MÜSİAD Başkanı Mahmut Asmalı “Maalesef Türkiye’de iş beğenmeme gibi bir durum var. Emek yoğun işlerde çalışmak istenmiyor. Yabancı uyruklu işçiler bu işlerde daha fazla çalışıyor.” dedi. Birleşmiş Milletler’e bağlı Ekonomik ve Sosyal İşler Organizasyonu (DESA), yayınladığı son raporda Türkiye’deki toplam mülteci ve göçmen sayısının 5 milyon 678 bin 800 kişiye ulaştığı kaydedildi. Yine Mülteciler Derneği’nin araştırmasına göre 21 Nisan 2022 tarihi itibarıyla bir önceki aya göre 7 bin 794 kişi artarak toplam 3 milyon 762 bin 385 kişi oldu.
Sayıları her geçen gün artan Suriyeli göçmenler için hükümet, çalışma hayatında yasal zemine oturtmak adı altında birtakım düzenlemeler yaptı, yapmaya da devam ediyor. Belirli şartları yerine getiren Suriyelilere çalışma izni verilmesine dair yönetmelik yürürlüğe girmişti. Sermaye cephesinden de düzenlemeye ilişkin öneriler gecikmeden peşi sıra gelmişti. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) bir raporunda, Suriyeli işçilerin emek piyasasına dâhil edilmesinin ne kadar elzem olduğuna dair bir açıklamada bulundu. Raporun; işverenlerin, sanayi odası yetkililerinin, esnaf ve ticaret odalarından temsilcilerin görüşleri alınarak hazırlandığı da ifade edilmişti. Genel olarak raporda Suriyelilerin, işverenler tarafından hem “vicdani duygular” hem de emek gücüne olan ihtiyaçlarından dolayı zaman zaman kayıt dışı olarak çalıştırıldığı ifade edilmişti.
Raporda dile getirilen ortak kaygı ise göçmen işçiyi kayıt dışı çalıştıran ve çalıştırmayan firmalar arasındaki rekabetin uzun vadede emek piyasasını olumsuz yönde etkileyeceği belirtildi. Patronlar çalışma izni konusunda ise nitelik gerektirmeyen işlerde emek açığını kapatmak ve özellikle ağırlıkta olduğu için Suriyeli işçilerin sosyal güvenlik masraflarının devlet tarafından karşılanmasını bekliyor. Ayrıca ülkelerindeki savaşın bitmesi durumunda Suriyelilerin, çalışma izninin sona ermesi ve ülkelerine dönerken hiçbir hak ve tazminat talep edememesi raporda belirtilmişti. Yani bundan anlaşılması gereken ise işverenlerin yasal olarak Suriyeli çalıştırma şartı, prim ve teşvik gibi uygulamalarından yararlanarak işçileri ucuza çalıştırmak ve işin son bulması durumunda ise hak ve tazminat talep etmelerini önleyen düzenlemelerdir.
Burada Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçı Birlikleri (İTKİB) Başkanı’nın yaptığı bir açıklamayı hatırlamak da gereklidir. İTKİB Başkanı “Marmara bölgesini ekonomik krizden koruyan 2 milyon Suriyeli oldu” diyerek, Suriyeliler olmasa Bangladeş’ten 500 bin işçi sipariş edeceklerini eklemişti. Hem MÜSİAD Başkanının hem de TİSK’in açıklamaları statü olarak farklı kavramlarla ifade edilse de göçmen, mülteci, geçici koruma kapsamında bulunan göçmen emeğinin nasıl değerlendirildiği açık bir şekilde ifade ediliyor.
Göçmen emeği her dönem ve özellikle kriz koşullarında sermaye açısından düşük ücretle güvencesiz şekilde çalıştırılabilecek emekçiler olarak her zamankinden daha da önem kazanıyor. Günde 16 saati bulan uzun çalışma süreleri, angarya ve sözlü fiziksel şiddet, havalandırmasız ve ışıksız ortamda koruyucu ekipmanlar olmaksızın işbaşı yaptırma, asgari ücretin altındaki ücretlerle sigorta ve sosyal güvenlik kapsamı dışında çalışmakta ve herhangi bir talebi olduğunda, keyfi şekilde anında işten çıkartabilmektedir. Devlet kurumları göçmen işçilerin yaşadığı onlarca sorun için herhangi bir çözüm üretme içerisinde değildir. Tam tersine mevcut durumu sermayenin ve patronlarına çıkarlarına göre dizayn ettiğin gerçeğidir. Müfettişler, SGK denetçileri patronların çıkarlarını korumaktadır. Bu durum bir devlet basiretsizliği değildir, tam tersine patronların aradığı çalıştırma koşullarının devamlılığını ve yaygınlaşmasını sağlamaktan öte değildir. Hemen her iş kolunda olmak üzere özellikle tarım, inşaat, tekstil, maden; merdiven altı tezgâhlarda ve fason üretim yapılan işyerlerinde göçmen işçiler Türkiye’de emek piyasasında kayıt dışı işçiler olarak eklemlenmektedir.
