Rus emperyalizminin Ukrayna’yı işgal etmesi ile emperyalist hegemonya ve pazar mücadelesi yeni bir noktaya evrilmiştir. Emperyalistler arası pazar mücadelesinin Rusya’nın arka bahçesinde ve Avrupa’nın hemen sınırında bir işgale dönüşmesi bu güçler arasındaki kapışmanın boyutunu da olabildiğince sertleştirmiştir. Rus emperyalizmi, NATO yayılmacılığına karşı en büyük kozu olan askeri politik gücü ve etkisini Ukrayna’da göstermekten çekinmemiştir. Bu saldırganlığına karşı ABD, İngiliz, AB, Kanada ve Japon emperyalistlerinin devreye soktukları ekonomik politik yaptırım ve tecrit, çelişkileri daha da keskinleştirmiştir. Bu gerici mücadele ve savaş şimdiden on binlerce ölü ve yaralı, Ukrayna’nın birçok şehrinde ağır bir yıkım ve milyonlarca insanın göç yollarına düşmesi gibi sonuçlar yaratmıştır.
Kısa sürede dünya halklarına da bu işgalin faturası kesilmiştir. Korona salgınıyla kontrol edilebilir düzeyde tutulmak istenen ekonomik krizin yüksek enflasyonla kendini iyiden iyiye gösterdiği bir süreç yaşanmaktadır. Bu gelişmeyle birlikte rekabet de kriz de tırmanmıştır. Savaşın özellikle tarımsal ürünlerin fiyatlarında yarattığı yükselme temel gıda ürünlerine mahkûm olan emekçileri, doğrudan ve olumsuz etkilemektedir. Emperyalistlerin birbirlerine yönelik kısıtlayıcı tedbirleri ve yaptırımları ile tedarikte yaşanan sorunlar boyutlanmış ve beraberinde tüm üretim ve tüketim alanında fiyatların şimdiden hızla yükselmesini getirmiştir. Toplamda daha da boyutlanan ekonomik bir kriz, yüksek enflasyon, sosyal haklarda yeni kısıtlamalara yol açacak politik bir iklim ve halk kitlelerinin daha fazla yoksulluk ve sefalete sürüklenmesi söz konusudur. Bu saldırganlığın uzadığı, emperyalistlerin karşılıklı yaptırım kalemlerinin arttığı koşullarda bu güçlerin gördüğü her zararın faturası halk yığınlarına boyutlanarak, üstüne katılarak kesilecektir.
Kuşkusuz askeri saldırganlığı körükleyen çelişkiler ve derinleşen ekonomik kriz emperyalist güçlerin aynı zamanda bunu fırsat bilerek pazarda hegemonya kurma veya kurdukları hegemonyayı pekiştirme, her bir emperyalist gücün rakiplerinin pazarlarına daha fazla göz dikme zeminini de yaratacaktır. Pazar yarışının ise yıkıcı sonuçlar yaratması kaçınılmazdır. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırganlığı, ABD ve NATO’nun savaş kışkırtıcılığı bu güçlerin ihtilaflı olduğu her cephede kırılganlığı ve çatışma zeminini de güçlendirmektedir. Her emperyalist blokun ve onlara uşaklık yapan devletlerin kendi iç ilişki ve dengelerinde de daha hareketli bir sürecin yaşanacağı görülmelidir. Zira blokların iç ilişkilerini pekiştirmeye zemin sunan karşıtlıklar karşılıklı yaptırımlar ve özellikle enerjinin bu denklemde güçlü bir kart olması nedeniyle her blok içinde çelişkiler yaratacak ve bunların var olan dengeleri sarsacağı öngörülmelidir.
Bu tabloda Türk hâkim sınıfları, içinde debelenip durdukları ekonomik kriz şartlarını “savaş şartlarına” dayanarak yönetme fırsatını yakalamıştır ya da en azından böyle bir ortam yakaladıklarına inanmış durumdadır. Savaş ortamında denge politikalarıyla övünerek fırsat kolladıkları izlenimi vermekteler. Ekonomik krizin büyüdüğü, egemen sınıf klikleri arasındaki çatışmanın körüklendiği, politik krizin de buna paralel olarak tırmandığı, halk kitlelerinin memnuniyetsizliğin öfkeye ve yer yer direnişe dönüştüğü koşullarda AKP MHP blokunun tüm bunları kendi lehine yönetme “avantajı” ya da olanağı oluşmuştur. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırısını özellikle ABD emperyalizmi ile yeni bir güven tazeleme, kendine bir olanak olarak görme yaklaşımı vardır. Bu bağlamda “arabulucu” olma girişimleri safını Rusya karşıtlığıyla belirleyerek oluşturulmaya çalışılmaktadır. Verili durumu bu yönüyle kendine yontma, böylesi bir krizden olanaklar çıkartma, ABD emperyalizmiyle olan tıkanmaları kendi lehine olacak şekilde açma beklentisi söz konusudur. Bunun yanında Maliye Bakanı Nureddin Nebati emperyalist sermayeye “Türkiye’ye yatırım yaparsanız malınız da, canınız da güven altındadır” çağrısı yaparak “savaş” ikliminden aşağılık bir şekilde nasıl nemalanma siyaseti güdülebildiğini de göstermiştir. Güven vermeye yönelik tüm “enstrümanları”, “politik söylemleri” ve “fırsatları” değerlendirmektedir. Emperyalistler için daha cazip hale gelecek, daha fazla nemalanacak ve daha güçlü şekilde köleleşecek fırsatları kaçırmayan bir tutum izlenmektedir.
