Bütüncül düşünmek veya bütüncül düşüncelerde ortaklaşmak ve buna uygun hareket etmek devrimci bir hareketin başarılı seyri için olmazsa olmazdır. Çünkü içinde olduğumuz koşullar belli bir sistemin ürünüdür, dolayısıyla bütüncüldür: baştan aşağıya, en karmaşık organizmadan en basit olana sistem belli anlayışlar, kurallar, inançlar içinde inşa olmakta ve yeniden üretilmektedir.
Sistemin tepesinde yer alanlar bütüne hâkim bir şekilde parçaları yönlendirebilmekte, geleceğe dair kararlar alabilmekte, gelişmeler karşısında “karşıt” konumlar şekillendirebilmektedirler. Bunun böyle olduğunu sistemin içinde, tepede olmayanlar ne görebilirler ne de böyle bir olasılık onlar için kolay anlaşılabilirdir. Bu gerçekliği anlamak ve kavramak özel bir çaba, yoğunlaşma, dahası yetkin bir inceleme gerektirir. Egemenler için bu kuşkusuz özel bir avantajdır. Bu durum gelişmeleri belli bir sistematik içinde izleyenlerde çoğunlukla hemen her şeyin planlı ilerlediği, hemen her şeyin önceden düşünülmüş ve tasarlanmış bir şekilde gerçekleştiği fikrine neden olur. Elbette bu tamamen doğru değildir; ancak kısmen de doğrudur ve çoğunlukla oluşan bu izlenim küçümsenip göz ardı edilmemelidir.
Böyle bir sistemin içinde olup onu alt etmek için çalışanların bütüncül olmak zorunda olmasının bir temel nedeni bu özel durumdur. Açıktır ki bütüncül bir bilinçle, bir yere kadar da olsa merkezi bir irade ile yönetilen bir sistemin alt edilmesi ona karşı bütüncül bir karşı koyuş örgütlenirse mümkündür.
Sadece bundan ötürü değil, bununla birlikte proleter devrimler sürecinde içinde olduğumuz sistemin yıkılması yeterli değildir, bunun yerine yeni bir sistemin yaratılması gerekir. Proletaryanın önderliğinde gerçekleşmesi gereken bu dönem devrimlerinin eski devrimlerden ayırt edici özelliklerinden biri “yeni sistem”in inşasının başından sonuna iradi bir eylem gerektirmesidir. Kapitalizm çürümüş, enkaza dönmüş feodal düzenin içinde yeşerdi ve gelişti. Kapitalist üretim tarzı feodal düzenin insanlığı tamamen karanlığa, belirsizliğe sürüklemiş olduğu geniş bir coğrafyada belli koşullarda; ama düzenin kendinde gerçekleşip yaygınlaşabildi. İktidar mücadelesinin çetin bir hal aldığı zamanda kapitalist üretim tarzı genel üstünlüğünü ve zorunluluğunu zaten göstermişti. Bütün mesele burjuvazinin adım adım siyasal iktidarı ele geçirmesiydi ki bunun da çeşitli biçimlerde ve uzun zaman içinde gerçekleştiği bilinir. Bugün bazı gelişmiş kapitalist ülkelerde henüz varlığını sürdüren “krallık” statüsünün bir nedeni bu durumdur. Burjuvazi iktidarı ele geçirdiği halde bu feodal unsurlara, iş birliğinin sembolü olarak kendi düzeninde yer vermiştir. Onlarla iş birliğinin belirleyici nedenlerinden birinin gelişen proleter hareket olduğunu ayrıca hatırlatalım.
Proletarya ise yıkmak zorunda olduğu sistemi paramparça etmeden kendi sistemini kuramaz. Bu nedenle proletaryanın mücadelesi başından itibaren bütüncül olmak zorundadır. Belli bir sisteme sahip, belli ilkeler etrafında örgütlenmek zorunda olan bir mücadeleden, dolayısıyla devrimlerden söz ettiğimiz anlaşılır olmalıdır.
