devrimin örgütlü güçlerini ifade eder. Kuşkusuz bu örgütlü güçlerden kastımız esas olarak devrim için örgütlenmiş güçlerdir. Hatta bu da yetmez, bu güçler doğru bir çizginin rehberliğinde örgütlenmiş olmalıdırlar. Bu örgütlü güçlerin dışında elbette devrimin güçlerine dönüşecek yığınlar da vardır. Bu güçler öznel güçler olmaya adaydır ama doğrudan öznel güçler olarak değerlendirilemezler. Öznel güç olmayı belirleyen unsur amaç olarak devrimi benimsemiş olmak, bu da yetmez: bu amaç doğrultusunda esasta doğru olan bir çizgiyi örgütlüyor olmaktır. Devrimin gerçekleşmesi bu güçlerin devrimin öznel gücü olmaya aday kitleleri devrim için örgütlemesidir.
İKTİDAR HALKIN ELİNE
MLM biliminin temel öğretilerinden biri devrimin kitlelerin eseri olacağı öğretisidir. “İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır.” K. Marks; “Devrim kitlelerin eseridir.” Mao Zedung. Mao Zedung kitlelerin eseri olmayan, kitlelerin katılmadığı “devrimi” darbecilik olarak mahkûm eder ve bu anlayışla komünist partisi arasına kalın bir çizgi çeker. Nasıl olursa olsun ama “devrim olsun” ya da “iktidar ele geçirilsin” türünden anlayışlar komünistlerin değil devrimci saflarda çoğunlukla küçük burjuvazinin; ama esas olarak burjuvazinin anlayışıdır. Çünkü komünistler devrimi kitlelerin gereksinimlerinin karşılığı olarak, maddi olanakların sürekli gelişmesine karşılık bu gelişmeye karşılık veremeyen mülkiyet ilişkilerinin çürümesinin kaçınılmaz sonucu olarak ve nihayet kitlelerin iktidar bilinci edinerek iktidar mevhumunu sonlandıracak olması olarak kavrarlar. Sorun tek başına iktidarı ele geçirmek değildir ama iktidarın halkın eline, esas olarak da proletaryanın eline geçmesidir. Bazıları “tüm iktidarların kötü olduğunu” kaçınılmaz olarak sömürü veya birileri üzerinde egemenlik düzeni yaratacağını ileri sürerek “iktidarın ele geçirilmesine” karşı çıkmışlardır. Bu karşı çıkışın zaafı sınıf mücadelesini hiçe saymasıdır; bunun bir gerçeklik olduğunu anlayamamasıdır. Sınıfların ortadan kalktığı koşullar iktidar için mücadelenin de gereksizleşeceği koşullar olacaktır. İktidarlar devrildiğinde veya yıkıldığında sınıf mücadelesinin de biteceğini sanmak iktidarı sınıf mücadelesini doğuran unsur olarak değerlendirmektir. Oysa iktidar dediğimiz şey egemen sınıfın egemenlik aracıdır. Sınıflar var oldukça sınıflar mücadelesi de olacaktır ve sınıflar mücadelesi nihayet iktidar olmak veya iktidarda kalmak için verilen bir mücadeledir. İktidara sonuna kadar gereksinim duymayacak olan tek sınıf proletaryadır. Proletaryanın egemen olduğu sistem (sosyalizm) sınıfların yok olmaya yüz tuttuğu sistemdir. Ancak bu sistemde de sınıflar mücadelesi devam eder.
Devrimin kitlelerin eseri olması tüm devrimlerin bir özelliğidir ve buna sosyalizmde gerçekleşecek olan proleter kültür devrimleri de dahildir. Öznel güçler, yani devrimin örgütlü güçlerinin işi devrimi kitlelere mal etmektir. Devrimin öznel güçlerinin zayıflığından kastımız devrimin gerçek yaratıcısı olan kitlelerin bu güçler tarafından henüz devrime ikna edilmemiş olmasını, devrim için kitleleri örgütlemekte zayıf olmasıdır. Bu güçlerin zayıf olması zaten hâkim olan karşıt güçlerin hâkimiyetini pekiştirir; çünkü bu hâkimiyetin zayıf karakteri ve genel çoğunluk aleyhine olan her türden özelliği öznel güçlerin zayıflığı durumunda anlamsızlaşır. Aklı selim herkes ancak yıkabileceği duvara yumruk sallar: sağlam bir duvarı yumrukla yıkamayacağı için aklı selim biri o duvara yumruk atmayı denemez bile; ancak çürümüş bir duvar söz konusu ise duvarı yumruklamak o duvardan nefret eden biri için gerekli bir iştir! Öznel güçlerin zayıflığı durumunda çoğunluk memnun olmasa da koşullardan zarar gördüğünü bilse de bunları olağan veya değişmez kabul eder. Bu durum öznel güçlerin gelişmesi karşısında önemli bir engeldir. Birçok yoldaşımız için, devrim isteyen insan için bunun ciddi bir dert olduğunu biliyoruz.
