İşçi sınıfına ve sınıf hareketine dair politika tartışmak ülkemiz ‘sosyalist’ hareketinin netameli konularından biri haline geldi. Söylemin ötesine geçemeyen bir işçi faaliyeti ya da sağ bir sendikalizmle sınırlı pratikler hakim oldu. Proletarya partisi olma iddiasındaki birçok yapı nezdinde, geldiğimiz aşama işçi sınıfının genellikle “ekonomi”, “çalışma hayatı” ve daha iyi durumda “sendikal örgütlenme” konusu ya da haberi olmasıdır. Teorisini ve mücadele stratejisini işçi sınıfına dayandıran, bunun güncel propagandası ve örgütlenmesini yapan politik yapılar bulmak bugün oldukça zordur. Köklü devrimci yapılar nezdinde dahi ciddi bir ideolojik savruluş söz konusudur. Bunun en bariz örneklerinden birisi işçi sınıfının “ezilenler” genellemesi karşısında çok rahat bir biçimde unutulabilmesidir.
Açık ki Türkiye devrimci hareketi işçi sınıfı içerisinde çalışmayı büyük oranda bırakmış durumdadır. Bunun denk düştüğü bir ideolojik geriye düşüş yanında çalışmanın kendisine dair tıkanma ve tekrarın da etkisi vardır. İşçi sınıfının ideolojik bir ilgisizlikle karşılanmasına paralel proleter kökenli kadrolarda da ciddi bir azalma yaşanarak sınıfsal-ideolojik bir boşluğun maddi zemini oluşmuştur. İşçi sınıfına dair ilgisizlik ideolojik bir sorun halini almış olsa da soruna yol açan ve aydınlatılamamış maddi gerçekler vardır. Genel olarak işçi sınıfının yapısında yaşanan değişimleri devrimci hareket yeterince tartışmamış ve buna bağlı olarak da pratik çalışma sebatını ve yeteneğini gösterememiştir. Belli bir zaman sonra yapılamayan şeyler gündem olmaktan dahi çıkmaya başlamış ve yerini başka gündemlere bırakmıştır.
İşçi sınıfını kendi hareketi içerisinde kavramak gerekir. İşçi hareketine, örgütlenmeye, greve, direnişe dair her bir değerlendirme, hareket halindeki işçi sınıfı içerisinden yapılabilmeli, teori de kendi yönteminde bu hareketi kavrayarak şekillenmelidir. Örneğin, genel olarak ücretler ve çalışma şartları bakımından en alttaki işçilerin devrimci ideolojiyi benimseyeceği düşünülür fakat bu verili birtakım koşullarda ve bir yere kadar doğrudur. Oysa çoğu kez en alttakiler sınıf aidiyeti en az olanlardır. Fabrika işçileri belli ekonomik standartlara sahip olsalar da daha sınıf bilinçli olabilirler. Sınıf aidiyeti ve sınıf bilincine ulaşabilme koşulları farklılık arz edebildiği gibi işçi sınıfının ‘hareket hali’ söz konusu olduğunda daha farklı değişkenler de devreye girebilir. Örneğin ücretler ve çalışma koşulları bakımından işçi sınıfının görece iyi durumdaki kesimleri daha kötü durumdaki kesimlerine göre daha güçlü ve bilinçli bir hareketin öznesi olabilirler. Aynı şey sendikalı işçilerle sendikasız işçiler arasında da geçerlidir. Tersinden belli ekonomik standartlara sahip işçiler, sınıf hareketinde bürokratik, reformist, sınıf uzlaşmacı eğilimlerin temsilcileri de olurlar. Harekete geçtiğinde en yıkıcı potansiyeli kölece şartlarda çalışan en güvencesiz ve örgütsüz kesimlerde bulabiliriz vb.
İşçi sınıfının değişik katmanları hem ekonomik koşulları hem de siyasi ve kültürel koşulları içerisinde değerlendirilmelidir. ‘Sınıfı’ teşkil eden, sınıflar mücadelesinde proletaryaya önder rolü kazandıran nitelikler tek başına işçinin ekonomik konumuyla şekillenmez. Siyasi bilinç, örgütlülük, sınıf kimliği, mekânsal ve kültürel koşullar da sınıf olabilmenin parçalarıdır. Dolayısıyla sınıf hareketinin güncel kesitlerinde bu özelliklerden birinin belirleyici bir özellik kazanması mümkündür. Kendinde belli bir mesleki özgüven ve saygıyı barındıran işçi kesimleri, kadro kaybı yaşadıkları, standartları daha aşağılara düşürüldüğü durumlarda hem ekonomik sebeplerle hem de politik-kültürel bir duruşla önemli bir işçi hareketine öncülük edebilirler.