Bütüncül olmak zorunluluğunun bir başka açıklaması da proletaryanın bilimsel bir dünya görüşüne sahip olmasıdır. Proletaryanın kurtuluşu için mücadelenin bilimsel niteliği onun sınıfsız ve sınırsız bir topluma doğru gelişmenin öncüsü olmasından, bu öncülüğün kaçınılmazlığından, daha doğru bir ifadeyle zorunluluğundan ötürüdür. Marksizm başından itibaren, burjuvazinin iktidarından sonraki “yeni” devrimler/proleter devrimler sürecinde insanlığın kapitalizmle örülmüş olan alt yapıyı sosyalist bir alt yapıya dönüştürme mücadelesi vermek zorunda olduğunu göstermiş ve dahası bunu savuna savuna, tartışa tartışa, bu anlamda ekonomizmle, kendiliğindencilikle savaşa savaşa ilerlemiştir. Sosyalist alt yapıya denk gelecek düzeyde bir ideolojik üst yapının inşa edilmesi ve bunun sürekli olarak geliştirilmesi görevi iktidarın ele geçirilmesinde olduğu gibi iktidarın burjuvaziden korunması sürecinde de yani iktidar koşullarında da devam etmiştir. Maoistlerin, Maoizme dair “tarihin olmazsa olmaz bilinç düzeyi” tanımlarının belirleyici sebeplerinden biridir bu.
DEVRİMİ SÜRDÜRMEK İÇİN İKTİDAR
Bu çok zorlu bir görevdir. Proleter devrimlerin sürdürülmesi zorunluluğu, iktidarın burjuvazi tarafından ele geçirilebilmesi koşullarının varlığından ötürüdür. Örneğin anarşizmin asla anlamadığı bir kuraldır bu. Bilimsel düşünceden, bu anlamda materyalist dünya görüşünden kaynaklanan bu kuralın kavranışı anarşizm ve bir dizi akımın daha göz ardı ettiği bir gerçeği içerir: burjuvazi karşısında başarmanın koşulu onun sürekli olarak parçalanmasıdır. Burjuvazinin karşıtı olan proletaryanın da yok olmasına eş değer bu parçalanma süreci ancak bir iktidar gücüyle, aynı zamanda doğru bir iktidar bilinciyle olanaklıdır; çünkü ideolojik üst yapının üretimi kendiliğinden değil ancak bu mücadelenin gerçekleşmesinde olanaklıdır.
Proletaryanın kurtuluşu kendisini üreten koşulların çözümlenmesini ve ortadan kaldırılmasını gerektiren bir mücadeledir. Başından itibaren diyoruz ki bu mücadelede özne proletaryadır; ama öncü sınıf bilinçli önderlerdir, yani komünistlerdir. Komünistler olmadan proletaryanın mücadelesi sınıfsız ve sınırsız topluma doğru ilerleyemez. İdeolojik üretim komünistlerin temel görevidir. Bu görevin ihmal edilmesi veya proletaryaya bırakılması onun gerçekleştirilmemesi anlamına gelir. Komünist partinin zorunluluğu tamamen ideolojik üretimin bu niteliğinden kaynaklanır. Eklemeliyiz ki bu üretim sadece zihinlerde ya da düşünce dünyasında gerçekleşmez: Oradan teorik düzlemin bütün hatlarına, örgütlenmeye ve sınıfların karşı karşıya olduğu tüm toplumsal gerçekliğe, dolayısıyla iki sınıfta somutlaşan savaşa kadar bu ideolojik üretim gerçekleşir.