“KİTLELERİ DEVRİME NASIL İKNA EDECEĞİZ?”
Öncelikle devrimin uzun süreli ama aynı zamanda sürekli ve belli bir çizgide, bilinçli yürütülecek bir çalışmanın; hatta bütünlüklü bir kitle eylemini oluşturmak üzere çok sayıdaki çalışmanın sonucu olduğunu kavramamız gerekir. Bazıları bu çok önemli özelliği ihmal etmektedir. Kitlelerin genel kavrayışsızlığına, olana tabi hareket tarzına bakarak devrimi olanaksız görmekteler. İşin doğrusu hemen tüm devrimlerde böyle bir bakış açısı olmuştur. Devrimci irade bu bakış açısıyla da sıklıkla karşı karşıya kalıp mücadele yürütmüştür; çünkü her proleter devrim başlangıçta imkânsız görünür. Kitlelerin devrim için ayağa kalkacak bir görünüm vermemesi nedeniyle devrim beklentisi olabildiğince zayıftır, en iyi olasılıkla uzak bir geleceğin işidir! Oysa kitlelerin eseri olacak olması devrimin kendiliğinden gelişen kitle bilincinin ürünü olacağını öğretmez. Kitlelerin eseri olarak devrim proleter hareketin önderliğine, dolayısıyla doğru devrim bilincine sahip güçlere ihtiyaç duyar. Uzun süreli ve aynı zamanda sürekli ve bilinçli çalışmaların örgütlenmesi olarak bir proleter devrim baştan sona kadar devrimci iradeyi şart koşan bir iştir.
Bu noktada şu özgünlüğe dikkat çekmemiz gerekir: Proleter devrimlerin özelliği burjuva devrimlerde olduğu gibi kurulu bir ekonomik sistemde iktidarı ele geçirmek değil, bir sistem kurmak üzere iktidarı ele geçirmektir. Ekonomik olarak çürümüş ve çökmüş feodal düzende siyasal bir dönüşüm olmaksızın kapitalist üretim tarzı meydana gelmiş ve burjuvaziyi doğurup geliştiren sistem, o henüz iktidarda değilken ve uzun bir süre de iktidarda olmayacağı halde kurulmuştur. 1500’lü yıllardan 1800’lü yıllara kadar geçen 250 ila 300 yıllık bir sürede kapitalizm gelişmiş ve burjuvazinin iktidarı bu gelişmenin devamında gerçekleşmiştir. Böylece burjuva devrimleri kapitalizmin geliştiği şartlarda burjuvazinin siyasal iktidarı ele geçirmesiyle tamamlanmış oluyordu. Bu da demektir ki burjuvazi iktidarı ele geçirmeden önce güçlenmiştir, örgütlenmiştir, bir sınıf olarak gelişmiştir ve iktidarın eskimiş, çürümüş sahipleri onun karşısında aslında baştan zayıf bir durumdadır. Proletarya için ise durum tersidir. Elbette eskimişlik, çürümüşlük bakımından burjuva iktidarların feodal iktidarlardan aşağı kalır bir yanı yoktur. Buna rağmen proletaryanın burjuvazi gibi henüz iktidar değilken yarattığı bir toplumsal düzen yoktur: sosyalizm ancak iktidarın ele geçirilmesinden sonra ve dünyanın birçok ülkesinde de büyük engellerle karşılaşarak, büyük zorluklarla gerçekleşebilecektir. Bu özellik proletaryanın iktidar için mücadelesinin önemine, zorunluluğuna işaret eder. Burjuvaziyi gerçekten alt etmek, kendini gerçekleştiremez bir noktaya varıncaya dek burjuvazinin ezilmesi ve bu anlamda yok edilmesi için gerekli bir iktidar sürecinden söz etmemizin temeli budur. Bu özelliğin maddi koşulların bir açıklaması olduğunu görmek gerekir; isteklerimizden, niyetimizden bağımsız, dışımızdaki maddi koşullardan kaynaklanan bir özellik.
