[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Emekçi kadınların gerçek yaşamlarını incelemekte eksik olduğumuzu söylemiştik. Bu eksikliği gidermek öncelikle işçi ve köylü kadın kitlelerinin içinde etkin bir çalışmayı örgütlemekle mümkün olacaktır. Bu etkin çalışma muhakkak ki Türkiye toplumunda da sınıfların durumunu ve bu sınıf ilişkileri içinde kadının konumunu incelemekle yapılabilecektir. Yoksa kadın çalışmalarında birçok araştırmanın yapıldığını, kadınların durumunu anlamak için yer yer bölgesel yer yer il il yapılmış araştırma ve incelemeler olduğunu biliyoruz. Boşanma hakkı kapsamında da bu araştırmaların “zengin” olduğunu söylemek ayrıca mümkün.
Yine dünyada ve özellikle Türkiye’de boşanma hakkının tarihçesine ve gelişimine ilişkin fazlaca çalışma vardır. Bu çalışmaların ağırlıklı çoğunluğunu hukuki içerikteki yani yasal düzlemdeki makaleler oluşturmaktadır. Ancak yapılan bu araştırmalara ilişkin şu konuya özel dikkat çekmek gerekiyor: araştırmaların çoğunluğu boşanmış kadınlar hakkındadır. Oysaki boşanma hakkı kapsamında ana eksen bu hakkın kullanılamaması ya da kullanılması durumunda kadınların karşılaştığı sorunlardır. İncelemenin esas olarak bu sorunları içermesi gerekir; çünkü bizimki gibi ülkelerde kadınlar boşanma haklarını özgürce kullanamamakta yani boşanamamaktadırlar.
Bunların yanı sıra kadınların boşanma hakkını kullanabilmeleri için birçok kadın kurumunun hazırlamış olduğu eğitim broşürlerinden tutalım da hukuki destek hatlarına kadar “geniş” çalışmalar da mevcuttur. Çalışmaların yanı sıra ise başta tek tek kadınlar olmak üzere kadın örgütleri boşanma hakkının kullanımı noktasında birçok mücadele geliştirmekte, bu mücadelelerle birleşen belli kazanımlarda elde edilmektedir. Yine bu mücadelelerin bir sonucu olarak toplumda kadınların boşanma haklarına ve diğer haklarına ilişkin belli bir bilinç de oluşmaktadır. “Ancak bu yeterli midir? MLM’ler cinsiyet eşitsizliğine son vermek ve kadınların en temel insan haklarını kazanmak için ve onların gerçek kurtuluşu için ne yapmalıdır?” sorularını yanıtlamak önemlidir. Bu sebeple bizim eksiklik olarak ifade ettiğimiz nokta tek başına kadınların boşanma öncesi ve sonrası karşılaştıkları sorunların analizini yapmak olmamalıdır. Bizim eksiklik olarak ortaya koyduğumuz olgu, sorunu ve kaynaklarını incelemek ve kaynaklarını ortadan kaldırarak sorunu tamamen çözecek yolları ortaya koymaktır. Bu sebeple Türkiye toplumunda kadınların durumunun tarihsel diyalektik materyalist yöntemle incelenmesi eksikliği vardır. Tarihsel diyalektik materyalist yöntem “somut durumun somut tahlilini” her olguda sınıflı toplum gerçekliği içinde, üretim ilişkilerine bağlı yanlarıyla incelemeyi öğretir. Doğallığında MLM bize Türkiye’de kadının toplumsal konumunu incelerken buna bağlı olarak haklarını incelememiz gerektiğini söylemektedir. Bu hakların incelemesi ise tek başına reformlar düzleminde hareket eden örgütlerden farklı yanlarımızı ortaya çıkaracaktır; çünkü nihayetinde kadınların kimi haklarının burjuva bir tarzda, göstermelik olarak verilmesi söz konusudur. Oysaki sorun bu kapsamı aşan çok daha büyük bir derinliğe sahiptir. Araştırmalarımız ve incelemelerimiz bu gerçekliği gören bir bakış açısıyla yapılmalı bu özgülde niteliğimiz geliştirilmelidir.
AİLE ÖZEL MÜLKİYETÇİ EKONOMİK BİRLİKTİR, BOŞANMA BU EKONOMİK BİRLİĞİN DAĞITILMASIDIR!