KİTLELER KENDİ PRATİKLERİNDE DÖNÜŞECEKLER
İdeolojik üretimin ve mücadelenin hedef kitlesi özellikle proletaryadır. Komünist partisinin örgütlemek ve “tarihsel görevini” kendisinin önüne koymak, ama bunu sürekli yapmak zorunda olduğu kesim özellikle proletaryadır. Bu, özü itibariyle tamamen ideolojik bir çalışmadır. Çünkü ancak işçi sınıfıyla başarılacak ve ancak bilinçle geliştirilebilecek bir çalışmadır sözü edilen. Bu da bizi kitle ile parti ilişkisinde özel bir noktanın olduğu bilgisine getirir. Kitle çizgisi dediğimiz noktaya; kitlelerin parti seviyesine çekilmesi, bunun kitlenin pratiği içinde gerçekleşmesi noktasına. Bu noktanın bugüne değin erişilmiş en ileri seviyesi Büyük Proleter Kültür Devrimidir. Burjuvazinin ve özellikle de modern revizyonizmin en sinsi, en yoğun saldırılarına maruz kalan ve elbette bunu sonuna kadar hak ettiğine inandığımız Büyük Proleter Kültür Devrimi… “Düşman Saldırısına Uğramak Kötü Değil İyi Bir Şeydir.” (Mao Zedung)
Büyük Proleter Kültür Devrimi kitlelerin ideolojik olarak seferber edilmeleridir; Doğrusunu söylemek gerekir ki o esasen kitlelerin ideolojik olarak seferber olmasıdır. Partinin kendini ve kitleleri yepyeni araçlarla, ama özellikle de iktidar aygıtıyla burjuva olan her şeye karşı yenilediği, bunu yaparken burjuva olan her şeyi ezdiği bir devrimdir bu. Öğrettiklerinin muazzam değeri onun Çin’e ve sosyalizme özgü olmayan; ama hiç şüphesiz Çin’de ve sosyalizm koşullarının olgunluğunda şekillenen kitleleri devrime en ileri seviyede ve olabildiğince önde katmasındadır. Yukarıda vurguladığımız ilkenin en ileri seviyede gerçekleşmesidir burada sözü edilen: proletaryanın başaracağı görevin onların önüne konması. Bunu ancak bilimsel bakış açısıyla yapabiliriz; dolayısıyla buna ancak komünist partisi yapabilir. Teori ile pratiğin iç içeliği burada kesin kuraldır. Bu nedenle teorinin uygulanmak üzere bir teori olduğu hep belirtilmiştir. Başarının kıstası bunun apaçık sunulması ve gerçekleşmesidir.
Bugün bunun ne anlama geldiği üzerine düşünmeliyiz. Kitlelerde; ama özellikle de gençlerde geleceğe dair kaygıların, belirsizliklerin, karamsarlığın yoğun olarak geliştiği bir süreçte bunun önemine işaret etmek zorunludur.
UÇURUMU GÖRMEK
Emperyalizmin ciddi bir krizle önemli ölçüde yaydığı karamsarlık, haksız savaşların neden olduğu ağır sonuçlar, her türden bilimsel veya teknolojik gelişmenin bilinçli bir şekilde gezegenin ve insanlığın aleyhine yorumlandığı, kitlelerin; ama özellikle de gençlerin gerçeklerden, gerçek yaşamdan kopuk sanal “evrenler” içindeki değerlere yönlendirilmesi ve bunun bazen fazlasıyla ama esas olarak bir ölçüde karşılık bulması görevimiz ile ilgili bize güçlü bir uyarı olarak değerlendirilmelidir. Şunu biliyorduk; ama günümüzde bunu daha doğrudan hissedebileceğimiz gerçeklerle karşı karşıyayız: müdahale edilmediğinde ya da durdurulmadığında insanlık üzerindeki egemen düşünceler, ideoloji onları bir uçuruma sürüklemektedir.
Kitlelerle başaracağımız tarihsel görevin kendini güçlü biçimde dayattığı bu koşullarda komünist partilerin ideolojilerini mücadele içinde somutlaştırmak, siyasal çizgi uygulamak ve kitlelerle ideolojiyi birleştirmek hakkında güçlü bir şekilde düşünmeliyiz.
NEDİR GÜÇLÜ BİR ŞEKİLDE DÜŞÜNMEK?
