Devrimci-demokrat basına yönelik saldırılar son dönemde boyutlanırken Diyarbakır’da 8 Haziran’da gözaltına alınan 22 kişiden JİNNEWS Müdürü Safiye Alagaş, DFG Eşbaşkanı Serdar Altan, MA Editörü Aziz Oruç, Xwebûn Yazı İşleri Müdürü Mehmet Ali Ertaş, Zeynel Abidin Bulut, Ömer Çelik, Mazlum Doğan Güler, İbrahim Koyuncu, Neşe Toprak, Elif Üngür, Abdurrahman Öncü, Suat Doğuhan, Remziye Temel, Ramazan Geciken, Lezgin Akdeniz ve Mehmet Şahin tutuklandı.
Son dönemde devam eden saldırılara dair Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) ile bir röportaj yaparak süreç hakkında değerlendirmelerini aldık.
Yeni Demokrasi: Bize Dicle Fırat Gazeteciler Derneğinin amaç ve faaliyetlerinden bahsedebilir misiniz?
Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG): Her meslekte olduğu gibi gazetecilik de birlikte olmayı, yan yana durmayı, dayanışmayı gerektirir. Hatta bu mesele gazetecilik için olmazsa olmazdır; çünkü tarih boyunca hakikati boğmak isteyen güç ile hakikati duyurmaya çalışan gazeteciler arasında uzlaşmaz bir çizgi vardır. Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) de bu noktadan hareketle kuruldu. Ancak Türkiye’deki genel gazetecilik havasından farklı olan bir yanı var, o da şu ki; bugüne kadar kendisinden önce kurulan tüm kurumların baskı ve çeşitli saldırılarla kapatılmış olmasıdır. Özgür Basın geleneğinin devamcısı olması niteliği derneğe ayrıca bir sorumluluk yüklemektedir.
DFG olarak, sadece Türkiye’de değil dünyanın neresinde olursa olsun bir gazetecinin başına bir hal gelince, onunla nasıl dayanışabiliriz meselesini kendimize dert edindik. Gazeteci ölümleri, tutuklamaları, gözaltılar, saldırılar, cezalar… Bütün bunlar olurken gazeteciler tek başına değil de kolektif bir şekilde hareket etmeli düsturuyla periyodik olarak çalışmalar yürütüyoruz. Her ay düzenli olarak gazetecilere ve basına dair hak ihlallerini raporlayıp kamuoyu ile paylaşıyoruz. Tutuklu gazetecilerin tümüyle, hangi basın kuruluşundan olursa olsun iletişime geçmeye çalışıp seslerini duyurmaya dönük çalışmalar ve projeler yürütüyoruz. Gazeteciliğe dair geçmişten çıkardığımız derslerle, geleceğe dönük dayanışma ağlarını örmek de en öncelikli çalışmalarımızdan. Söz konusu çalışmaların tümünü, web sitemizden ve dijital medya hesaplarımızdan düzenli bir şekilde paylaşıyoruz.
Bütün bunları yaparken devasa imkânlarla değil, tamamen fedakârlık ve meslek onuruna saygıyı esas alıyoruz. Gazeteciliğe dair, özelikle Kürt gazeteciliğine dair dün güç odaklarının tutumu ne idiyse bugün de o, yarın da aynısı olacaktır, buna kuşku yok. Buradan hareketle hakikatten ve gazetecilikten ödün vermemek de bizim tutumumuz olacaktır.
YD: Devlet siyasal ve ekonomik krizini gölgelemek adına halkın haber alma özgürlüğünü de baskı altına almaktadır. Bu baskıyı gazetecilere de saldırarak artırmaktadır. Son süreçte gazetecilere, muhabirlere yönelik saldırılar hangi biçimlerde karşımıza çıkmaktadır?
DFG: Yıllarca iletişim fakültelerinden öğrendiğimiz ‘4. Kuvvet Medya’ teorisi, son on yılda baş döndüren bir hızla değişti ve medya direkt ilk sıraya geldi. Sadece bu iktidar açısından değil, bütün iktidarlar kamuoyunun görmesini istemediği ya da tersyüz edilmiş halini görmesini istediği pratikleri ve çalışmaları vardır. Sizin sorunuzda belirttiğiniz siyasal ve ekonomik kısım işin can alıcı yanı; çünkü ayakta durabileceği yegâne dayanak bu ikisidir bir iktidar için. Evet ekonomi uzunca bir süredir baş aşağı gidiyor, bunun nedenlerini sormayacaksa gazeteciler, o halde neyin gazeteciliğini yapmış olacaklar. Siyasal kriz aynı şekilde baş aşağı gidiyor. İki-üç yılda bir yapılan seçimlerle düze çıkmıyor ülke, aksine daha da geriye gidiyor. Bunun da nedenlerini, sonuçlarını yazmayacaksa gazeteciler ne yazacaklar. İktidar istiyor ki sadece resmi kurumlardan verilen açıklamalar, resmi kurumların sitelerindeki duyuru köşelerinden haber yapılsın. Böyle olunca toplumun her şeyin yolunda olduğunu düşüneceğini sanıyor. İktidar için işin en acı tarafı da şu: gelenekselinden dijitaline, basının yüzde 90 kısmını kontrolü altında tutmasına rağmen hâlâ bir şeyleri saklama gereği duyuyor, hâlâ algı yaratma çabasında. Evet önemli ölçüde bunu başarmış gibi görünse de yakın zamanda çıkarılacak olan Sansür Yasası işlerin tam olarak istedikleri gibi gitmediğini gösteriyor. Böyle bir çağda, bu kadar büyük bir medya kontrolüne rağmen işlerini yolunda yürütemiyorsan işin zor demektir.
