Haziran ayının son günlerinde peş peşe 24-25 Haziran’da AB zirvesi, 26-28 Haziran’da G-7 zirvesi, 29-30 Haziran’da ise NATO zirvesi yapıldı. Birbirini takip eden bu zirvelerle emperyalist kapitalist sistemin içinde bulunduğu krize çıkış yolu aranmaktadır. Zirvelerin beklendiği gibi krize çare olması bir yana aynı bataklığın sakinleri arasındaki gerilim ve kutuplaşma gerçekleşen her zirveyle biraz daha görünür olmakta ve çıkar çatışmalarının çözülememesiyle biraz daha artmaktadır. Görünen o ki ABD emperyalizmi ve arkasına hizalanmış olan diğer güçler bu zirveler vasıtasıyla Rusya ve Çin’i hedef tahtasına yerleştirerek hegemonya dalaşında el yükseltiyor. Rusya’ya, dolaylı bir biçimde Çin’e karşı baltalar bileniyor. Emperyalist haydutlar dünyaya egemen olan ve alt etmekte başarısız kaldıkları ekonomik krizi düşmanlıkları körükleyerek, açık savaş kışkırtıcılığına yönelerek “aşmaya” çalışıyor. ABD emperyalizminin başından itibaren kışkırttığı Ukrayna-Rusya savaşını uzatmaya yönelik Ukrayna’ya sağladığı destek, NATO’nun İsveç ve Finlandiya ile genişletme politikası, Yunanistan’dan Baltık ülkelerine ve Asya Pasifik’e kadar geliştirdiği askeri taktikler emperyalist dünyayı alevleriyle sarmakta olan krizin ve emperyalistler arası rekabetin geldiği aşamayı özetlemektedir. Özellikle ABD emperyalizminin başını çektiği emperyalist blok için sosyal emperyalist güç olarak yükselen Çin en önemli tehdit unsuru durumundadır. Çin sosyal emperyalizminin büyüme rekorları, kapitalist üretim sürecinde kat ettiği mesafe ve ucuz iş gücü olanağıyla edindiği avantajlı ticari ilişkiler ve büyük pazar alanı onun ciddi bir sermaye birikimine ulaştığını göstermektedir. Sermaye birikiminin doğası onu sermaye ihracına yönelten emperyalist bir politikaya doğru götürmüştür.
Çin, sermaye ihracı için duyduğu pazar ihtiyacını henüz “barışçıl” yöntemlerle giderebilmektedir. Çeşitli ülkelerde ve hatta bölgelerde Çin o ülke ve bölgelerin aleyhine olacak ilişkiler kurmuş; en son Sri Lanka’da gördüğümüz gibi onları büyük bir borç cenderesine alıp iflasa kadar götürecek bir sömürü ve talan ağına düşürmüştür. Bundan sonra da aynı yoldan ilerleyebildiği ölçüde ilerleyeceği de açıktır. Saldırganlık eğilimine dönüşen belirginleşmiş bir emare henüz ortaya çıkmış değildir. Ancak emperyalistler arası rekabetin başlangıç noktası aynı zamanda askeri saldırganlığın da gelişme zeminidir. Aynı süreçte Çin savunma sanayiine de ciddi yatırımlar yapmaktadır. Bu konuda kendi savunma teknolojisini üretmeye odaklı bir yaklaşıma sahiptir. Askeri harcamalarının çapı her geçen gün büyümektedir. Bu kuşkusuz emperyalistler arası rekabette açık bir biçimde rol üstlendiğinin, saldırganlık potasına girdiğinin göstergesidir.
Çin sosyal emperyalizmi biriken sermayesine pazar oluşturma mücadelesini boyutlandırmış durumdadır. “Bir Yol Bir Kuşak” projesi adını verdiği Asya, Afrika, Ortadoğu ve Avrupa’nın bir kısmını kapsayan büyük çaplı bir sermaye yatırımı ve sermaye ihracına yönelik hamlesini 2013 yılında başlatmıştır. Bu proje planlandığı gibi ilerlemese de ciddi düzeyde yayılma göstermiştir. ABD, AB ve Japon emperyalist bloğunun tedirginliği bu yayılma yüzündendir. Zira Çin sosyal emperyalizminin sermaye birikim düzeyi ABD’nin başını çektiği emperyalist güçler için çalmaya başlayan alarm zili durumundadır. ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni son yıllarda Çin’in ekonomik, politik ve askeri gelişimini durdurma, geriletme ve kuşatma üzerine oluşturduğu bilinmektedir. Bu stratejiye paralel sayılacak biçimde G-7 zirvesinde Rusya ve Çin’e karşı ortak adımlar atmayı başlatacak kararlara imza atıldı. Somut olarak söylemek gerekirse savaş çığırtkanlığı, silahlanma ve Çin’in ekonomik olarak çevrelenmesi hedefinde ortaklık sağlandı. Çin’in ekonomik olarak çevrelenmesi Çin sermayesinin dünya pazarlarına açılmasının ve yeni pazarlara ulaşımının engellenmesi anlamına gelmektedir. Çin, “Bir Yol Bir Kuşak” projesiyle dünyayı ahtapot gibi sarmaya çalışan Çin Sosyal Emperyalizmini engellemek için askeri tedbirler de (AUKUS) dahil “Küresel Altyapı ve Yatırım Ortaklığı” kapsamında önümüzdeki beş yıl içinde yaklaşık 600 milyar dolarlık bir sermayenin harekete geçirilmesi hedeflenmektedir.
