İran’da 2009 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından patlak veren gösteriler birçok insanın katledilmesiyle son bulsa da, halkın sistemle olan çelişkisi birçok şekilde kendini koruyarak sürdürdü. 2009’daki tabloda sistemden duyulan rahatsızlık Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hile yapıldığı iddiasıyla patlak vermiş, binlerce insan sokaklara çıkarak bu durumu protesto etmişti.
28 Aralık 2017’de Meşhed ve Kermanşah’da eş zamanlı olarak başlayan ve bugün devlet kurumlarınca kontrol altına alındığı söylense de İran’ın onlarca kentine yayılan protesto gösterileri, sistemin yoksulluk, hırsızlık, insan hak ve özgürlüklerine dönük yasaklayıcı ve saldırgan tavrına karşı hem siyasal hem de ekonomik talepleri kapsaması boyutuyla 2009’dan bu yana geçen süreçte aslında İran içindeki çelişkilerin çok daha keskinleştiğinin bir göstergesi olarak karşımızda duruyor. Yoksulluğun yanında (resmi makamlara göre işsizlik %12,5, enflasyon %10’un üzerinde. Sermayenin %60’ını elinde bulunduran gerici faşizm birçok ekonomik ayrıcalığa da sahip. Yapılan nükleer anlaşmayla artan ekonomik girdiler ve döviz gelirlerinin yoksul halkın yaşamında olumlu anlamda herhangi bir yansıması olmadı. Baskıcı faşist devlet anlayışına karşı dillendirilen talepler, dini lider Hamaney’e karşı atılan sloganlar bu gösterilerin her ne kadar güçlü bir devrimci komünist önderlikten yoksun patlama olsa da İran halkındaki devrimci dinamiklerin onca baskıya rağmen hala güçlü ve canlı olduğunun bir göstergesi olarak da önemli bir yerde durmaktadır.
Gösterilerin Meşhed gibi muhafazakâr nüfusun yoğun olduğu kentlerden birinde başlaması, Kum gibi Şii ruhban sınıfının yer aldığı bir kentle birlikte onlarca kenti kapsaması, gösterilere öncülük edenlerin ya da katılanların bir kısmının İran egemen sınıfları arasındaki hükümet karşıtı kliğin ya da İran’daki çıkar gruplarını kapsasa da protestocu kitlenin büyük bölümünü yoksul ve orta sınıfın oluşturduğu görülüyor. Yaşanan gösterilerin dış güçlere bağlanmaya çalışılması ise İran’ın nesnel durumu karşısında tipik egemen sınıf refleksi olması dışında pek bir hüküm taşımamaktadır.
İran, Persler’den Abbasiler’e, Safeviler’den günümüze dek güçlü bir devlet geleneğine sahip olduğu genel bir kabuldür. Ancak İran aynı zamanda güçlü bir başkaldırı geleneğine de sahiptir. Anti-emperyalist ve kapitalizm karşıtı mücadelede bu geleneğin önemli bir parçasıdır. 1979 “İran İslam Devrimi” öncesi milyonlarca insanı etkisi altına alan kendini Maoist olarak da tanımlayan birçok devrimci parti ve örgütlenmenin varlığı ve bunların hem emperyalizme hem de yerli işbirlikçilerine karşı verdikleri mücadeleler bilinmektedir. Her ne kadar o süreçte çeşitli yetmezliklerin sonucu olarak hareketin inisiyatifini Humeyni’nin önderlik ettiği İslami harekete kaptırsalar da darbeyle yönetime gelen ve İran’ın zenginliklerinin emperyalizmin talanına açan işbirlikçi Şah’ın devrilmesinde oynadıkları rolle de önemli yerde dururlar. O günün devrimci ve komünistleri “İran İslam Devrimi” sonrası kıyımdan geçirilerek rejim tarafından etkisizleştirilseler de bugünkü İran gerçekliği insanlık tarihini halk kitlelerinin yazdığını ve geçici kopmalar, gerilemeler yaşansa da bu çıkışın ileriye doğru olmasından alıkonulmayacağını, insanlığın özgür ve eşit bir yaşam isteğini en kötü koşullar altında bile bir şekilde koruduğunu bir kez daha gösteriyor.
1979 “İslam Devrimi” İran halkının tarihinde insanın insan tarafından sömürülmediği, yoksulluğun ortadan kalktığı, özgür ve adil bir dünya düşüne vurulan en büyük darbelerden biri olarak yer alsa da o günlerde emperyalizme ve kapitalizme karşı dini değerleri esas alarak eşit ve adil bir yaşam vaat eden İslami Devrim aslında bugün bu iddialarından uzak emperyalist-kapitalist sistemin bir parçası olarak İran devletinin o dönem içerisinde bulunduğu siyasal ve ekonomik krizin aşılmasında ve sistemi yeniden organize etmede önemli bir misyon oynadığını kanıtlamıştır. Bu durum devrimci, komünistler için bilindik olsa da ezilen, sömürülen halk kitleleri açısından yeniden bir tanıklık olması boyutuyla önemli bir yerde durmaktadır. Zira gerici faşizmin devlet yönetimi de dâhil yaşamımızın oldukça geniş bir alanına sirayet ettiği ve bu sirayetin etki alanını genişleterek derinleştiğine ve her geçen gün daha da kurumsallaştığına tanık oluyoruz.
Bugün İran’da tanık olduğumuz gösteriler İran’ı demokratikleştirilecek, mevcut devlet yapısını parçalayıp yok edecek bir gerçeklikten henüz uzaktır. Ancak taşıdığı potansiyel gösterilerden oldukça mutlu olup bu durumun derinleşmesi ve İran’ın bölgedeki nüfusunu kırmak için krizi fırsata çevirmek isteyen ABD ve S.Arabistan vb. gibi İran’a diş bileyen gerici devletlerin egemen sınıflarının da korkusunu yansıtmaktadır. Öyle ki bölgesel rekabette İran’la karşıt bloklarda yer alan TC’nin İran’daki gösterilere yaklaşımı ve yaptığı itidal çağrısı yönlü açıklamaları yoksulluk, işsizlik, hırsızlık ve yağma noktasında İran’dan hiç de aşağı kalmayan Türk egemen sınıflarının da korkusu olduğunu göstermiştir.
İran’ın mevcut devlet yapısının çöküşü, dini gericiliğe de vurulmuş bir darbe olarak gerici faşizmin (Şii ya da Sünni) çöküşünü hızlandıracaktır. Ancak bu süreçten İran ve bölge halkının en az bedeli ödeyerek çıkması bölgedeki devrimci-komünist hareketlerin güçlenmesinden ve birbirleriyle güçlü bağlar kurarak dayanışmasından geçmektedir. Zira emperyalistler ve bölgedeki işbirlikçilerinin iktidarları ve gerici yapıları çökerken ya da yıkılırken ortaya çıkan tufanın tıpkı Afganistan, Irak, Yemen, Suriye, Libya vs. gibi tam bir yıkım yaratması için ellerinden gelenleri artlarına bırakmayacakları açıktır.