Dünyanın dört bir yanında bir kez daha meydanları mücadele coşkusu ve öfkeyle dolduran dünya halkları kararlı ve militan duruşlarıyla ezilen halkların hak alma mücadelesinin yol ve yöntemlerinden birini göstermekteler. Birçok ülkede sokaklar kendiliğinden, devrimci komünist önderlikten yoksun olarak, kapitalist-emperyalist ve diğer gerici sistemleri ciddi anlamda sarsan halk hareketlerine sahne olmaktadır.
Hollanda’da çiftçilerin, Sri Lanka’da, Gana’da, Makedonya’da, Arnavutluk’ta, Arjantin ve diğer ülkelerde ezilen emekçi halkların sokakları doldurarak mücadele bayrağını yükseltmeleri hükümetleri istifaya davet ediyor. Gerici sistemlerin gerici hükümetleri son refleks olarak çırpınırken daha azgın ve pervasızca halka saldırıyor. Önümüzdeki tablo öfkeli halkların gücünü somut olarak öğretecek niteliktedir. Bu halk hareketlerinin büyük çoğunluğunun önünü açan etmenler son birkaç yıl içinde artan enflasyon, satın alma gücündeki düşüş, gıda ve konut fiyatlarındaki artışlar, paralelinde gelişen işsizlik ve büyüyen yoksulluk olmaktadır. Bu hareketlerin en çarpıcı ve dikkate değer örneklerinden biri Avrupa’nın göbeğinde, Hollanda’da hayatı günlerce felç eden çiftçilerin Hollanda devletine karşı yükselttikleri mücadeledir.
Çiftçiler Traktörlerle ve Saman Balyalarıyla Hükümete Karşı Sokaklarda Barikat Örüyor!
Geçtiğimiz yılın sonbahar aylarında başlayan, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısıyla yoğunlaşan ve derinleşen enerji krizinden en çok etkilenen ülkelerden biri Hollanda’dır. Elektrik ve doğal gaz fiyatlarına yapılan zamlar ciddi tepkilere yol açmakla birlikte Hollanda İstatistik Kurumunun açıkladığı verilere göre mart ayında tüketici fiyatları geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 9,7 artmıştır. Ülkede enflasyon 1976’dan bu yana görülen yüzde 9,8 seviyesinin ardından en yüksek noktaya çıkmış oldu. Aylık bazda enflasyon yüzde 3,6 arttı. AB uyumlu tüketici fiyat artışı aylık yüzde 4,4 olurken yıllık olarak yüzde 11,7 oldu. 2022 sonunda yıllık enflasyonun yüzde 9,2 olacağı tahmin edilmektedir. Son 46 yılın bu en yüksek enflasyon oranı doğalında işçi ve emekçilerin yaşamlarını derinden etkilemektedir.
Son yılların en kitlesel ve etkili eylemlerinden biri olan çiftçi eylemlerinin aslında tek başına azot düzenlemesine karşı olmadığı görülmektedir. Hollandalı balıkçıların da çiftçilere destek vermeleri ve bu eylemlerin her geçen gün geniş bir kesim tarafından sahipleniyor olması mevcut sisteme olan tepkileri gözler önüne sererken, toplumsal anlamdaki memnuniyetsizliğin giderek eylemsel bir çizgiye evrildiğini göstermektedir.
“Azot Yasası” Düzenlemesi, Çiftçileri Nasıl Hedeflemektedir?
Son yılların en büyük tartışma konularından biri de iklim krizidir. Egemenler sorunun kaynağı kendilerinin yönettiği talana ve yoğun sömürüye dayalı sistem değilmiş gibi birtakım düzenlemelerle bu sorunu çözebileceklerini iddia etmektedir. Sera gazlarının salınımında endüstriyel ve askeri alanların hemen hiçbir biçimde tartışma konusu yapılmaması ve yapılması halinde de özellikle ABD’nin bu protokolü terk etme tehdidi, ortaya çıkacak protokolün iklim değişikliği ile mücadelede ciddiye alınabilecek hiçbir katkısının bulunmadığını göstermektedir.