İnsanın üretim ilişkileri içindeki konumunun toplumsal yaşamdaki konumunu belirlediğini biliyoruz. Kadının konumunu belirleyen de budur. Haklarının sınırlarını da belirleyen yine bu olacaktır. Bu kapsamda kadınların boşanma hakkını incelerken ve bu hakkın kullanımı sırasında karşılaştıkları sorunları tanımlarken bu ilişkilere bakmamız gerekecektir. İncelememiz doğal olarak boşanmaya varmadan önce ailenin ne olduğuna, bu aile içinde kadının konumuna doğru evrilecektir. Türkiye gibi yarı feodal, yarı sömürge bir ülkede üretim ilişkilerinin gelişimi feodalizmin tasfiyesine bağlıdır. Feodal üretim ilişkilerinin tasfiye edilememiş olması toplumsal yaşamın her bir aşamasında feodalizmin üretildiği gerçeğini bize göstermektedir. Kadınların konumu da bu gerçeğe bağlı olarak biçimlenmektedir. Aile yarı feodal yapının parçasıdır, haklar mücadelesi de yarı feodal yapı ile mücadeleyi kapsayan bir nitelikte olmalıdır.
Kadınların üretim süreci içinde yedek iş gücü olarak görülmeler aile ekonomisine bağlı bir yaşamı dayatmaktadır. Bu bağımlılık kadınların yaşamının her bir aşamasında kendini göstermektedir. Kadınların sorunları bu bağlamda üretim ilişkilerinin değişimine bağlı olarak gelişecektir. Bu olgu bize basitçe bir yasal düzenleme gibi görülen temel hakların da devrim sorunu olduğunu göstermektedir. Zira feodalizmin kalıntıları ortadan kaldırılmadan kısmi kazanımlar göstermelik yasal düzenlemeler olsa da kalıcı kazanım olmayacaktır.
Geçmişe baktığımızda esas olarak kadınların boşanma hakkının olmamasıyla, bu hakların sadece erkeğe ait olması durumu ile karşılaşırız. Kadınların boşanma hakkının ise sadece erkeğin “kocalık görevleri”ni yerine getirmemesi durumunda kadına tanındığı biliniyor. Burada karşımıza iki temel olgu çıkmaktadır: birincisi, kocalık görevini yerine getirmemek olarak tanımlanan şeyin sınırları nedir, bu sınırları belirleyen kimdir, yani boşanmaya karar veren kimdir? İkincisi ise kadınların erkeğin kocalık görevlerini yerine getirmemesi durumunda ataerkil tüm kurumlarla boşanmasının engellenmesi, yasaklanması ya da kadının boşanmak istemesi durumunda göze alması gereken bedellerdir. Birincisinde bahsini ettiğimiz sınırlara baktığımızda tüm yan etmenlerin gerisinde erkeğin kocalık görevleri içindeki tanımların temelini ev ekonomisinin sürdürülmesi oluşturmaktadır. Aile ekonomik birlik iken erkek bu birliğin temeli, kadın ise yedek gücüdür. Toplumsal cinsiyet rollerinde “evine ekmek getiremeyen”, “ailesine bakamayan” erkek aile kurumunun ciddiyetini kavrayamamıştır ve boşanmayı hak etmiştir. Buradan da anlaşılan ve incelenmesi gereken aile kurumunun ne olduğu ve bu kurumun dağıtılmasının hangi şartlara bağlandığı olacaktır. Boşanma aile kurumu ile oluşturulan ekonomik birliğin dağıtılmasıdır; çünkü bu insanın yaşamı küçük üretime dayanmaktadır. Üretimin devam etmesi ailenin varlığını sürdürmesi ile doğrudan ilişkilidir. Bu da yine sınıflı toplumun sürdürülmesini içermektedir. Yani boşanmak ailenin dağılmasını, bu bağlamda sınıf ilişkilerinin küçük hücrelerinin etkilenmesini içermektedir. Bu etkilenme parçada çok büyük bir etkiye sahiptir. Hem geleneksel toplum yapısını, dağılan ailenin bileşenlerini hem de her iki cinsin ait olduğu aileleri ve bu ailelerin ekonomik ilişki ve durumlarını etkilemektedir.