STRATEJİSİ OLMAYAN DEVRİM OLANAKSIZDIR
Proleter devrimlerin uzun süreli, sürekli ve baştan sona bilinçli bir mücadeleyi gerektirmesi bize bu devrimlerde stratejinin önemini gösterir. Strateji bilimi proleter devrimlerden önce burjuvazinin kaçınılmaz olarak dar siyaset anlayışı içinde gerçekleşmiş ve biçimlenmiştir. Bir devrimin bütününü kapsayacak biçimde strateji oluşturmak sadece proletaryanın varlığında gerçekleşen bir olaydır. Hatta şöyle de diyebiliriz: Stratejinin daha çok sayısız ilerlemeden, gerçekleşmeden sonra oluşturulmasıyla henüz birçok şey gerçekleşmeden oluşması proleter stratejinin önceki stratejilerden temel farkıdır. Proleter devrimlerden önce bir devrimin stratejisini oluşturmak teoriyi, toplumsal analizleri, sınıflar savaşımının ilke ve yasalarını doğru tespit etmeyi gerektirmezdi. Mevcut savaş kurallarını incelemek ve savaşları yönetebilir duruma gelmek dahi iyi stratejisyen olmak için önemli oranda yeterdi. Ne var ki proleter devrimciler için durum başkadır. Onlar ancak toplum bilimini, sınıf savaşımının yasalarını ve kurallarını, sınıfların analizini kavramakla iyi bir stratejisyen olabilirler. Örneğin devrimlerde sınıf savaşı gerçekliğini anlamamış olmak yenilgiyi kaçınılmaz kılar, emperyalizm teorisini kavramamak çok yanlış stratejik hedefler belirlemeyi getirir, kapitalist üretim tarzını bilmemek sınıf analizlerini tekdüzeleştirir ve devrimlerin özgünlüklerini açığa çıkarmayı olanaksızlaştırır, işçi sınıfının devrimlerin önder sınıfı olarak kadrolaşmanın temel kaynağı olduğunu inkâr etmek devrimi daha baştan burjuvazinin sınırlarına hapsetmeyi içerir vs… Bütün bunlar proleter devrimlerde stratejinin büyük önemine işaret etmekle kalmaz, aynı zamanda strateji sorununun proleter devrimler çağında nitelik kazandığını da gösterir. Stalin ve Mao Zedung’ta devrimlerin stratejisi sorununun büyük bir dikkatle incelendiğini ve her birinde önemli ilerlemeler sağlandığını inkâr etmek onlardan hiç öğrenmemiş olmayı gerektirir! Tabii ki Marks, Engels ve Lenin de strateji konusunda büyük açılımlar yapmışlardır. Stalin ve Mao Zedung’ta özel olan bu konunun teorisine özel olarak yoğunlaşmalarıdır. Hatta Stalin konuya verdiği öneme dikkat çekmek üzere bu yoğunlaşmanın Lenin’in genç komünistlere talimatı olduğunu söylemiştir…
Özel olarak Halk Savaşı stratejisinin yarattığı büyük açılım üzerinde kuşkusuz ayrıca durulmalıdır. Mao Zedung Halk Savaşı stratejisiyle komünist hareketin tüm tıkanıklıklarını gidermeyi başarmıştır. Onun proleter devrim bilimine nitel katkılarından birisinin Halk Savaşı stratejisi olduğunu ileri sürmemiz kesinlikle boşuna değildir. O Marks’tan Stalin’e kadarki tüm gelişmeleri Çin Devrimi’nin özgünlükleriyle birlikte ele alıp üstün bir proleter savaş stratejisi yaratmıştır. Vurgulamalıyız ki proleter devrimlerde bu stratejinin dersleri olmazsa olmazdır…
Stratejinin MLM hareketin tarihindeki önemi nereden gelir?
