Erdoğan geçtiğimiz günlerde “kabine toplantısı”nın ardından yaptığı açıklamada: “Güney sınırlarımız boyunca 30 kilometre derinliğinde güvenli bölgeler oluşturmak için başlattığımız çalışmaların eksik kalan kısımlarıyla ilgili yeni adımları da yakında atmaya başlıyoruz. Ülkemize ve güvenli bölgelerimize sık sık yapılan saldırıların, tacizlerin, tuzakların merkezi konumundaki alanlar harekât önceliğimizin başında yer almaktadır. Türk Silahlı Kuvvetlerimiz, istihbaratımız, emniyet güçlerimiz hazırlıklarını tamamlar tamamlamaz bu operasyonlar başlayacaktır” sözleriyle Rojava’ya dönük yeni bir işgal operasyonunun sinyallerini verdi. TC’nin Rojava’daki Kürt ulusal kazanımlarına ve demokratik muhtevaya dönük tehditleri uzunca bir süredir devam ederken Erdoğan’ın son açıklamalarıyla birlikte bu tehditler yeni bir evreye taşınmış oldu. Tel Rıfat, Mınbic, Ayn İsa ve Tel Temir’i kapsayacağı söylenen işgal saldırısının salt bu bölgelerle sınırlı kalmayacağı tüm Rojava’ya ve buradaki ulusal kazanımlara dönük tehdit oluşturacağı bir gerçek.
Özellikle Rojava’ya dönük işgal saldırılarında emperyalistler arası çelişkileri kullanarak, tavizler kopararak hareket eden faşist diktatörlük bu kez Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğini “veto etme” kartını kullanmaya başladı. Finlandiya ve İsveç’in sözüm ona “teröre destek veren ülkeler”den olduğunu, bu destek sürdükçe de NATO üyeliklerini kabul etmeyecekleri üzerinden ABD emperyalizmi ile pazarlık sürdüren TC, diğer yandan Rusya’ya dönük yaptırımlara katılmayarak işgale Rusya cephesinden “onay” çıkarmak istiyor. Yanı sıra Rusya’nın Ukrayna ile savaşından kaynaklı Suriye’deki askeri gücünü azalttığı iddiaları da söz konusu işgal saldırısında TC’nin istediği koşullar arasında.
Emperyalizm ile uşaklık temelindeki ilişkisinde TC’nin koşullar uygun olsa da son kertede “onay” olmadan adım atamayacağı bir gerçek. Bu noktada işgal saldırısı sinyallerinin hemen ardından ABD ile Dışişleri Bakanları üzerinden bir görüşme gerçekleştirilse de işgal saldırısına dair ABD emperyalizminin onayını içeren bir görüş ifade edilmedi. Çavuşoğlu işgal saldırısıyla ilgili ABD’den umduğunu bulamasa da F-16’ların Türkiye’ye satışı konusunda Kongreye olumlu görüş bildirildiğini söyleyerek “ağza çalınan bir kaşık bal”dan duyduğu memnuniyeti dile getiriyordu! Tüm bu gelişmeler işgale dönük pazarlıkların ve diplomasi trafiğinin 29-30 Haziran’da Madrid’de yapılacak NATO zirvesine kadar hız kazanacağına işaret ediyor.
TC’NİN BİTMEYEN İŞGAL SALDIRILARI VE KÖPÜRTÜLEN ŞOVENİZM
TC’nin Rojava’ya dönük işgal tehditleri yeni değil. Erdoğan Birleşmiş Milletler (BM) genel kurulunda yaptığı konuşmada Rojava’nın tümünü kapsayan işgal planını açıklamış “güvenli bölge” olarak ifade ettiği işgal operasyonlarının esas kapsamını açıkça belirtmişti. Bu açık tehdit, TC’nin Rojava özgülünde hedefinin yeni bir Arap Kemeri* politikası olduğu yorumlarını beraberinde getirmişti. Bilindiği gibi TC Efrin, Girê Spî ve Serêkaniyê’de işgal saldırıları sonrasında ÖSO çetelerinin yanı sıra Sünni Arap kökenli mültecileri bu bölgelere yerleştirerek on binlerce Kürdü mülteci pozisyonuna düşürmüş, demografik yapıyı değiştirmişti. Bu da söz konusu Arap Kemeri politikasının pratikleşeceğine dair yorumları güçlendiren bir etmen.