Ayrıca işçi sınıfının göçmen işçiler açısından sermaye tarafından yaratılan başka bir önemli sorun da çalışma yaşamına göçmen emeğinin girmesi, yerli işçilerin pazarlık gücünü azaltarak genel ücret seviyesinin düşmesine neden oldu. Yerli işçilerin yaşadıkları sorunların kaynağı olarak sadece göçmen işçileri gösterilmesi ve göçmen işçilerin suçlaması genel kanı durumuna getiriliyor. Tartışılması gereken konu ise insanca yaşama ücreti ve yaşam koşulları olması gerekirken göçmen emeği yerli emeğe karşı kullanılıyor. Emeğin değerinin daha da düşürülmesi, kölelik ücretinin çalışma hayatına sindirilmesi hedefine hizmet eden bir politikaya dönüşüyor.
Göçmen emeğinin göç edilen ülke ekonomisi için yedek iş gücü kaynağı olarak görülmesi sermaye ve onun kuklaları ve iktidar temsilcilerinin “Suriyeliler giderse ülke ekonomisi çöker”, “Sanayiyi onlar ayakta tutuyor” gibi açıklamalar yapmalarının dayandığı noktalar üstünkörü yapılmış açıklamalar değil, göçmen emeğine sermayenin net bakışıdır. Çünkü emeğin güvencesiz, keyfi bir şekilde kullanılmasıyla ile sermayenin emek üzerindeki sömürüsünün giderek derinleşmesi doğru orantılıdır. Emek üzerindeki sömürü arttıkça çalışma koşulları başta ücret ve iş güvencesini yok ederek en derin görünümlerine kavuşur ve güvenceli istihdam biçimlerini yok ederek bütün işgücünü eğreti ve güvencesiz hale getirerek emeği ilkelleştirilir ve değersizleştir. Göçmen emeğinin sömürülmesi genel olarak sürdürülürken alt başlıklarda da bu sömürü tasarımının daha da derinden yaşanan kısımları da ayrıca önemlidir. Özellikle çocuk ve kadın emeği sömürüsündeki pervasızlık, sermayenin modern köleliğinin açık fotoğrafıdır. Özellikle son yıllarda Suriyeli kadınların ev içi parça başı emek piyasasına eklemlenmesinde etkili olan ve bu ev içinde çalışma pratiğini şekillendiren ve besleyen çeşitli süreç ve dinamikler bulunmaktadır. Bunları en genel hatlarıyla söz edersek: zorunlu göç, ataerkil pazarlık, mevcut kayıt dışı emek piyasasının genişliği ve esnekliği, mülteci deneyimine sahip olup yasal olarak geçici koruma statüsünde tanımlanma, ırkçılık ve şiddet korkusu, ev içi emek, çocuk-yaşlı-engelli bakımı olarak sıralanabilir. Günlük 50 lira yevmiyeye ayakkabı ve tekstilde çalışan çocuk işçiliği ne tesadüf ne de münferit bir durumdur. Bu şekilde çalışma zorunluluğu sermayenin kan emici ruhundan başka bir şey değildir.
Sermayenin istediği ücretleri düşürmek, çalışma saatlerini artırmak, sendika başta olmak üzere her türlü örgütlenme mücadelesini önlemek yani işçiyi korunmasız bırakmaktır. Nesnel durumun bu kadar yakıcı talepler etrafında yan yana getirme olanaklarına rağmen ortak mücadele ve ortak örgütlenme perspektifine dair atılan adımlar zayıftır, güçlü adımlar atılmalıdır. Dünden daha acil olarak göçmen işçilere dair politikalar üretmek, göçmen işçilerin olduğu üretim alanlarına yönelmek, yerli ve göçmen işçilerin ortak sınıf çıkarları etrafında birleştirecek ve birlikte mücadele etmelerini sağlayacak örgütlenme perspektifi ile hareket etmekten başka kurtuluş yolunun olmadığı görülmelidir.