Derinleşen ekonomik krizin gölgesinde gizlenmek istenen gerçeklerin ağırlığıyla dolu bir sürecin içerisindeyiz. Düne kadar ekonomik krizi görmezden gelen, her fırsatta gündem değiştirerek “görmek istemediğim yoktur” mantığıyla hareket eden AKP-MHP bloğu, nihayet krizi kabullenerek ama yine gündem değiştirme, algı operasyonlarıyla krizin etkilerini minimuma indirme çabasındadır. Son bir haftaya kadar özellikle anket sonuçlarının, AKP’nin 20 yıllık iktidar dönemindeki en düşük oy oranlarına işaret ettiği gerçeklik, yine MHP’yi baraj altında bir rotaya işaret etmesi Cumhur İttifakı bileşenlerini yeni hamle arayışlarına itmiştir. En somut hamlesini Meclis Komisyonu’nda kabul edilen yeni seçim yasasıyla hayata geçiren AKP-MHP bloğu, sandıkta kaybetme ihtimaline karşı yeni tedbirlerle geleceğini garantiye almak istemektedir. Başta muhalefet bloku olmak üzere, reformistlerin de çareyi ve adresi sandığa havale etmeleri nedeniyle, yeni seçim yasası gündemde önemli bir yer kaplamıştır. Krizle boğuşan, açlık ve yoksullukla sınanan, her geçen gün yeni zamlarla yaşamı çekilmez hale getirilen geniş halk yığınlarının derdine deva görülen seçim sandığı odaklı tartışmalar, kitleleri gerçek sorunlarından ve çözümden koparmaya çalışmaya hizmet etmektedir.
Kuşkusuz hâkim klikler ve muhalefet klikleri, her ne kadar “it dalaşı içerisinde” olsalar da krizin sistemik yapısı gereği halkın tepkilerini ve öfkesini sistem içine kanalize etmekte ortaklaşmaktalar. Bu anlamda yeni seçim yasası tartışmaları, Cumhur İttifakı’nın pastadan aldığı payı büyütme amacını, Millet İttifakı’nın ise bunu engelleme girişimidir.
Altını çizmek gerekir ki mevcut kriz, “Tek Adam Rejimi”nin ürünü değil, sistemden kaynaklanan bir krizdir. Tek başına AKP-MHP bloğunun krize etki eden konumlanışıyla, bu anlamda devletin tüm imkânlarını esasta kendi bloğunun emrine sunmasıyla veya genel söyleme dönüşmüş bir ifade krizden çıkma becerisini gösterememesiyle alakalı değildir. Tersi bakış açısı, yani AKP-MHP bloğunun devrilmesiyle sorunların kendiliğinden çözüleceğini ya da çözüm yoluna gireceği ham hayaldir, krizin TC’yi aşan ana ekseninin görmezden gelinmesidir.
Emperyalist kapitalist sistemin 2008’de ABD merkezli başlayan ve dönem dönem pansuman tedbirlerle savuşturduğu ekonomik krizinin devamı niteliğindeki bu krizin kendisini dünya genelinde hissettirdiği bir dönemi yaşıyoruz. ABD son bir yıl içerisinde yüzde 7,9 enflasyon oranına ulaşırken bu oranın 1982 yılından bu yana kayıtlara geçen en yüksek enflasyon oranı olduğu açıklandı. Artan enflasyon karşısında ABD Merkez Bankası (FED) 3 yıl aradan sonra 25 baz puan artışı yapmış, FED’in Başkanı Jerome Powell, “Daha radikal kararlar alabiliriz.” diyerek krizin boyutunu itiraf eden açıklama yapmıştır.
Bu derin ve çok boyutlu krize önce pandemi sonra da halihazırda devam eden Rusya’nın Ukrayna işgali ve ABD-AB emperyalistlerinin ekonomik yaptırımları da katılınca dünyanın kaotik bir geleceğe sürüklendiği hakkındaki yorumlar artmaya başladı. Önümüzdeki süreçte geniş halk yığınlarını daha karanlık günlerin beklediğine hiç kuşku yoktur. Özellikle Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle gerilen ekonomik ortam, karşılıklı yaptırımlar ve bir dizi gelişme ile ekonomik krize çarpan etkisi yapmaktadır. Almanya, İngiltere, Fransa, Rusya, Kanada ve Çin’de son 7 ila 20 yıl arasında değişen zamanların rekor enflasyonları yaşanmaktadır. Enflasyonlardaki bu artışların gösterdiği tablo, emperyalist-kapitalizmin krizine dairdir ve gün geçtikçe daha fazla derinleştiğine işaret etmektedir.
Kuşkusuz emperyalist ülkelerden başlayan ekonomik krizin en karanlık hali kendisini yarı sömürgelerde hissettirecektir. Zayıf ve bağımlı ekonomisi ile yarı sömürge ülkelerdeki krize, emperyalistlerin krizin faturasını yıkma politikaları da eklenince yoksulluğun derinleştiği, işsizliğin arttığı ve artık yaşanamaz hale gelindiği günler kapıları çalmaya başlamıştır.