Bu sebeple boşanma bizimki gibi ülkelerde sadece iki kişinin ilişkisine son vermek olarak anlaşılmamalıdır; çünkü feodal, yarı feodal toplumlarda evlilik özel olarak iki kişi arasında kurulan bağın ötesinde bu iki kişinin ait olduğu ailelerin ekonomilerinin birleştirilmesine kadar genişlemektedir. Evlilik hukuku bu toplumsal ekonomik ilişkinin yasaları içinde oluşturulmaktadır. Bu yasalar hem resmi hukuku hem de örf, adet ve töreleri kapsamaktadır. Bizimki gibi toplumlarda burjuva hukuk esas olarak dekoratiftir; toplum içinde esas olan, geçerli kabul edilen yasalar toplumsal yasalardır. Boşanmayla gerçekleşen şey bir ekonomik ilişkinin sonlanması ya da değişmesidir demiştik. İşte bu değişme toplumsal bu yasalarla belirlenmektedir.
Nihayetinde toplumun en küçük yapı taşı olarak görülen aile kurumu, en küçük ekonomik birliği de oluşturmaktadır. Toplumsal yaşamın prototipi olan aile toplumsal üretim ilişkilerinin niteliğine ilişkin verileri içerir. Kadınların yaşamı evlilik öncesi de evlilikte de aile ile başlayan, aile sürdürülen ve aile ile sonlanan bir özelliktir. Bu belirleme abartılı gelebilir ancak gerçek budur. Kadının aile içinde tanımlanması dediğimiz nokta burasıdır; çünkü kadın öncelikle özgür bir birey değil erkeğe bağımlı, ataerkinin belirlediği sınırlar içinde “özgür bir anne”, “özgür bir eş, kız çocuğu” vs.dir. Bu durum sınıflı toplum gerçekliğinin bir sonucudur. Bu nedenle boşanmak o kadar da kolay bir iş değildir. Bu zorluk sadece kadın bakımından değil bir bütün toplum bakımından “zor” olduğu için kadının yükü artmaktadır.
Boşanma hakkı ile ilgili aile kurumundan başlayarak genel belli başlı noktalara değinmiş olduk. Kadınların Türkiye’de boşanma hakkı konusunda sorunlarının somutlaşmasına değinecek olursak karşımıza üç temel aşama çıkmaktadır. Birincisi evlilikle başlayan ve boşanmaya kadar devam eden aşama, ikincisi boşanma süreci ve üçüncüsü ise boşanma sonrası aşamadır.
BİRİNCİ AŞAMA; EVLİKTEN BOŞANMAYA KADAR
Evliliklerin ekonomik birlikler olduğunu aşk veya sevgi temeli üzerinde kurulmadığını, özellikle kadınların evleneceği kişiyi özgürce seçemediğini bir önceki sayımızda ifade etmiştik. Bu sebeple Türkiye de evlilikler daha başından boşanmaya yazgılıdır. Buna karşın boşanmalar büyük bir çoğunlukla bu düzlemde gerçekleşmektedir. Boşanma oranları yıllara, bölgeye, eğitim durumuna göre çeşitli farklılık içerse de %11 ile %15 aralığında değişmektedir. Boşanan kadınların nedenlerine ilişkin araştırmalar kadının konumuna ilişkin çok önemli veriler sunsa da söylemeliyiz ki boşan(a)mayan kadınların durumu bize çok daha net bir tablo sunmaktadır. Bu aşamada kadınların ağırlıklı çoğunluğunun istemesine rağmen boşan(a)madığını görürüz. Kadınların neden boşanamadığına baktığımızda ise karşımıza yine ataerkil, burjuva-feodal toplum ve aile yapısı çıkmaktadır: kadın evlilikle birlikte “doğduğu evden” “öleceği eve” geçiş yapmıştır. Evlilik yemininde de ifade ettiği gibi “ölüm ayırıncaya kadar” oluşturulmuş bu sözleşmeye kadın ölmeden son verme yetkisine sahip değildir. Ölümden daha beter bir yaşam sürse de kadın bu yaşama ataerkil toplumun bekası için katlanmalıdır! Neden? Çünkü ayrılıkla birlikte bozulacak birlik tüm toplum düzenini tehdit etmektedir. Bu sebeple, şiddet gördüğü için “baba evine” sığınan kadın “koca evine” geri gönderilmekte, “kocandır döver de sever de” ilkelliğinden taviz verilmek istenmemektedir. Ailenin büyüklerinin yetemediği yerde daha büyük ailenin yetkilileri devreye girmektedir. Bu bazen köyün büyükleri, bazen şıhlar, bazen şeyhler bazen de büyük aşiretlerin reisleri olabilmektedir. Türkiye gerçeğinde boşanmak isteyen kadının bütün bu toplumsal kurum ve kişilerle muhatap olması mümkündür.
