[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle”]
Türkiye ekonomisi, ekonomistler ve ekonomi değerlendirme kuruluşları tarafından “yüksek risk” altında ilan ediliyor. Türkiye, Rusya’nın Ukrayna’ya dönük işgal saldırısından en fazla etkilenen ekonomiler arasında en başta yer alıyor. Yarı sömürge yapısından kaynaklı kırılgan ve zayıf bir ekonomiye sahip, zaten krizde olan Türkiye ekonomisi Rusya ve Ukrayna ile olan güçlü ekonomik ilişkileri nedeniyle daha da çıkmaza girdi. Borcu borçla kapatmayı esas alan Türk egemenleri de krizi aşmanın çözümünü Körfez ülkeleriyle ilişkileri geliştirmekte ve halkın sırtına daha fazla yük bindirmekte buluyor.
Hazine ve Maliye Bakanlığı, 20 Nisan’da merkezi yönetim brüt borç stokunu açıkladı. 31 Mart 2022 itibarıyla 3 trilyon 109 milyar TL tutarındaki merkezi yönetim brüt borç stokunun, 1 trilyon 52 milyar TL’lik kısmı Türk Lirası cinsinden, 2 trilyon 58 milyar TL’lik kısmı döviz cinsinden borçlardan oluşuyor. TC tarihinde ilk kez, ödenecek borç faizi anaparayı geçti. Ödenecek iç borç tutarı yılın ilk dört ayında yüzde 13 artarken, faiz tutarındaki artış yüzde 119’u buldu. Hazine, nisan ayındaki borç stokuna göre bundan sonra 1,5 trilyon lira anapara ödemesi gerçekleştirecek. Sıcak para ihtiyacını karşılayamayan, üretim ekonomisinden esas olarak uzak TC ekonomisinin 2021 ağustos ayında ödediği iç borç faizi 699 milyar TL iken 2022 mart ayında 1 trilyon 347 milyar TL, nisan ayında 1 trilyon 743 milyar TL’ye çıktı.
Geçtiğimiz sene yaşanan resmi faiz indirimlerine rağmen, reel faiz oranı enflasyonla beraber artmaya devam ediyor. 2021 yılında enflasyon TÜİK’e göre yüzde 19 seviyelerinde iken faiz de yüzde 19 idi. Bugün geldiğimiz noktada faiz yüzde 14 iken enflasyon TÜİK’e göre yüzde 60, bağımsız araştırma kuruluşlarına göre yüzde 120’leri aşmış durumda. Yani Erdoğan’ın tüm ekonomistlerce garipsenen ve akıl dışı ilan edilen “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” tezi de beklendiği gibi çökmüş oldu. Faiz düşürme hamleleri de boşa çıkan iktidar politika faizini sabit tutmaya devam ediyor.
TÜRKİYE RİSKLİ ÜLKELER ARASINDA
Pandemiyle beraber tedarik zincirinde yaşanan krizler, işgal saldırısıyla beraber daha da derinleşti. Güçlü ekonomilere sahip emperyalist kapitalist merkezlerde dahi enflasyon artışı rekor düzeylerde yaşanırken yarı sömürge ülkelerde fırtınalar kopmaktadır. Derinleşen kriz yarı sömürge ülkelerin ekonomilerini bir bir devirmektedir. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) “düşük ve orta gelirli” 120 ekonominin borç kırılganlık göstergelerini inceleyerek hazırladığı bir rapor, 19’u çok kritik düzeyde olmak üzere 72 ekonominin temerrüt riski açısından ‘kırılgan’ olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye de bu listede “yüksek spekülatif ekonomiye” sahip ülkeler arasında. Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası’nın Borç Sürdürülebilirlik Değerlendirmeleri’nden, kredi notlarından hazırlanan raporun, çoğu “düşük gelirli” ekonomilerden oluşan temerrüt riski bulunan ülkeler listesinde Türkiye ve zaten temerrüte düşmüş olan Arjantin dışında G-20 ekonomisi yok.