Yukarıdaki açıklamalar buna bir ölçüde yanıt vermektedir. Genel olarak şöyle ifade edilebilir: ilgili ülkedeki komünist hareketin devrimin görevlerini yerine getirmek için izleyeceği yol stratejiyi oluşturur. Devrimin görevleri dediğimiz şey objektif şartların tespitine dayanır. Devrimin hangi sınıflara dayanacağı ve hangi sınıflara karşı gelişeceği, hangi çelişkileri çözeceği ve hangi çelişkilerin çözümünün önünü açacağı, dolayısıyla devrimin gelişebileceği bölgeler veya alanlar, buna uygun olarak örgüt biçimlerine ve mücadele biçimlerine verilecek yanıtlar stratejiyi belirler…
Bazıları stratejinin “kendiliğinden” bir süreç içinde değişebileceği fikrine sahiptirler. Oysa strateji belirli bir devrim sürecinin incelenmesinden çıkar ve bu devrim süreci de temel çelişme ile açıklanır. Mao Zedung bize temel çelişmenin süreç tamamlanıncaya kadar kaybolmayacağını söyler:
“Bir şeyin gelişme sürecindeki temel çelişme ve sürecin bu temel çelişme tarafından belirlenen özü, süreç tamamlanıncaya kadar kaybolmaz; ama uzunca bir süreçte koşullar genellikle her aşamada değişir. Çünkü, bir şeyin gelişme sürecindeki temel çelişmenin niteliği ve sürecin özü değişmemekle birlikte, temel çelişme uzunca bir süreç içinde bir aşamadan ötekine geçerken gittikçe şiddetlenir.” (Mao Zedung, 1. Cilt, 431)
Strateji değişiklikleri Mao Zedung’un sözünü ettiği “aşamalar” bakımından, şiddetlenen çelişmelerin, hafifleyen çelişmelerle birlikte yeni çelişmelerin etkisiyle tabidir. Ne var ki devrimin görevleri bakımından özde bir değişim olmaz. Temel çelişmeyi değiştirecek olan yegâne şey sürecin “kendi” dinamikleri olacaktır.
Mao “Ayrıca temel çelişme tarafından belirlenen ya da etkilenen irili ufaklı çeşitli çelişmelerden bazıları şiddetlenir, bazıları geçici olarak ya da kısmen çözülür ya da hafifler ve bazı yeni çelişmeler doğar; bundan dolayı süreç aşamalara ayrılır. Bir şeyin gelişme sürecindeki aşamalarına dikkat edilemezse, onun çelişmeleri doğru bir biçimde çözülemez.” derken aynı temel çelişme üzerinde ilerleyen süreçteki farklı aşamalarda görülebilecek durumlardan söz etmektedir. Komünist hareket bu aşamalar konusunda özenli olmalıdır. Bu aşamaları görmek, analiz etmek ve buna göre aynı stratejinin ve aynı devrim görevlerinin kavranmasına dönük yaklaşımların, örgütsel biçimlerin saptanması gerekir. Sınıf ilişkilerinin de değişmesine neden olacak bu gelişmeler gene devrimin temel görevlerinde bir değişme olmadan sınıflara dönük politikalarını ele geçirmek durumunda kalır.
TEMEL ÇELİŞME VE STRATEJİ
Stratejinin saptanmasında temel çelişme belirleyici konudur. Bizimki gibi ülkelerde temel çelişme geniş halk yığınları ile feodalizm ve emperyalizm arasındaki çelişmedir. Demokratik Halk Devrimi ile hem feodalizm hem de emperyalizm kökünden sökülüp atılmadıkça temel çelişme öz bakımından değişmez. Bu durumda strateji de öz bakımından değişmez. Eğer kendi başına bir ülkedeki değişimlerden söz ediyorsak devrimin görevlerini yerine getirecek öncü güç proletarya ve onun önderliği altındaki tüm halk olacaktır. Temel çelişmenin devrim olmaksızın, devrimin öznel güçlerinin süreci tamamlayacak hamleleri yerine getirmemeleri halinde de değişebileceği iddiası MLM teoriye, tarih anlayışına uymaz. Çünkü tarihin ilerleyişi üretim araçlarının kendiliğinden gelişimiyle açıklanmaz, teknolojik ilerlemelerin yol açtığı değişmeler kendi başına temel çelişmenin değişmesine yol açmaz. Marks’ın kapitalizmi kapitalist üretim tarzıyla açıklaması gibi aynı zamana denk gelen teknolojik ilerlemelerin ya da büyük keşiflerin ancak bu üretim tarzının varlığında kapitalizme hizmet ettiğini yorumlaması bu bakımdan dikkate değerdir. Günümüzde de, daha doğrusu tarihin