Bunun sadece başlangıç olduğu da eklenerek iklim değişikliğiyle mücadele etme ve küresel sağlığı, cinsiyet eşitliğini, dijital altyapıyı iyileştirme projelerine kadar genişleyecek “yatırım” alanları tanıtılmaktadır. Böylelikle Kuşak ve Yol İnisiyatifi’nin (KYİ) karşısına Küresel Altyapı ve Yatırım Ortaklığı (KAYO-PGII) İnisiyatifi çıkarılarak Çin’in “ahtapot kolları” kesilmeye çalışılmaktadır. ABD Başkanı Biden, fonlanacak bu parayı “yardım ya da hibe değil, gelişmekte olan ülkelerin demokrasilerle iş birliğinin yararlarını görmelerine yardım edecek stratejik yatırımları temsil ediyor” diye özetledi. ABD emperyalizmi başta olmak üzere emperyalist haydutların demokrasi götürmekle övündüğü her yer işgal ve katliamlarla kan deryasına dönmüş durumdadır. Akıtacakları devasa bütçeli fonlar daha fazla ekonomik, siyasi ve askeri bağımlılık anlamına gelmektedir.
Yaşanan tüm bu gelişmelerin ABD’nin zayıflayan hegemonyasını koruma refleksinin bir ürünü olduğu biliniyor. Bunun için gerilimi artıracak somut gerekçeler devreye sokuluyor. Nasıl ki savaş kışkırtıcılığıyla Rusya Ukrayna’da savaşın içine çekildiyse Çin ile gerilimi artırmanın yolu da Tayvan’dan geçiyor. Çin Sosyal Emperyalizmi Tayvan’ı doğal bir parçası olarak görüyor ve hiçbir “yabancı gücün” doğrudan müdahalesine seyirci kalmayacağını söylüyor. Demokratik Halk Devrimi’nin bütün Çin’de zafere ulaştığı 1949’dan sonra Tayvan karşı-devrimcilerin (Çan Kay Şek’in) sığınağı haline geldi. Tayvan hâkim sınıfların varlığını ABD emperyalizminin başını çektiği bloka ve sundukları desteğe dayandırmaktadır. Çin’le Tayvan üzerinden gerilimi artırmak için çeşitli provokasyonların devreye sokulması ise bilindik bir senaryodur. ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Tayvan’ı ziyaretinin gündeme getirilmesi gerilimin tırmanması için yeterli olmuştur. Çin ise gecikmeksizin olası bir ziyarete tepkisinin sert olacağı mesajını vermekten kaçınmıyor. Karşılıklı meydan okuyuşlar rakip emperyalist güçler arasındaki çelişkilerin ne denli keskinleştiğini göstermektedir. Çin Savunma Bakanlığı, Pelosi’nin ziyaretinin gerçekleşmesi durumunda askeri karşılık verebileceği uyarısında bulunmuş, yaptığı açıklamada “Pelosi Tayvan’ı ziyaret ederse, Çin ordusu boş durmayacak.” ifadesini kullanmıştı. ABD Genelkurmay Başkanı Mark Milley ise Pelosi seyahat etmeye karar verir ve askeri destek isterse gerekeni yapacaklarını söyledi.
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile ABD Başkanı Joe Biden arasında gerçekleşen telefon görüşmesi de ateşin üzerine benzin dökmekten farksız bir atmosfer yaratmıştır. Çin Sosyal Emperyalizminin temsilcisi Şi Cinping, Biden’ı uyarmış ve “Çin’in ulusal egemenliğini ve toprak bütünlüğünü kararlı bir şekilde korumak, 1,4 milyardan fazla Çinli’nin kesin iradesidir. Ateşle oynayanlar yok olacaklardır, ABD’nin bu konuda açık tutum sergilemesi umulmaktadır.” ifadelerini kullanmıştır.
Bu son gelişmeler her ABD’li heyetin Tayvan’ı ziyaret etmesi sırasında Çin’in Tayvan Boğazı’nda askeri manevralar gerçekleştirmesinden farklı seyretmektedir. ABD emperyalizmi Çin’i Pasifik’te, Güney Çin Deniz’inde askeri olarak çevrelerken Tayvan’ı, silahlandırarak cepheye dahil etmeye çalışmaktadır! Çin Sosyal Emperyalizmi Tayvan üzerinden girişilmek istenen provokasyonlara eskisine göre çok daha sert tepkiler göstermektedir. Rus emperyalizmi gibi çıkar birliği yaptığı Çin Sosyal Emperyalizmi de egemenlik alanlarına girilmesine yanıt olacak hamlelere girişecektir. Biliyoruz ki kriz koşulları emperyalist haydutları başka türlü davranmaktan alıkoymaktadır. Emperyalistler arası çelişkilerin kaldıracı haline gelen ekonomik ve politik kriz tüm dünyada hiper enflasyon uyarılarını gündeme getiren yüksek enflasyonla, gıda fiyatlarındaki yüksek artışlarla, büyüyen yoksullukla gelişen yeni isyan dalgalarına zemin sunmaktadır. Gelişen bu isyan dalgasının “yıkıcı” olacağı açıktır. Öyleyse isyan dalgasının eline proletaryanın kızıl bayrağını tutuşturmak için var gücümüzle çalışalım.