[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Uzun soluklu, zorlu bir savaş ve bu savaşta insanları birleştiren kavramlar… Bu kavramlar içerisinde de birçok olguyu barındıran yoldaşlık… Yoldaşlık, çok yönlü tartışmalara neden olan ve sınıflar mücadelesinin içinde derin duygular oluşturan politik bir sözcük ve elbette tartışılacak birçok yönü bulunan tarihsel bir olgu. Birçok devrimci, demokrat, yurtsever, ilerici kurum bu kavramı hem kendi örgütsel yapısı içinde hem de diğer örgütlerle ilişkileri içinde kullanmakta, farklı örgütler içindeki kişiler de birbirine yoldaş demektedir. Devrim stratejisi, programı, yol ve yöntemi birbirinden çok farklı örgütlerin birbirine karşı yoldaş kavramını kullanması tartışılması gereken çok yönlü ilkesel ve politik eleştiriyi barındırsa da bizim yazımızın ana konusu bu olmadığı için bu noktayı şuna değinerek geçelim: yoldaşlık öncelikle devrimci çizgide ideolojik bir birliği içermektedir. İdeolojik birlik olmadan kullanılan yoldaşlık kavramı oportünizmle bezenmiştir. Bu sebeple ideolojik birlik ve aynı devrimci program etrafında birlik olunmadığı halde “yolda birlik” gibi genelleştirilen yoldaşlık olgusu yoldaşlığın gerçek içeriğini de boşaltma tehlikesi taşımaktadır. Bu sebeple böyle kullanımlar doğru değildir. Bununla birlikte devrimci örgütler arasındaki ilişkilerin içeriği bakımından bir tanımlamaya mutlaka ihtiyaç vardır ve bu ihtiyacı karşılayan kavram siperdaşlıktır.
YOLDAŞLIK VE YÜKLEDİĞİ SORUMLULUK
Aslında yoldaşlık derken insanlar arasındaki bir ilişkiden, özelde de proleter devrimcilerin birbirleriyle ilişkisinden bahsediliyor demektir. Doğallığında proleter devrimcide bulunması gereken özelliklerin bir ön kabul olarak varlığından, bu özelliklerin ilişki üzerinde hüküm sürmesinden bahsedilmektedir. Eğer ki yoldaşlık adına kurulan ilişkide proleter devrimciler arasında olmaması gereken ilişki biçimleri tarif ediliyorsa gerçek anlamda bir yoldaşlıktan bahseder miyiz? Bu nasıl olmaktadır? Yoldaşlık nedir? Yoldaşlık ilişkilerimiz nasıl gelişmektedir? Yoldaşlık ilişkilerimizi bozan olgular nelerdir ve bunların kaynakları nelerdir? Tüm bu sorular politik mücadele içerisinde sorgulamamız, incelememiz gereken konulardır. Yoldaşlık denilip geçilmemeli, ilişkilerimiz yüzeysel bir biçimde değerlendirilmemelidir. Bu ilişkiler içerisinde her davranışımızın, her pratiğimizin hatta ve hatta her sözümüzün ilişkilerimizi etkilediği, olumlu ya da olumsuz, devrimci ya da karşıtı sonuçlara yol açtığını bilerek hareket etmek zorunluluğunu kavramalıyız. Yoldaşlığın temel sorumluluğu budur. Sonuçta insandan, sınıflı toplumun ürünü olan insanlardan bahsediyoruz. Bunun yanı sıra devrimci saflara sınıflı toplum gerçekliğinden geldiğimizi, yekpare veya tek biçimli bir devrimcilik olmadığını, her bir insanın çok çeşitli biçimlerde sınıflı toplumun özelliklerini taşıdığını ve saflarımızda bunun bir olgu olarak var olduğunu ve var olacağını bilmekteyiz. Yani her bir yoldaş sınıflı bir toplumun ürünü olarak ve içinden geldiği sınıfın, dahası sınıflı tüm toplumun kimi özelliklerini benliğinde taşıyarak devrimci saflara gelmektedir ve ancak KP ile bu özelliklerini komünist bir niteliğe dönüştürebilme ve değişme olanağına sahip olacaktır. Bu da KP’nin durumunu, sorunlarını inceleme ve tartışma olanağını aynı zamanda yoldaşlık ilişkisi içinde kavrayabileceğimizi gösterir. Kendimizi incelerken yaptığımız şey devrime karşı sorumluluğumuz ve görevlerimiz kapsamında değerlendirilmelidir. Yoldaşlık kavramının insana yüklediği sorumluluk ancak bu nitelikte anlaşılacaktır.