Türkiye’nin kısa ve orta vadede ödemesi gereken borç ve faiz sarsıcı derecede fazla. Merkez Bankası’nın net rezervleri eksiye düşmüşken bu borçların nasıl ödeneceği tartışma konusu. Borçlarını ödeyemeyen Güney Amerika ülkesi Arjantin enflasyonun tavan yapması ile birlikte temerrüte düşmüştü. Geçtiğimiz mart ayında Arjantin IMF ile yapılandırma ve kredi konusunda tekrardan anlaşmaya varmıştı. Türkiye ile riskli ülkeler arasında yer alan Arjantin’de enflasyon yüzde 55’i aşmıştı.
Sri Lanka da temerrüte düşen ülkeler arasında yer alıyordu. Sri Lanka hükümetinin borçlarını ödeyemeyeceğini açıklamasının ardından halk sokaklara döküldü. Enflasyonun yüzde 30’u aştığı ülkede hükümet istifa etti; bununla birlikte ve hatta buna rağmen halk sokaklarda yoksulluğa karşı isyanı büyütüyor. Güney Asya ülkesi Sri Lanka’da yaşanan ekonomik çöküş ve halk isyanının ardından The Guardian gazetesi “Ekonomik çöküş sürecinde ilk düşen domino taşının Sri Lanka yerine Türkiye olması bekleniyordu” başlıklı değerlendirme yazısını yayınladı. Yazıda yüksek enflasyona ve kırılgan ekonomiye sahip Türkiye’nin ilk düşen domino taşı olacağı spekülasyonlarına yer veriliyor.
Türkiye’nin Sri Lanka ve Lübnan gibi temerrüte düşmesine emperyalist efendileri ülkenin taşıdığı ve egemenlerinin de övünç kaynağı olan “büyük önem”den ötürü izin vermeyebilir. Gerilimin arttığı işgal koşullarında Türkiye emperyalizmin “ileri karakolu” görevini layığıyla yerine getiriyor. Bölgede stratejik bir konumda yer alan sadık uşağın kaosa sürüklenmesine, çöküş yaşamasına emperyalist efendilerinin ne zamana kadar seyirci kalacağını zaman gösterecek. Türkiye bu krizi ve çöküşü egemenlerin klik değişikliğiyle atlatabilir; ama krizin ceremesini halkın daha da yoksullaşarak çekeceği açık. Koç Holding 2022 ilk çeyreğinde kârını yüzde 218 artırırken yoksulluk sınırı 16 bin TL’yi aştı. Yani ülkenin çok büyük bir kısmı yüksek enflasyon altında ezilip, yoksulluk sınırı altında yaşarken iş birlikçi, komprador burjuvalar kârlarına kâr katıyorlar. Bu kârın önemli bir kısmının bankalar aracılığıyla edinilmesi de dikkate değerdir. Kuşkusuz sadece bankalar aracılığıyla gerçekleşen talan değil büyük kârın kaynağı devletin büyük şirketlere, tekellere verdiği teşvik üstüne teşvikin de yeri büyük. Vergi borçlarının silinmesi veya borç yapılandırma sistemlerinin de ekonomik yapının yararlarının onarılmasına hizmet ettiği biliniyor. Bunların hiçbirinin halkın üzerindeki hortumlardan ve kayıt dışı ekonominin nihayetinde yoksullaştıran, çölleştiren, bağımlılık üreten nimetlerinden bağımsız olmadığı da hatırlanmalı.
Birleşmiş Milletler 16 Mart’ta açıkladığı raporunda, Rus işgaliyle birlikte küresel ekonominin hızla bozulduğunu ve isyanlara neden olacağını aktarıyor. Raporda yakıt ve gıda fiyatlarındaki enflasyonun “düşük ve orta gelirli” ülkelerde alarm zillerini çaldığı belirtiliyor. Bu alarmın gerçek olduğunu ilk Sri Lanka halkı gördü ve yaşadı. Sri Lanka’nın ardından İran’da da halk sokaklara dökülerek, büyük marketleri yağmalayarak enflasyon ve yoksulluğa karşı çığlığını yükseltiyor. Bir sonraki isyanın hangi ülkede olacağı tartışma konusu. Ülkemizde halkın kendiliğinden ayaklanıp ayaklanmayacağını bilemiyoruz; ama ancak ve sadece komünist önderlikle buluşan kitlelerin Yeni Demokratik Devrim mücadelesini büyüteceği ve egemenleri alaşağı edeceğini biliyoruz. Yoksulluk devrimci bilinç üretmez; ama devrimci bilinç yoksulluğun devrim için gerçek bir zemin olduğunu bilir…