YD: Özelde de Kürt ulusuna yönelik saldırılar uzun süredir devam ederken savaş politikasının bir yansıması olarak Kürt basınının hedefe konulup susturulmaya çalışılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
DFG: Mesele hakikatle ilgili bir şey. Neresi olduğu önemli değil, bir yerlerde bir şeyler dönüyor ve buna karşılık ısrarla basına baskı uygulanıyorsa orada hakikati gizleme çabası var demektir. Kürt basının içinde bulduğu durum, maruz kaldığı saldırılar elbette ki Kürt sorunundan bağımsız değildir. Bu soruna yaklaşım şekli sorunu ince ince işleyen basına da olduğu gibi yansıyor. Çok tekrarlandı ama şunu belirtmekte fayda var, 1990’lı yıllarda suikastlarla susturulmaya çalışılan Kürt basını bugün cezaevleri, baskı ve çeşitli saldırılarla susturulmaya çalışılıyor. 16 Haziran’da 16 Kürt gazeteci tutuklanırken basına bir fotoğraf servis edildi. Emniyet masasında ‘ele geçirilenler’ olarak verildi. Neydi o ele geçenler, ‘suç aletleri’: fotoğraf makinaları, kameralar, kamera ve makine kılıfları, canlı yayın ekipmanları. Yani bir gazetecinin kullanması gereken ne varsa o masada onlar vardı. Bu fotoğraf hangi amaçla yayınlandı anlamak zor. Bu kısa tarihi bile baz alırsak, bu yolun bir çözüm olmadığını görmek çok zor olmamalı. Kürt basını ya da Özgür Basın öyle ya da böyle kendini var edebiliyor, hakikat nerdeyse bulup topluma duyuruyor. Öyle görünüyor ki bu şekilde bir baskılama bir gelenek haline gelmiş ve biteceğe de benzemiyor. En başta söylediğim yere geliyor mesele, yani Kürt sorununun çözüm/çözümsüzlük şekliyle doğru orantılı bir şey.
YD: TC devletinin devrimci, demokrat basına yönelen saldırıları ve tutuklamalarına karşı nasıl bir karşı koyuş gerekmektedir?
DFG: Elbette dayanışarak. Daha çok dayanışarak, daha çok büyüyerek, daha çok yazarak. Dayanışma muhalif basın için ekmek gibi su gibi bir ihtiyaç. Bunu çok geç de olsa anladık. Mesela bu son tutuklama olayıyla ilgili, DİSK Basın-İş çok önemli bir dayanışma pratiği sergileyerek, meseleyi sadece tweet atmanın ötesine taşıdı. Diyarbakır’a gelerek tutuklanan gazetecilerin iş yerlerini ziyaret etti, iş arkadaşlarını ziyaret etti ve en önemlisi tutuklanan her bir gazetecinin adıyla, imzasıyla haber yaptılar. Onların yerine kamera tuttular, mikrofon uzattılar. Bu sembolik bir şey değil, bu gerçek anlamda bir gazetecilik dayanışmasıdır, kalemi yerde bırakmamaktır. Bu ve buna benzer ayağı yere basan dayanışma örnekleri gazeteciliğin geleceğini ve onurunu koruyacak yegâne olgulardır. Sayı olarak çok kişi tutuklanınca değil, herhangi bir gazetede bir gazeteci bile tutuklansa tüm meslektaşları dayanışmanın en somut halini göstermelidir. Bunun dışındaki her şey, bu gündem yutan hız çağında kısa sürede silikleşecektir.
YD: Son olarak söylemek istedikleriniz nelerdir?
DFG: Gazetecilik ve gerçeklik arasında sımsıkı bir bağ olduğu gibi, gazetecilik ile halkla ilişkiler arasında da ince bir çizgi var. Gerçeği bulup yazmak, topluma vermek gazeteciliktir. Yalnızca resmi kurumların izni dahilindeki açıklamaları yayınlamak ise halkla ilişkiler çalışmasının ötesinde bir şey değildir. Bu iki mesele, gerçek gazetecilerle diğerlerini ayırt eden en önemli özelliktir.