Yoldaşlık kavramının içine birçok olgunun, bir devrimcide olması zorunlu birçok özelliğin sığdığını ifade etmiştik. Bunların başında güven gelmektedir. Güven genellikle kişiye olan güven olarak anlaşılsa da yoldaşlık ilişkisinde güven partiye güvenle kopmaz bağlarla bağlıdır. Nihayetinde yoldaşlaşmanın temelini parti oluşturur. İdeolojik birlik KP’de somutlaşır. Komünist Parti de her şey gibi özü çelişki olan bir birliktir. Bu birliğin temeli ideolojik, nesnesi insandır. İnsan sınıflı toplumdan gelip parti aracılığıyla komünist bilince doğru gelişmektedir. Partinin hareketi ile aynı zamanda onun nesnesi olan insanın hareketi kopmaz bağlarla bağlıdır. Muhakkak ki her ikisinin de hareketinin yönünü belirleyen sınıflar mücadelesi olacaktır. Güven bu bağlamda mutlak, sonsuz, donmuş bir olgu olarak kavranmamalı, mekanik şekilde yorumlanmamalıdır. Proleter devrimci sorgulayıcılıkta güven gerçek bir güvendir. İkincisi, samimiyettir. Yoldaşlık proleter devrimci kişilerin ilişkisiyse eğer ki öyledir, onun temelinde proleter devrimcide olması zorunlu özellikler bulunmalıdır. Samimiyet bu açıdan çok önemlidir. Kişisel düzlemdeki tüm hesaplarını toplumsal bütün içinde ve sınıfın çıkarları bakımından tanımlayan bir varlık olarak komünistin samimiyeti de nihayet kişiyle sınırlı kaygılardan kurtulmuş olmalıdır. Hiçbir özel beklenti içermeyen bu “hesapsızlık” samimiyetin temeli olacaktır. Bu nedenle yoldaşlık ilişkisinin özünün samimiyet olduğunu rahatlıkla iddia edebiliriz. Yani öz ile sözün ve eylemin muhteşem uyumunu samimiyet bize anlatmaktadır. Yoldaşlığı sağlam temellerinden birinin samimiyet olduğu açıktır ve yoldaşlığın inşası buna bağlıdır. Samimiyet, içinde kişiyle sınırlı hırs, ilgi, kariyer, mevki, makam veya isteklerde bulunmamayı içerir; böylece yapılan hiçbir şeyin hesabı da kişisel çıkarlar etrafında değerlendirilmez. Üçüncüsü açıklıktır; açıklık kavramsal olarak başka hiçbir eke ihtiyaç duyulmadan, arkasında hiçbir gizli ima içermeden net şekilde kendini ortaya koyabilmektir. Açıklık derin bir netlik içermektir. Yani “neyse o olmak” dediğimiz bir kesinlik vardır açıklıkta. Bu da yoldaşlık ilişkilerinin proleter devrimci çizgide ilerlemesinin temelini oluşturmaktadır. Şimdi yoldaşlık ilişkilerimizde bu olguların varlığını inceleyelim; inceleyelim ve kendimizden başlayan sorgulamalardan korkmayalım. Yeteri kadar açık mıyız, derin ve gerçek bir güvene sahip miyiz, tüm düşünce eylemlerimizde samimi olabiliyor muyuz? Evet en nihayetinde bunların hepsini devrimci kişiliğimizde taşıyoruz. Kendimizi, yoldaşlarımızı, kolektifimizi bütünlüklü ele aldığımızda tüm bu özellikleri taşıdığımızı görebiliriz. Birçok eksikliğimiz, yetmezliğimiz bilinç düzeyinde kavrayışsızlığımız olsa da biz bütün bu özellikleri taşıyoruz. Bu açıdan komünistleri ve komünist iddiası olan insanları diğerleri ile eş değer tutmamalı ve kendimize ve yoldaşlarımıza haksızlık etmemeli, KP’yi ideolojik hattını doğru kavramalıyız. Böyle bir tartışma yürütürken, bununla beraber kendimizi incelerken gerçekliğimizin bize yetmemesinden ve daha yüksek düzeyde bir gelişmeye duyulan ihtiyaçtan yola çıkmaktayız. Toplumsal yaşamdan aldığımız tüm hastalıkları da komünist bilince duyduğumuz ihtiyaca cevap oldukça yenebiliyoruz. Biz hem toplumsal yaşamın içinden geliyor, onun olumlu ve olumsuz birçok özelliğini taşıyor hem de bu özellikleri proleter devrimci özelliklere yani niteliğe taşıma mücadelesi veriyoruz. Bununla birlikte güven, samimiyet, açıklık her devrimcide vardır. Yok ise zaten bir devrimciden bahsedilmiyor demektir. Şimdi söylediklerimizi kısaca özetleyecek olursak; yoldaşlık, öz haliyle proleter devrimci çizgide, ideolojik birlik içerisinde, aynı program etrafında örgütlenmiş olan proleter devrimci kişilerin, KP içinde somutlaşan ilişkisidir. Bu ilişki proleter devrimcilerin taşıması gereken özelliklere sahip olmanın yanı sıra proleter dünya devrimine karşı da sorumluluk taşımalıdır.