Öncelikle Marksizm-Leninizm-Maoizmin diyalektik ve tarihsel materyalizm teorisini öğrenmek ve öğretmek üzere durumumuzu değerlendirmeliyiz. Sorunun sadece “mücadele” etmek olmadığını, bilimsel düşünmeyi öğrenmek ve öğretmek olduğunu, mücadelenin de bunun üzerinde inşa edilmesi için ne yaptığımızı düşünmeli ve tartışmalıyız. Bu düşünme ve tartışma eylemi hiç şüphesiz belli bir önderlik altında ve örgütlü bir karakterde olacaktır. Zira bu, teorimizin karakteridir. Bilimlerin temel özelliği en ileri seviyede düşünenlerin maddenin gizli kalmış, bilinmeyen işleyiş biçimlerini, yasalarını ortaya çıkarmaları ve bunu teori halinde insanlığa sunmalarıdır. Bilimlerin bu gelişim özelliği, disiplinli ve tamamen bilinçli, planlı böyle bir süreç devrimin gelişmesinde de geçerlidir.
Bizde ve aslında genel olarak kitlelerin devrim sürecine katılmanın türlü biçimlerini içeren devrimci hareketlerin hemen hepsinde görülen bir özellik olarak “teoriye çalışmamak”, düşünce kalıplarını korumak, kendini devrimin neferi olarak tanımlayıp “önderlik” sorumluluğuna uzak durmak kitlelerle kurulan ilişkilerde temel problemin sürmesinden başka bir şey değildir.
NEDİR KİTLELERLE OLAN İLİŞKİDEKİ TEMEL PROBLEM?
Bu problem kitlelerin devrime katılımını sağlayacak donanıma yabancılıktır. Bunu en basit biçimde şöyle tarif etmemiz anlaşılır ve dikkat çekici olması için yeterlidir: Kitlelere taşımak istediğimiz bilgilere sahip olmamak, bu bilgileri edinmemek! Okumadan, incelemeden, öğrenmeden kitlelerle ilişkilenmek…
Bu ciddi bir problemdir. Çünkü temel görevi, olmazsa olmaz olanı ihmal ve ihlal etmektir. Eğer “kitleler neyin içindedir”, “nelerle yüz yüzedir” diye sormuyor ve yanıtlar vermiyorsak; bunu belli bir disiplin ve bilinçli hareket halinde gerçekleştirmiyorsak kitlelerin yaptığından daha fazlasını yaptığımızı iddia edemeyiz. Kuşkusuz devrim için veya devrim adına birçok “özel” iş yapıyoruzdur ve bunların hiç de önemsiz olmayan ağır sonuçlarını göğüslemekte tereddüt göstermiyoruzdur. Ne var ki kitlelerin bundan daha azını yaşadığını düşünmek için de bir neden yoktur, olmamalıdır. Onların yaşam koşulları ve maruz kaldıklarıyla bizim “bedel olarak göze aldıklarımız” arasında bir kıyaslama yapmak bile bunu anlamak için yeterlidir.
Bugün dünya çapında yaşanan kriz, çok geniş bir halklar topluluğu için büyük yıkım anlamına geliyor: işsizlik, temel ihtiyaçlardan mahrum kalmak, hak arayışlarına karşı gelişen sonu gelmez, bunaltıcı baskılar vs. En gelişmiş ekonomilerde de gördüğümüz halka dönük kısıtlamalar önümüzdeki yıllarda artarak sürecektir. Polisi ile, ordusu ile, yargısı ile, hatta parlamentosu ile halkların çıkarları aleyhine düşünen, çalışan devletler halklarına hizmet eden yapılar olmaktan tamamen uzaklar. Dünden daha açık yaşıyoruz ki devletler esas olarak halklarına karşı örgütlenmekteler. Ukrayna’nın Rusya tarafından işgal edilmesi ne kadar Rus devletinin kendi oligarklarını ve bunların dayandığı sömürü sistemini korumak içinse Ukrayna’nın “direnişi”ndeki egemen unsurlar da işbirlikçisi oldukları talana dayalı sistemi korumak amacındalar. Bu işgalin ve karşı koyuşun savaşan güçleri emperyalistlerdir. Onların savaşı kendi çıkarlarını korumak içindir ve bu çıkarlar bu ülke halklarının çıkarıyla taban tabana zıttır. Bu savaşla paralel olarak ABD’nin, kimi Avrupa devletlerinin, İngiltere’nin, özellikle de NATO’nun tüm tutumu halkların çıkarlarıyla ilgisi olmayan gerici bir nitelik taşımıştır. Bu devletlerin ve özellikle askeri bir örgüt olan NATO’nun açık biçimde savaşı kışkırtmaları ve yönlendirmeleri karşımızdaki bu güçlerin esas işlevini göstermiştir. Bilinenin açığa dökülmesi olmakla birlikte Ukrayna işgalinin ortaya çıkardığı bu durum bize görevimizi hatırlatmalıdır. Kitleler neye “hizmet” ettiklerini görmelidirler. Bu “hizmet”in uçuruma sürüklenmek olduğu gösterilmelidir.