İklim krizi ile mücadele iddiasıyla toplanan ancak iklim değişiminde emperyalist-kapitalist sistemin hiçbir asli kusuruna dokunmayan, sadece halkın olanaklarını kısıtlamaya ve onlara bir alternatif sunulmadan, rızaları alınmadan ekonomik gelir sağlayan tarım arazilerinin ellerinden alınmasına dayanan kararlar ile gündeme gelen Davos Küresel İklim Zirvesinde azot salınımının azaltılmasına yönelik bir karar alındı. Sonuç olarak çoklukla çiftçilerden gasp edilmek istenen alanlar sözde iklim krizine çözüm denerek merkezi endüstriyelleşmeye sunulmaktadır.
Bu karar ile özellikle Hollanda’da, kamuoyunda “Azot Yasası” olarak bilinen düzenleme nedeniyle binlerce çiftçi eylemler yaparak Hollanda Hükümetini sarsmakta ve egemen sınıfları geri adım atmaya zorlamaktadır.
Hollanda hükümeti esasen AB düzenlemelerine uymak için, 2030 yılına kadar, trafikten inşaata birçok sektörün sebep olduğu sera gazı salınımını ve doğaya, biyolojik çeşitliliğe zarar verdiği iddiası ile azot çıktısını yarı yarıya azaltmak istiyor. 2019’da “bu işe bölge bölge bakılmalı” diyen bir mahkeme kararından sonra çeşitli planlar yapılmaya başlanmış, bu uygulama bugünlerde çeşitli yasalar ile uygulanmaya konulmaktadır.
Bu planların en ağır sonucu çiftçilere kesilen fatura olmaktadır. Ülkenin çoğu bölgesinde karbon emisyonunu yüzde 70 hatta bazı bölgelerinde yüzde 95 azaltma hedefi konulmuştur. Gübre kullanımı, hayvanların (özellikle büyükbaş hayvanlar) salgıladığı gazların azot çıktısının en büyük sorumlusu olduğunu düşünen hükümet bu kararla pek çok çiftliğin tamamen kapanmasını istemektedir. Bu binlerce insanın işsiz kalması anlamına gelmektedir. Alternatiften yoksun olan çiftçilerin tarım arazilerini ellerinden almayı hedefleyen bu uygulama, başta çiftçiler olmak üzere birçok kesimi Hollanda devletine karşı mücadele bilinci ile harekete geçirmiştir.
Büyük bir tarım ülkesi olan Hollanda, yıllık 90 milyar doların üzerinde tarımsal ihracat yapmaktadır. Bunun yanında büyük bir liman ülkesi olarak yıllık 13,7 milyon ton CO2 (karbondioksit) salınımı ile Avrupa’nın çevreyi en çok kirleten limanı olan Rotterdam Limanı’na sahiptir. Hollanda’nın ihracatında öne çıkan ürünler şunlardır: petrol yağı, telefon, tedavi veya korunma için ilaçlar, elektrikli makine ve cihazlar, tıbbi alet ve cihazlar, otomatik bilgi işlem makineleri, elektronik entegre devreler ile ortopedik cihazlar, protezler, işitme cihazları. Sera gazı salınımını azaltma önlemleri arasında Rotterdam Limanı’nın ve benzer diğer limanların, sanayi alanlarının ve nükleer santrallerin kapatılmasının konu edilmediğini biliyoruz. Binlerce insanı işsiz bırakacak bu uygulamanın Hollanda’nın gerçekten doğayı, iklimi, insanı korumak için yapmadığı apaçık ortada durmaktadır.