Yoldaşlık ilişkimizin temelini proleter devrimci kimlikle ilişkilendirdiğimizde her ilişkimizin bu nitelikte olmadığı gerçeğiyle hemen yüzleşmiş olacağız. Kendimizi ve ilişkilerimizi incelediğimizde yoldaşlarımızla ilişkimizde derinlik sorunuyla, yani sığlıkla karşı karşıya olduğumuzu ve bu sorunla nasıl mücadele etmemiz gerektiğini açıklığa kavuşturmalıyız. İki insan arasında bir ilişki varsa tüm kimliklerden onları soyup sınıfsal temelde nasıl bir ilişki olduğuna baktığımızda karşımıza belli başlı birkaç olasılık çıkacaktır: birinci olasılık iki burjuva arasındaki ilişki, ikinci olasılık iki proleter arasındaki ilişki üçüncü olasılık; bir burjuva ile bir proleter arasındaki ilişki ve bunlar etrafında gelişen diğer ilişkiler en nihayetinde ilişkilenme biçimimizin düzeyi ne olursa olsun bu türevlerden birine denk gelen bir içeriğe sahip olacaktır. Bu bağlamda ilişkilerimizde bizim hangi anlayışı temsil ettiğimiz belirleyici olandır. “Parti bir çelişkidir, nesnesi de insandır” demiştik; bunu ilişkiye uyarlarsak yoldaşlık ilişkisi bir çelişkidir ve nesnesi yine insandır. Nesnelerin temsil ettiği anlayış en nihayetinde ya burjuva ideolojiye ya da proleter ideolojiye karşılık gelmektedir. Bu bağlamda ilişkilerimiz tek başına iki insanın ilişkisi olarak değil, temsil ettiği anlayış bakımından ya burjuva bir çizgiyi ya da proleter çizgiyi içerecektir.
KOLEKTİF, POLİTİK, SORUMLU YOLDAŞLIK
Devrimci mücadele içerisinde kişilere indirgenen her durumda yoldaşlık ilişkilerimize dair veriler vardır. Bu veriler bize nasıl yoldaşlar ya da nasıl devrimciler olduğumuzu ve aynı zamanda niteliğimizi gösterecektir. Bu bağlamda iki yoldaşın ilişkisinin niteliğini belirleyen nasıl insanlar oldukları hangi özelliklere sahip oldukları ve nasıl mizaçları olduğu değildir. Evet yukarıda da ifade ettiğimiz gibi devrimci kişilikte bulunması gereken özellikler yoldaşlık kavramının içinde vardır, ancak yine de yoldaşlık ilişkilerimizin niteliğini belirleyen şey özü itibariyle politiktir ve olası her sorunda ideolojik bir öz bulunmaktadır. Yoğunlaşmamız gereken bu politik içerik ve ideolojik öz olmalıdır. Her ne kadar iki kişinin yaşadığı ya da etkilendiği konular gibi görünse de yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bu ilişkinin içeriği ya burjuva bir niteliği tarif eder ya da proleter. İncelediğimiz konu bu bağlamda taşıdığı sınıfsal niteliklerine göre derinleştirilmelidir. Bu incelemeyle açığa çıkan kimi sorunlarda salt “bana yapılan”, salt “benim uğradığım”, salt “benim maruz bırakıldığım” biçiminde yürütülen her tartışmada küçük burjuva bir yaklaşım ilişkiye yön veriyor demektir. Yoldaşlık ilişkilerinde bu biçim terk edilmelidir. Nihayetinde açığa çıkan sorun kişisel düzeyden kurtarılarak; ama aynı zamanda kişi düzlemindeki sorunlar olduğu da kabul edilerek, kişilerde somutlaşan sınıfsal etkiler zemininde incelenmeli ve değerlendirilmeye tabi tutulmalıdır. Doğru ve objektif sonuçlara ancak bu temelde varılabilecektir. Tam da bu noktada karşımıza bilmekle yapmak arasındaki diyalektik ilişki çıkmaktadır. Bu ilişkide her birimiz yoldaşlarımızı sevmemiz gerektiğini, proleter devrimci bir nitelikte