Bunun yanı sıra kadın bu süreçlerde kendi benliği-kimliğinin de baskısı altındadır. Bu benlik, bu toplumsal cinsiyet kimliği binlerce yıldır hüküm sürmüş toplumsal rollere uygun düşünmek ve yaşamak olgusunu içermektedir; çünkü kadın da tüm saldırılara, şiddet ve baskıya rağmen “aileyi ve toplumu koruma” düşüncesiyle hareket etmekte, cinsiyet kimliğinin bir yansıması olarak bütün yaşadıklarına rağmen boşanmayı aklından dahi geçirmemektedir. Ona öğretilen ve onun benimsediği asla boşanmak değildir. Boşanmak yerine “aile büyüklerine şikâyet, mümkünse kocanın biraz değişmesi, örneğin kendisini çocuklarının önünde dövmesin, evine ekmek getirsin ne hali varsa görsün” istemleriyle kadınlar boşanma aşamasına gelmeden ve bu aşamada toplumumuzda boşanma fikri dahi oluşmadan yaşamlarını sürdürmektedirler. Bu fikrin gelişmemesinin altında yatan ana etmen kadının ekonomik olarak aileye bağlı olmasından doğan toplumsal cinsiyet bilincidir.
Kadının özgürce düşünebilmesinin de önüne geçen bu gerçeklik, toplumumuzda kadınların en temel sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadınların kendileri için üretime özgürce katılamamaları, yedek işgücü olarak görülmeleri ve ekonomik bağımsızlıklarının olmaması boşanma haklarını kullanmalarının önündeki en temel engel olarak karşımıza çıkmaktadır. Boşanan kadınlar üzerinde yapılan araştırmalar ise ekonomik özgürlükleri olan kadınların ekonomik özgürlükleri olmayan kadınlara oranla çok daha fazla boşandığını göstermiştir. Yine boşanmayan kadınlar üzerinde yapılan sınırlı araştırmalarda boşanmak istediği halde neden boşanmadıklarının yanıtını kadınlar, “ekonomik olarak kendinin ve çocuklarının yaşamını sürdürememe endişesi” ve “kocasıyla birlikte edindiği malları kaybetme kaygısı” olarak açıklamışlardır. Bu da kadınların boşanmaya kadar süren bu aşamalarda karşı karşıya kaldığı toplumsal ve ekonomik baskıyı ortaya koymaktadır.
İKİNCİ AŞAMA; BOŞANMA SÜRECİ
Bu aşama kadınlar açısından çok yönlü saldırıların olduğu bir süreçtir. Başta evli olduğu erkek olmak üzere aile üzerinde her türlü tasarrufa sahip kurumlar “aile birliğinin kutsallığı” söylemiyle kadını boşanma hakkından mahrum bırakmaktadırlar. Devlet bu noktada çok özel bir görev üstlenmekte; askeri, polisi, yargısı ve diğer kurumlarıyla birlikte kadını dışlarken erkek egemen toplumsal düzenini korumak için seferber olmaktadır. Kadınlara yönelik şiddet özellikle bu aşamada yoğunlaşmaktadır. Erkekler mülkiyeti olarak gördüğü kadının kendisinden ayrılmasını kabul etmemekte kadının bu hakkını kullanmasıyla birlikte her türlü şiddete başvurarak başta kendi mülkiyetini elinde tutmaya çalışırken ataerkil düzenin devam etmesinde de özel bir muhafızlığa soyunmaktadır. Kurulu düzeni koruma rolünü “tüm onur ve gururuyla” oynamaya zorunlu davranmaktadır. Her gün kamuoyuna yansıdığı gibi kadınlar boşanmak istediği için katledilmekte ya da çoğunlukla yansımayan biçimiyle her türlü şiddete maruz kalmaktadır. Kadına şiddet uygulayan erkekler çoğunlukla göstermelik “cezalarla” ödüllendirilerek toplumsal yapı korunmaya çalışılmaktadır.