Hükümetin aldığı bu karar sonrasında tarım ve hayvancılıkla uğraşan farklı şehirlerdeki çiftçiler, iklim politikalarını protesto etmek için ülkedeki gıda dağıtım merkezleri, posta dağıtım merkezleri, köprüler, limanlar ve havalimanlarına giden otoyolları kapatarak ülke çapında eylemler yaptılar, yapmaya da devam etmekteler. Bu eylemler nedeniyle marketlerdeki stoklar tükenmiş ve raflar boş kalmıştır. Hollanda devleti eylemler karşısında çaresiz kalmış, eylemleri bitirmek için saldırılara başlamıştır. Eylem yapılacak yerlere öncesinden zırhlı araçlarla yığınak yapan polis, traktörlerin otobana girmesini yasaklamış, bu yolla eylemlerin gerçekleşmesini engellemeye çalışmıştır. Buna rağmen eylemlerini kararlılıkla sürdüren çifçilerin traktörlerine polisin yer yer ateş açtığı söylenmektedir. Mücadele sürerken polisin bir çiftçiye silah çekmesi, halkın mücadelesine karşılık Hollanda devletinin ne kadar aciz kaldığının bir göstergesidir. Hükümet yetkilileri çiftçilerin havaalanına yönelmeleri durumunda orduyu devreye sokacaklarını açıklamıştır. Bu somut karşılığı olabilecek bir tehdittir. Emperyalist-kapitalist sistemin zorda kaldığı ve çaresizleştiği durumlarda bu yönlü saldırılara da girişebileceği aşikardır.
Dipten Gelen Dalga, Egemenleri Titretmeye Devam Ediyor!
Dünya genelinde Kovid 19 pandemisi ve emperyalistler arası çelişkilerin alabildiğine keskinleşmesi ile birlikte derinleşen bir ekonomik kriz girdabı söz konusudur. Bu krizin yakın gelecekte de derinleşerek süreceği egemen sınıfların kendilerinin dahi reddedemediği bir öngörüdür. Emperyalistler arasındaki çelişkilerin giderek yoğunlaşmasının esaslı sebeplerinden biri de bu kriz sürecinin emperyalist sisteme birçok alanda yeniden yapılanmayı dayatması ve kaçınılmaz olarak gündemleşen pazar çekişmesidir.
Avrupa’nın birçok ülkesinde son 20-30 yılın en yüksek enflasyon ve işsizlik oranları dikkatleri çekmektedir. Önümüzdeki süreçlerde bu durumun birçok ülkede yeni gelişecek halk hareketlerine yol açacağı ileri sürülmektedir. Bu anlamıyla Hollanda’da çiftçilerin, Fransa’da “Sarı Yeleklilerin”, Arnavutluk’ta yoksul halkın geliştirdiği sokak hareketleri ve mücadele pratiği son derecede önemlidir. Diğer yandan yarı-sömürge yarı-feodal sosyo-ekonomik yapıdaki ülkelerde gelişen halk hareketleri de ciddi bir etki yaratmaktadır. Sri Lanka, Gana, Arjantin örnekleri, bu ve buna benzer halk hareketlerinin diğer ülkelerde de gelişeceğinin sinyallerini vermektedir. Çünkü bu ülkelerde ekonomik krizin etkisi kapitalist sistemlerde yaşanandan çok daha yoğun ve yıkıcı olmaktadır. Yoksul olan halk kitleleri, artan sömürü ve baskıya maruz bırakılarak, yaşam ve geçim garantisinden daha fazla yoksun oldukları bir dönemden geçmektedir. Bu durum mevcut sistemlere yönelik tepkiyi artırmaktadır.
Dünya halklarının gerici egemen sınıflara karşı mücadelesinde ciddi olanakların oluşmakta olduğu bir süreçteyiz. Ekonomik olarak yoksullaşan ama giderek sisteme karşı öfkesi artan dünya halklarının, sınıf düşmanlarına karşı doğru bir kulvarda, devrimci ve komünistlerin önderliğinde atacağı her adım, yeni bir devrimler dönemini doğuracaktır. Çürümüş düzenlerin bataklığından çıkmak için yol açmak gereken bir süreçteyiz. Yolu açmak için öğrenmeye ve değişmeye ağırlık verelim.