gelişimine dair her tartışmada bu iki farklı bakış açısı karşı karşıya gelmiştir. Sınıf mücadelesini tarihin motoru olarak kavrayan anlayış her dönem için devrimci sınıfların karşı devrimci sınıflara karşı mücadelesini temel alan bir incelemeye dayanarak hareket ederler. Devrimin stratejisini de buna göre belirler. Bu anlayış bilimseldir, MLM’dir. Temel çelişmede değişim olduğunu sınıf mücadelesinin dışındaki gelişmelerle açıklayan, hatta bu temeldeki değişimleri gerici sınıfların “mücadelesine” dayandıran anlayışlar nihayetinde burjuva anlayışlardır ve bunlar kaçınılmaz olarak devrim mücadelesine zarar verirler…
İşte başından itibaren bilumum oportünist akımla aramızdaki farkın temellerinden biri budur. Biz ülke demokratik devrim aşamasına geçtiğinden beri (bu, feodalizmin çöktüğü ve ulusal burjuvazinin ortaya çıktığı dönemdir,) ve yarı feodal ve yarı sömürge bir nitelik kazandığından itibaren (bu, emperyalizmin feodal artıklarla iş birliği halinde ülkeyi talana başladığı dönemdir) temel çelişmenin aynı kaldığını ve süreç tamamlanana kadar da aynı kalacağını ifade ettik. Bu sürecin başlangıcında demokratik devrimin önderliğinde ulusal burjuva güçler vardı; ama bu güçler emperyalizmin hegemonyasının gelişimine paralel devrimci rollerini kaybettiler ve bu rol proletaryaya geçti. Türkiye’de 1900’ün ilk on yılında bu süreç tamamlandı: bundan itibaren, temel çelişme aynı kalmakla birlikte sınıfların rolleri ve ilişkileri bakımından birçok şey değiştir. Artık devrim ancak proletaryanın önderliğinde, yoksul köylülerin, küçük burjuvazinin ve milli burjuvazinin devrimci kanadının katılacağı bir kitlesel eylemle tamamlanabilecektir. Stratejiyi bu anlayış temelinde kurmak gerekecektir.
Emperyalizm veya ülkenin zayıf ve bağımlı burjuvazisi bu süreci tamamlayacak özelliklerden tamamen yoksundurlar. Bunlar temel çelişmenin gerici kanadını oluşturan, dolayısıyla süreçte de gerici roller oynayan kesimlerdir. Bunları ortadan kaldıracak güç proletarya önderliğinde bütün bir halktır. “Devrim kitlelerin eseridir” derken gelip geçici, dönemsel veya istisnası olan bir yasada söz etmediğimiz açık olmalıdır. Devrim görevini kitlelerin olmaktan çıkaran her anlayış sonuç olarak burjuva anlayıştır ve bu anlayışla devrim asla tamamlanamaz. Bu süreçlere halkın katılımı zorunludur. Çünkü sınıf mücadelesine dayanan toplumsal düzenlerde devrimlerin tayin edici gücü her zaman kitlelerdir.
Bir noktaya dikkat çekerek bu faslı kapatalım: yazarken ülke sınırları içindeki mücadeleyi, dolayısıyla ülke içindeki durumu konu ettik. Bununla birlikte hiç kuşkusuz devrimimizin uluslararası düzlemdeki temel çelişmeyle de ilişkisi vardır. Bu çelişme proletarya ile burjuvazi arasındadır. Ola ki uluslararası proletarya birçok ülkedeki devrimlerin tamamlanmasıyla dünya üzerinde hâkimiyet kurdu ya da geniş ölçüde süreci yönetir hale geldi, bu durumda bizim gibi ülkelerde de devrimin tamamlanmasında uluslararası proletaryanın belirleyici rolü ortaya çıkar ve ülke komünist hareketi de bu rolü, devrimi tamamlamaya yönlendirecek bu rolü hiç şüphesiz reddetmeyecektir.
Buna rağmen ilkesel savunumuza uyan uyarımızı tekrar edelim: konu ettiğimiz uluslararası proletaryadır ve bu güç için “Devrim kitlelerin eseridir” ilkesi değişmezdir. Dolayısıyla oynayacağı rol her durumda inisiyatifin ilgili ülke proletaryasına ve onun aracılığıyla o ülke halkına destek olmaktan öte olmayacaktır. Hiçbir ülkede devrim ülke halkına rağmen gerçekleşmez; ülke halkına rağmen gerçekleşecek “devrim” aslında burjuva bir değiştirme hamlesi olan; ama temelde hiçbir şeyi değiştiremeyecek bir darbedir. Her türden darbecilikle aramıza kalın bir çizgi çekmiş olmamızın nedeni de budur.