Kadınların tüm yaşamına damgasını vuran bu olgular kadının kendini savunma olgularıyla iç içe geçer. Boşanma hakkı kadın için yaşamını savunma hakkının bir biçimi olur. Kadınlar yaşamlarını savunmaya dönüşen boşanma hakkını kullanırken “gözü kara” davranmaya zorlanırlar. Çünkü bizimki gibi ülkelerde kadının boşanması öldürülmeye gerekçe yapılmakta devletin yargısı kadın katillerini “erkeğin isteğini kabul etseydi öldürülmezdi” diyerek cesaretlendiriyor. Kadınlara mesaj da “erkeğin isteklerine boyun eğmezseniz ölümü göze almışsın hatta hak etmiş olacaksınız” mesajıdır. Böylece kadınların kendini savunmaları çok yönlü boyutlanır. En ilkel öz savunma olguları çok zorlu koşullar içinde gerçekleşebilen ve gerçekleştiğinde de cezalandırılan olgular olur. Kendini koruduğu için ezilen kadınlar nezdinden kahramanlaşan ama kurulu düzen tarafından cezalandırılan kadınlar bunun kanıtıdır! Sonuçta maddenin varlığını sürdürme eğilimi kadın kimliğinde temel savunma olgusu olarak savunulur hale gelmektedir. Öz savunma hakkı olarak tanımlanan olgu kadının en ilkel ve bireysel kendini savunma hakkıdır çoğunlukla! Yaşamını savunmak bu ilkellikle ve bireysellik sınırlarında kalıp örgütlü ve devrimci bir niteliğe kavuşmamaktadır. Oysaki kadının cinsiyet kimliği insan olmanın, bir sınıfa ait olarak toplumsal bir gelecek yaratmanın mücadelesi içinde korunur ve gelişir: toplumsal ilerlemeyle, sınıfsal bir nitelik kazanarak gerçekleşmeyen öz savunma kadınların gerçek kurtuluşuna yetmemektedir.
ÜÇÜNCÜ AŞAMA; BOŞANMA SONRASI
Burjuva-feodal toplumda kadının sorunu boşanmayla bitmemektedir. Nihayetinde kadınlar için ölmeden boşanabiliyor olmak bir kazanım olarak görülse de kadınların öncelikle ekonomik olarak yaşamını sürdürmesi, çocuklarının velayetini alması, nafaka hakkını kullanması, evlilik içinde edinilen malların bölüşülmesi vb. konular vardır. Esasta boşanmış kadınlara yönelik toplumsal bakış açısından doğan derin toplum baskısı boşandıktan sonra da kadınların yaşamını etkilemeye devam etmektedir. Örneğin mahkeme tarafından verilen nafaka gerçek anlamda alınamamakta, kadınlar her ay alması gereken nafaka için her ay ayrı ayrı kavga vermek zorunda bırakılmaktadır. Burjuva-feodal hukuk ve toplumsal yasalar kadınlara yaşamı resmen zehir etmek için kurulmuştur. Yani düzene uymayan her davranış düzenin sahiplerinin görünen ve görünmeyen elleriyle cezalandırılmaya devam etmektedir.
Sonuç olarak; kadınların erkeklerle tam hak eşitliği ve özgürlüğü için mücadele kadınların güncel, somut sorunları etrafında örgütlenmesi ile geliştirilecektir. Nihayetinde temel mücadelemizi kadınların tek tek haklarının kazanılması ile sınırlandırmamalıyız. Boşanma hakkının kullanılması ve diğer tüm hakların kazanılması için verilmesi zorunlu olan mücadeleyi Demokratik Halk Devrimi mücadelemizin bir gerekliliği olarak anlamalı, kadın kitlelerini özgürlükleri için somut talepleri etrafında Türkiye devrimini gerçekleştirme savaşına kazanmalı, bu politikalar etrafında seferber etmeli, kitlesel bir ezilen kadın hareketi yaratmalı ve bu harekete proleter devrimci çizgide önderlik etmeliyiz.