“Ne büyük ve ne etkili bir devlet” oldukları, “eşsiz bir millet” oldukları propagandası eşliğinde “savaşta” ekonomik, diplomatik ve siyasi ganimet peşinde koşan bu faşist blok sürecin yarattığı faturayı emekçilere kesmekten geri durmamaktadır. Türkiye’de dolar ve altının TL karşısında kazandığı değer, petrol ve doğalgaz fiyatlarında yaşanan dalgalanma, tedarik zinciri halkalarındaki tavsamalar, tarım ürünlerine olan dışa bağımlılık düzeyi dünya ortalamasının çok üzerinde bir enflasyonun oluşmasını getirmektedir. Günübirlik fiyat artışları, ücretlerdeki erimeler emekçiler için “normalleştirilmeye” çalışılmaktadır. Türk egemen sınıflarının bileyledikleri bıçak artık emekçilerin kemiklerini kesmektedir. Halk bunu hissetmekte ve bir şekilde ifade etmektedir. Halk için tahammül edilemez noktaya gelen bir gerçeklik söz konusudur. Bu gerçeklik aynı zamanda mücadelenin gelişip serpilmesi, halkın örgütlenmesinin de en güçlü nedenlerinden biridir. Bu örgütlenmek için güçlü bir zemindir.
Var olan durumda politik krizin de güçlü şekilde derinleştiği görülmektedir. Zira AKP MHP bloku seçim yasasının yeniden düzenlenmesi hamlesi ile güç kaybettiğini açık bir şekilde kabul etmiş durumdadır. Seçim barajının küçük ortak MHP’nin boy seviyesine çekilmesi, seçim barajını aşamayan partilerin ittifaklar içindeki avantajlarının zayıflatılmasını içeren bu düzenleme ile seçim sisteminin teknik yapısından kendine faydalar yaratma çabası açık şekilde görülmektedir. Buna duyulan ihtiyaç inkâr edilen gerçeğin içten içe kabulüdür. Bu düzenleme ile özellikle Millet İttifakı içinde çatlak yaratma, yeni ittifaklar oluşmasına zemin hazırlama ve buradan politik güç dengelerini lehine çevirme hesapları yapılmaktadır. Bunun yanında HDP’ye yönelik kapatma davasıyla şoven dalganın yükseltilmesi, bunu kaldıraç olarak kullanarak halk kitlelerine daha güçlü saldırma ve halkı sindirme hesapları yapılmaktadır. Kürt legal siyasetini felç etme, uygun zamanda ve zeminde bunu gerçekleştirme, egemen sınıflar arasındaki güç dengelerindeki rolünü kısıtlamaya yönelik her türlü hukuksal ve politik hamle düşünülmektedir.
Seçimlere yönelik düzenleme ve planlamalar somutlaştıkça seçim endeksli yoğunlaşma, gündemleşme de o düzeyde süreci politize etmektedir. Özellikle AKP MHP blokunun sandıkta “yenilmesini” ve “iktidar olanaklarını kaybetmesini” hayati bir sorun, demokrasi meselesinin ana ekseni olarak kitlelere sunan oportünist, reformist akımların diğer faşist bloku olan Millet İttifakı’nın değirmenine su taşıyan konumlanışı da acınasıdır. Devrim sorunu olan meseleleri sandık sorunu olarak tanımlayan, hatta bir faşist kliğin kaybetmesi olarak gören yaklaşımlar gerici kliklerin mücadelesi içinde halk kitlelerine en zehirli fikirlerin aşılanmasında kolaylaştırıcı bir rol oynamaktadır. Proletaryanın kendine ait çıkarları emperyalistler arası mücadelede ve egemen sınıfların mücadelesinde ısrarla ve kararlılıkla iktidar perspektifini koruması, kurtuluş yoluna sıkıca sarılmasını gerektirmektedir. Bunlar arasındaki mücadeleden devrim lehine faydalanmak kendi sınıf çıkarını unutmamaktan geçmektedir. Aksi takdirde gerici güçlerin kayıkçı kavgasının parçası olunacaktır. Özel olarak işçi sınıfının ve genel olarak halkın, başta Kürt ulusu olmak üzere ezilen milliyetlerin, ezilen cinslerin ve inançların örgütlenme, haklarını mücadele ile kazanma şartları vardır ve güçlüdür. Biz diyoruz ki kurtuluş için savaşmaya ihtiyaç vardır. Bunun dışında bir kurtuluş beklentisi halkın daha fazla köleleştirilmesini, sömürülmesini ve özgürlüklerinden yoksun kalmasını getirecektir. Buna izin vermeden halkın öfkesini örgütleyelim.