Bu krizin en çok etkileyeceği ve hatta etkisini göstermeye başladığı ülkelerin başında da Türkiye gelmektedir. 2001’deki krizi hatırlatan koşullar oluşmuş ve halk durdurulamaz bir biçimde açlık ve sefalet cenderesinde sıkıştırmaya devam etmiştir. TÜİK aracılığıyla kitlelere açıklanan oynanmış rakamlarda dahi yüzde 61’dir. -ki enflasyon oranı reelde yüzde 140’ları geçmiş durumdadır- Kriz, egemenler tarafından gizlenemez bir hâl almıştır.
AKP-MHP bloğunun tarihi artık bıktırıcı düzeyde tekerrür ettirmektedir. 2018 seçimleri öncesinde, “seçimlerden sonra her şeyin toz pembe olacağı” aldatmacasını, bir kez daha revize ederek T. Erdoğan 3 Nisan tarihli açıklamasında “Biraz sabır, 2023’te her şey refaha çıkacak.” şeklinde yenilemiştir. Başını CHP’nin çektiği 6’lı muhalefet bloğu ise, “Saray rejimi değişecek, demokrasi tekrardan tesis edilecek, güçlendirilmiş parlamenter sistem tüm sorunların ilacı olacaktır.” teranesini daha yüksek tondan dillendirmeye devam etmekte ve seçim sandığının kurulmasını istemektedir.
Kuşkusuz iktidarda olması anlamında krizin yaratacağı sonucu ensesinde dünden daha fazla hisseden Cumhur İttifakı, her ne kadar kriz gerçekliğini dillendirmeye başlasa da gündem değiştirmeye çalışmaktan geri durmamaktadır. Özellikle Rusya-Ukrayna savaşını kendisine kalkan olarak kullanan hükümet bloku, tarafların dördüncü tur barış müzakerelerini İstanbul’da gerçekleştirmelerini, Tayyip Erdoğan’ın “Dünya liderliği”nin yeni bir kanıtı olarak propaganda etmişlerdir. Masada figüran olanların başrol üstlendiklerinin propagandası aldatmacadan başka bir şey değildir. Suriye’deki konumlanmasının geleceği ve emperyalistler arası dalaştan faydalanma çabasının bir ürünü olarak Rusya ile arayı bozmama çabası, bir yandan da ekonomik kriz gündemini bu hamleyle gölgeleme çabası, kısa vadede Cumhur İttifakı’na küçük de olsa artı puan kazandırmıştır. Ancak krizin kalıcı yapısı bir sonraki aşamada kendileri için iyi günlerin pek de beklenemeyeceğinin habercisidir. Nitekim tüm çabalara rağmen durdurulamayan enflasyon artışı göstermektedir ki uygulanan politikalar sonuç alıcı olmamaktadır.
Son doğal gaz zammı, bitmeyen zamların yeni bir durağı olmuştur. Zamlarla mücadele adı altında, yüzde 10’luk KDV indirimi aldatmacasının etiketlere ciddi anlamda bir etkisinin olmadığı görülmüştür. Krizin yeni çıkış yolu olarak çizilen rotalardan birisi de sıcak para akışının sağlanması çabasıdır. Dün ne kadar iktidar ne kadar “hain” ne kadar “FETÖ finansmanı” ne kadar “dış mihrak” olarak tanımladığı ülke varsa kapılarını çalmış, sıcak para için dilencilik yapmıştır. Kuşkusuz tüm bu görüşmelerin bir karşılığı olacaktır ve bunun faturası da yeni talan alanları demektir. Ancak bu çabaların elle tutulur bir yanı olamayacağı gibi, fatura ise her zamanki gibi emekçilere kesilecektir.
Kriz çelişkileri derinleştirmekte, öfke gün geçtikçe büyümektedir. Eksik olan, öfkeye neden olan keskinleşen çelişkileri örgütlenme ve devrimci mücadeleye kanalize etme görevidir. Bunun için daha fazla sorumluluk ve çaba gerektiği açıktır. Bu çabayı göstereceğimiz alanlardan birisi de 2022 1 Mayıs’ı olmalıdır. İşçi sınıfı ve ezilenlerin taleplerinin ön plana çıktığı, çelişkilerinin keskinleştiği bu süreci örgütlemek için daha fazla sorumluluk alıp, artan yoksulluğa karşı kitlelerin taleplerini 1 Mayıs meydanlarına taşıyalım. Her türlü olanağı kullanarak öfkeyi sistem içinde öğütmeye çalışan egemen sisteme karşı, öfkeyi sistem dışında gerçek kurtuluş ve çözüm adresi olan Demokratik Halk Devrimi mücadelesine akıtalım. Anın proleter devrimci görevi budur.