Sadece bu değil bu işgal ve dolayısıyla haksız savaştan kendi zorlukları için umar beklentisinde olanların da tutumu halkların aleyhinedir. Rusya’ya uygulanan ambargodan sonra oligarkların Türkiye’ye sermayeleriyle geleceği ve bunun ekonomik olarak belli olanaklar sunacağı iddiası bunlardan biridir. Elbette böyle bir şey olanaklıdır. Bununla birlikte söz konusu sermayenin oligark sermayesi olduğu unutulmamalıdır. Türkiye’deki yerli oligarkların ülkeye nasıl ve hangi bakımlardan hizmet ettikleri düşünülürse bu beklentinin de içeriği görülecektir. Borçlanmaya dayalı “yatırımlar” ülkedeki üretimin artmasından, üretim araçlarının gelişmesinden çok bunların gerilemesine hizmet etmektedir. Çünkü ülke ekonomisi emperyalist sistemin bir parçasıdır ve kalkınma politikaları emperyalizmin işleyişine aykırıdır. Emperyalizmin işleyişinde kalkınan, bu anlamda güçlenen ekonomilerden çok pazar özelliği gelişen ekonomiler olanaklıdır; bu sistemde gelişen esas olarak budur. Çürümüş kapitalizm yayılmakta, borçlanmaya dayalı sistemler sadece bu açıdan olgunlaşmaya devam etmektedir. Kitlelerdeki karamsarlık, gelecek kaygısı, geçmişe özlem gibi eğilimler tam da bundan beslenmektedir. Kitlelerdeki bu yansımanın çürümüş kapitalist sistemin yansıması olduğunun farkında olmalıyız. Bunun farkında olmak kitlelerdeki ideolojik dönüşümün hangi zeminde olacağını da görmeye götürecektir bizi. Çünkü bununla birlikte neye karşı mücadele edileceğini anlarız.
DEVRİMCİ KİTLE ÇİZGİSİ
Komünist partisinin görevini bu durum ortaya çıkarmaktadır. Onun ilkin bilimi tanımlaması, örgütlemesi, buna bir siyasal nitelik kazandırması gerekir ki söz konusu göreve hazır olsun. Bu tepeden tırnağa, yukarıdan aşağıya disiplinli; demokratik-merkeziyetçi işleyişe sahip örgütlenmeye karşılık gelir. Bu yapının niteliği bilime dayanması ve sürekli ondan öğrenerek gelişebilecek olmasıdır. Yukarıda ve daha önce açıkladığımız özellikler bu niteliğin sonucudur. Bundan itibaren görev aynı niteliği kitlelere taşımaktır. İktidar için mücadelede bu kısmen gerçekleşir. Ne var ki süreç böyle tamamlanmaz. İktidar ile birlikte aynı görev yeni araçlarla; ama özellikle de iktidar aracıyla gerçekleşmeye devam etmelidir. Büyük Proleter Kültür Devriminin içeriğini belirleyen şey sadece “burjuvaziye geçen iktidarı ondan geri almak” değildir; o bundan daha fazlasıdır. Bu devrimde kitleler kendi örgütleriyle devrime katılmıştır; ideolojik aygıtlar yaratmış ve bunlarla burjuva olan her şeye saldırmışlardır. Savunduğumuz kitle çizgisinin ayırt edici özelliğini BPKD’nde vücut bulan bu kitle örgütlerinde, bu kitle örgütlerinin ideolojik seferberliğinde görebiliriz.