birbirimizle politik olarak ilişkilendiğimizi, bizi birbirimize bağlayan şeyin insanlığın kurtuluşu davası olduğunu hiç unutmamalı; yoldaşlığın içinde barındırdığı derinliği aynı zamanda devrime akan kanla, verilen canla kazandığını, bu ilişkiyi sıradanlaştırmamak gerektiğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Bu bağlamda hemen her ilişkimizde kendimize birkaç soru yöneltebiliriz. Bir yoldaş olarak karşımızdaki kişiye sorumluluğumuz nedir? Kolektife bağlı olarak yoldaşlık içinde geliştireceğimiz değerler ne olacaktır? Aslında insanlığın kurtuluşu davasında tekrar tekrar sorulmuş her tarihsel kesitte yeniden yanıtlanmış bu soruları biz yine de kendimize tekrar tekrar soracak ve pratiğimizle yanıt olacağız. Buradan bir anlatımla yoldaşlık ilişkilerimizin dayandığı temellere yönelelim: “Birisi Hacettepe Üniversitesi’nde diğeri Ankara Üniversitesi’nde iki yoldaş Hasret ve Gül daha lise yıllarında devrimci mücadeleye atılmış yolları Ankara’da kesişmiş, çok uzun olmayan bir zaman diliminde yoldaşlık ilişkileri gelişmiş Hasret’in savaş alanına geçmesiyle fiziksel bir ayrılık olsa da Gül’ün kararlı yaklaşımı sonucu savaş alanında yeniden fiziksel birlik sağlanmıştır. Ancak ikisi de gerilla olmasına rağmen yıllardır istedikleri aynı faaliyet alanında olma istekleri gerçekleşmemiştir. Yaşamlarının gerillada geçen dönemlerinde yoldaşlar bir araya gelmenin türlü yollarını arasa da savaş koşulları, devrimin ihtiyaçları, içinden geçilen süreç onların fiziksel olarak bir araya gelmesine olanak vermemiş, sürekli bir şekilde bir araya gelebilme, aynı faaliyet alanında olma istekleri yerine getirilememiştir. Elbette bir araya gelme isteklerinin altında yatan iyi anlaşma, birbirini çok sevme ve ilişkilerinde diğer yoldaşlarla olan ilişkilerinden ayırma halinin de bir etkisi olmuştur. Nihayetinde yoldaşlar gerilla yaşamlarında çok istemelerine rağmen hiç aynı alanda faaliyet yürütme şansı bulamamıştır. Hasret yoldaş bu duruma sitem etmiş ve Gül yoldaşa “biz birlikte şehit düşeceğiz, biliyorum” demişti. En sonunda 2018 kış kampında birlikte aynı alanda olurlar ve tarih 23 Nisan 2018’i gösterdiğinde düşmanın indirme yaptığını, çıkış yapma olasılığının olmadığını, çatışarak bu çemberi yarmak ya da birlikte dövüşerek şehit düşmek kararlılığıyla yoldaşlar son mermilerine kadar savaşırlar. Çatışmanın tanıklarının anlatımlarına göre; “Nergiz yoldaş ilk yarayı alandı ve yarası ağırdı. Çiğdem, Nergiz’in yanına geldi yarasına baktı onu kollarına aldı ve kucaklayıp kaldırarak, mevziden uzaklaştırdı. Diğer yoldaşının dizine yatırarak Nergiz’in yarasına bakmasını, yaralarını sarmasını söyledi ve sonra Çiğdem, Nergiz’i alnından öptü mevziine dönerek son kurşununa kadar savaşmaya devam etti, son kurşunu kendine sıktı.” Her ikisi de yoldaşlarına güvenin, partiye bağlılığın, devrime inancın, halk sevgisinin proleter devrimci çizgide yoldaşlık ilişkilerinin nasıl olması gerektiğinin hangi değerler üzerine kurulması gerektiğini yaşamlarıyla anlattılar. Şimdi Nubar’ı, Rosa’yı, Özgür’ü, Asmin’i, Muharrem’i, Deniz’i düşünelim, önder yoldaşı, Ali Haydar Yıldız’ı hatırlayalım. Bu amansız savaşta yitirdiğimiz tüm