Bu işgal operasyonu “yedi düvelle” mücadele söylemleriyle faşist diktatörlüğün dış politikadaki bir hamlesi olarak ifade edilse de esas olarak iç politikayı etkileyecek bir muhteva barındırıyor. AKP-MHP faşist bloğu, ekonomik ve siyasi krizin derinleşmesine bağlı olarak yitirdiği kitle desteğini, işgal saldırısı ile köpürtülecek şovenizm eşliğinde yeniden kazanmanın hesaplarıyla hareket ediyor. Bu anlamıyla söz konusu tehditlerin ve olası işgal saldırısının çok yönlü kazanma olarak ele alındığını söylemek mümkün. Faşist diktatörlük Kürt ulusal kazanımlarına dönük saldırganlığını tarihsel kodlarından ödün vermeksizin sürdürüyor. Rojava’da gelişen ulusal kazanımları da tümden yok etme hevesini bu saikle sürdürmeye devam edecektir. Kürt ulusal mücadelesinin varlığı, coğrafya fark etmeksizin TC açısından “bekaa” parantezinde değerlendirilmekte, bu temelde ulusal mücadeleyi boğmaya dönük işgal operasyonları sürdürülmektedir. Nitekim halihazırda Zap ve Avaşin’de sürdürülen işgal operasyonu da yine bu erekle ele alınmaktadır. Zap ve Avaşin’de devam eden çatışmalar bir ayı aşkın bir süreci geride bırakmasına rağmen TC açısından bir ilerleme kaydedilemediği gibi üst üste ağır kayıplar alınmaktadır. Bu bağlamda Rojava’ya dönük işgal tehditleri Zap-Avaşin’de yaşanan tıkanmayı ve ağır kayıpların kitleler nezdinde daha az görünür olmasına da neden olmuştur.
ENKS’NİN BULANIK SUDA BALIK AVLAMA POLİTİKASI
Tüm bu gelişmeler yaşanırken ENKS’den (Suriye Kürt Ulusal Konseyi) oldukça dikkat çekici bir müdahillik talebi gelişti. Bilindiği gibi ENKS Rojava’da PYD’ye alternatif olarak pozisyon almaya çalışan bir aktör. PYD’ye nazaran zayıf bir güç olsa da bölge gerici devletleri ve emperyalistlerle geliştirdiği ilişkilerle Rojava’da KDP’nin Irak özgülünde gerçekleştirdiği uşaklık rolüne benzer bir biçimde ulusal bir “çözümü” savunmakta. Bu anlamıyla KDP’nin Rojava’daki temsilciliği gibi hareket eden ENKS, TC’nin işgal tehditleri sonrası Fransa ile Paris’te resmi bir toplantı düzenlediklerini ve sınırdaki Kürt bölgelerine yönelik yeni bir askeri operasyonu önlemek adına Türkiye ile arabuluculuk yapmak için yazılı bir teklif sunduklarını söyledi. Toplantıda ABD, Fransa, Türkiye ve SDG güçleri başta olmak üzere ilgili tüm tarafların iş birliği yapması şartıyla ENKS, müttefikleri (Barış ve Özgürlük Cephesi) ve diğer bileşenlerin bu bölgeleri yönetebileceklerinin dile getirildiği belirtildi. ENKS’nin söz konusu çıkışı şimdilik bir karşılık yaratmasa da emperyalistlerin güdümünde böylesine bir politikanın Rojava’daki ulusal kazanımlar adına daha ciddi bir tehdit olduğunu söylemek mümkün. TC’nin işgal tehditleri ve Rojava’ya dönük askeri saldırıları sürerken ENKS’nin bu çıkışı bulanık suda balık avlamak anlamına geliyor.
ENKS, KDP gibi TC ile ulusal ihanet temelinde ilişkiler geliştirerek Rojava’da uşaklık ilişkisi biçiminde bir durumun yaratılması için uygun bir aparat. Bu anlamıyla emperyalistler nezdinde de böylesine bir politikanın esas tercih olacağını bilmek gerekmektedir. Emperyalizmin egemen ekonomik, siyasi ve kültürel bir sistem olarak günümüzde ulusal sorunları emperyalist zincirin halkası biçiminde burjuva devletler kurarak “çözer.” Bu bağlamda ENKS’nin savunduğu politika, emperyalistlerin ve bölge gerici devletlerin ekonomik, siyasi ve askeri olarak çıkarlarıyla uyumlu bir öze sahiptir.
Rojava halkı DAİŞ, TC ve Suriye rejiminin saldırıları altında ağır bedeller ödeyerek ulusal kazanımlarını korumak adına büyük mücadeleler ve direnişler geliştirmiştir. Halkın bu meşru direnişi tüm hesapları ve ihanetçi politikaları alt üst edecek, ulusal demokratik kazanımlarını savunacak güce sahiptir.
*Arap Kemeri: 24 Haziran 1974 yılında Suriye’de iktidardaki BAAS Partisi’nin başta Cizire bölgesi olmak üzere Rojava’nın büyük bir kısmını -Rojava-Türkiye sınırında 350 kilometre uzunluğunda ve 10-15 kilometre derinliğinde- Araplaştırmak adına giriştiği projedir.