SOMUT DURUM MÜCADELEYE ÇAĞIRMAKTADIR
Komünist partilerinin dünya çapındaki durumlarına baktığımızda henüz siyasal görevlerini tamamlayamadıklarını, kendilerini kitlelere bilimi taşıyacak düzeyde yeterince örgütleyemediklerini görürüz. Bunu bir ölçüde başaranların kitlelerle birlikte muazzam işler yaptıklarını biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’nın kısa süreli bir hazırlıkla birlikte kitlelerin eline meşale vermeye yönelmesi onların bu meşaleye ihtiyaç duyduğunu kavramasıyla ilintiliydi. “Durum devrimcidir” diyordu İbrahim; “kitleler devrim için kan vermeye, kan akıtmaya hazır” diye kavrıyordu süreci. Bunun somut nedeni yönetenlerin krizi ve yönetilenlerin aynı biçimde yönetilmek istenmemesidir. Günümüzde de geçerliliğini koruyan aynı somut durumdur. Kuşkusuz özgünlükleri olan aynı somut durumdur sözünü ettiğimiz.
Bu somut durum içinde siyasal olarak görevlerimizi tamamlamak belirleyici önemdedir. İbrahim’in somutlaştırdığı çizginin 50. yılında bu görevlere sıkıca sarılmak, bu görevleri hatırlatıp tartışmak ve kitle çizgisinde yeniden üretmek içinde olduğumuz devrimci durum bakımından zorunludur ve karşılığı devrimin ilerlemesi olarak muazzam değerdedir.
Karamsarlık, gelecek kaygısı, geçmişe özlem karşısında 50. yılında İbrahim duruşu ve tavrı gelecek için mücadele etmeyi, kitlelerin çıkarlarını onlara açıklamayı, ekonomik çöküntünün nedenini ve sonuçlarını örgütlenmenin temeli yapmayı gerektirmektedir. Güçlü bir siyasal gelişim bu sayede olanaklıdır ve bunun için olasılıklar fazlasıyla vardır. Kitle çizgisinde yoğunlaşmakla aslında bu görevimizi ve bu olasılıkları bilince çıkaracağız.
Kitlelerin bir okul olduğunu öğreten BPKD İbrahim’in siyasal çizgiyi somutlaştırmasında da belirleyici katkısı olan bir büyük devrimdi. Aynı etkiyi yakalamak ve yansıtmak bakımından eksiğimiz nedir?
Eksiğimiz öğrenmektir, incelemektir, kitlelere taşınmak zorunda olunduğunu hep söylediğimiz Marksizm-Leninizm-Maoizmi, somut süreçler içinde üretip kitlelere taşımaya hazırlamaktır. Okumadan, öğrenmeden, incelemeden devrimcilik yapmak kitleler karşısında önderlik görevini ihmal etmek bakımından sakattır. Böyle bir devrimcilik karamsarlığı yenemez, gelecek kaygısını gideremez, geçmişe özlemin gerici doğasını anlayamaz…
50. yılımızda Kültür Devriminin dersleri ışığında çizgimizi somutlaştırmak görevini kitlelerle, devrimci kitle çizgisini uygulayarak yerine getirmeye yoğunlaşalım. Güçlü bir siyasi mücadele için ideolojik olarak arınan ve ilerleyen bir yapı olmak için devrimci kitle çizgisindeki rolümüzü oynamak zorunludur: Büyük devrimler kitlelerin eseri olmuştur; proleter devrimler ise sadece kitlelerin başarmasıyla olacaktır. Marksizm bunu öğretmiştir; bunun nasıl olacağını açıklamıştır. Görevler tanımlıdır; siyasal çizginin somutlaştığı anda MLM somuttur: ona sıkıca sarılıp tarihin zorlu yolunda azimle yürüyelim.