yoldaşları ve bize bıraktıklarını anlamaya çalışalım, Aslında tüm yaşamları boyunca edindikleri ve benliklerinde taşıdıkları tüm özelliklerin saflarımızda nasıl bir niteliğe sıçradığını, bunun insanla, yaşamla, doğayla nasıl bir ilişki içerdiğini bilince çıkaralım. Bu netlik, bu keskinlik, bu inanç nereden gelmektedir? Birbirlerini bu denli derin duygularla sevmenin kaynağı nedir? Bir kişinin diğerine bu denli bağlılığının altında yatan inanç nereden gelmektedir? Bütün bu soruların yanıtı en nihayetinde ideolojik netliktir. Yoldaşlık ilişkilerinin en güçlü anlatımını içeren dünyanın en güzel sözcüklerini arasak da yanıtı hep bu uğurda can vermiş, hiçbir bedelden kaçınmayan kusursuz vazgeçişi gerçekleştirmiş yoldaşlarımızın yaşamlarında buluyoruz. Bağlılığı, fedakârlığı, alçak gönüllülüğü, emekçiliği onların yaşamlarından anlıyoruz. Sonuçta onlar yoldaşlık kavramına bu anlamı şehit düştükleri için vermiş olmuyorlar; aksine şehitlerimizin yaşamları yoldaşlık ilişkilerinde dayanacağımız temelleri bize göstermektedir. Ve biz de bu anlamı mücadele içinde bugün, bu anda yaşamın tam ortasında, her bir tartışmamızda, her bir pratiğimizde bulacağız; yaratıp, geliştirecek, burjuva olanı yıkıp yerine proleter olanı kuracağız. Sonuç olarak; Bütün bu sayfalar boyunca yazdıklarımız duymadığımız ya da bilmediğimiz şeyler değildir. Aksine mücadele içerisinde günbegün yaşadığımız, tartıştığımız konulardır. Ancak eylemimizle bilgimiz arasındaki ilişki kurulduğunda ya yeteri kadar bilmediğimiz ya da bildiğimiz kadar yapmadığımız sonucu çıkmaktadır. O halde teorik düzlemdeki doğrularımızı pratiğe uygulamadaki sorunlarımıza, çelişkilerimize yöneltelim. Orada hemen karşımıza çıkan bilinç olacaktır. Ve komünist bilincin yeteri kadar gelişmediği birçok burjuva, küçük burjuva fikirle kirlendiği anlaşılacaktır. Bu bilinç sorgulaması olmadan ise gelişme sağlanamayacaktır. Bugün bu sorgulamayı her bir yoldaşımıza karşı sorumluluğumuzun aynı zamanda komünist ideallerimizin gerçekleşmesine karşı sorumluluğumuzla doğrudan ilişkili olduğu anlayışıyla yapmalıyız. Etrafımızda olup bitene, yoldaşlarımızın içinde bulunduğu duruma, ihtiyaçlarına ve beklentilerine devrimci bir açıklıkla dikkat kesilelim. Birbirimiz bakımından değil ancak toplumsal hareketin kendisinin olmazsa olmaz olduğunu, sınıflar mücadelesinin gelişimi için kendimizden başlayarak değişmenin, gelişmenin zorunluluk olduğunu, her yaklaşımımızın bu bilinçle yoğrulması gerektiğini bilelim. Yoldaşlık güvenmektir, birbirimize güvenelim tüm diğer özelliklerle birlikte devrime olan inancımızın ancak bu temel üzerinde yaşayıp yaşamadığını, gerçek olup olmadığını anlayabiliriz. Zihnimizi kirleten, bilincimizi zehirleyen burjuva her yaklaşıma karşı amansız olalım, burjuva “ben”e karşı “ben”in de kolektif olabildiğini sonuna kadar devrimci bir sınıfın neferleri olduğumuzu yaşayarak gösterelim. Bu amasız mücadeleyi kendi iç dünyamızda vermekten, kendimizle, gerçeğimizle yüzleşmekten korkmayalım, ancak bu temeller üzerine kurulu bir yoldaşlık ilişkisi gerçek anlamda yoldaşlaşmayı içerir ve büyük bir ideolojik sağlamlık barındırır. KP bizi bu bilinçle çelikleştirmektedir.