***
Türkiye’de son dönemde patronları ciddi anlamda rahatlatan göçmen işçi faktörü vardır. Ağırlıkla alt sektörlerde ve küçük işletmelerde çalıştırılsalar da büyükler dahil tüm sermayedarların maliyetlerini düşürmektedirler. Diğer yandan sınıf içerisinde ücretler ve çalışma koşullarına yaptıkları baskı üretim alanında daha kölece koşulları beraberinde getirmektedir. İşsizlik kaygısını daha da güçlendirerek sınıfın pazarlık gücünü en aza indirmişlerdir. Çünkü belli bir vasıf ve standartta sahip çoğu isçi bilmektedir ki patron, kendisine verdiği ücretle iki göçmen işçiyi çalıştırabilmektedir. Dolayısıyla her an kapı önüne konabilirler.
Eğer son birkaç yılda üretimde ve genel olarak ekonomide ciddi bir gerileme yaşanmamışsa iktidar bunu en başta göçmen işçilere borçludur. İktidarın birtakım ağır sonuçlarına karşın göçmenleri “kucaklayan” politikaları buradan kavranmalıdır. Göçmen işçilerin koşulları ağırdır. Fakat bu yerli işçilerin koşullarının ağır olmadığı anlamına gelmiyor. Koşullar genel olarak ağırdır, işçi sınıfı insani olmayan koşullarda çalışmaktadır fakat göçmen işçiler ise bir nevi savaş esiri gibi, salt yaşama hakkı tanınarak köleleştirilmektedir.
Ülkemizde işçi sınıfı hareketi üzerine siyaset üretenlerin artık göçmen işçiler faktörünü ele almadan doğru değerlendirmelere ulaşması mümkün değildir. İşçi sınıfının değişik kesimleri içerisinde değersizleşme, vasıfsızlaşma, rekabet, çelişki ve farklar her zamankinden daha fazladır. Bu sınıf çalışmasında belli bir zorluğu beraberinde getirse de farklı potansiyellere de kapı aralayabilir. İşçi sınıfının kendisi, toplumda görülen tüm kaotik farklılıkları içinde barındıran bir şekilsizlikle maluldür. Ortak şekillenişin en güçlü zemini ücret ve çalışma koşulları bakımından en alt koşullarda eşitlenmektedir. Fakat bunun doğrudan ortak bir sınıf aidiyeti yaratmayacağı, bugün çok daha iyi görülmektedir.
İşçi sınıfının üzerinde işsizler ordusunun, göçmen işçilerin ve ekonomik tıkanmanın ciddi bir basıncı bulunmaktadır. Genel olarak 2017’de ve son dönemde, işçilerin örgütlenme, direniş ve eylemlerinde artış söz konusudur. OHAL koşullarında hem işsizlik korkusu hem de saldırıya uğrama riski bulunurken lokal de olsa birtakım hareketlerin gelişmesi önemlidir ve çeşitli emareler taşımaktadır. Birçok örgütlenme veya direniş girişiminde patronların halihazırdaki sömürü koşullarını daha da geriye çekmek istemeleri etkilidir. Denebilir ki bu işçiler maddi yaşam koşullarının ortadan kaldırılmasına karşı harekete geçmek zorunda kalmışlardır. İşçilerin direnişe geçmeden ya da örgütlenmeye yönelmeden önceki koşullarının normalde de pek iyi bir standart olmadığı belirtilmelidir. Ülkemiz işçi sınıfı şu an bir anlamda “çalışıyor” olabilmek için mücadele etmektedir. Bugün gelişen lokal sendikalaşma girişimleri ve korumacı direnişler ilerde daha da artacaktır. Çünkü ekonomik tıkanmanın popülist politikalarla aşılamayacağı, daha ciddi gerilemelerin sırada beklediği herkesçe bilinmektedir. Bu durum hükümeti gizli veya açık zamlarla emekçi halka yüklenmeye götürürken patronları ise işçilerin üzerine yüklenmeye kışkırtmaktadır. Patronlar, zorunlu gördükleri üretim alanları dışında işçi sınıfının hiçbir kesiminde işçilerin lehine belli bir standarda tahammül edememektedir. Bu durum orta düzeydeki işletmeler, fabrika işçileri nezdinde yeni hareketlenmelerin habercisi olarak da görülebilir.
İşçi sınıfının potansiyel hareketinin nasıl ve nerelerden patlak vereceğine dair somut veriler henüz yetersizdir. Fakat yaşamsal koşulların dayattığı bir zorlama ve ciddi bir birikim olduğu ortadadır. İşçi sınıfı, genel yapısıyla kocaman bir çelişkiler yumağı ve kaotik bir yığın halindedir. Tüm dünyada belirtileri görüldüğü üzere ekonomik-demokratik talepli toplumsal eylemler ve işçi hareketleri gelişme göstermektedir. Ülkemiz özgülünde de benzer bir sürecin gelişme kaydedeceği belirtilebilir. Fakat ülkemizdeki siyasi koşullar, hükümet ve devletin yaşadığı politik kriz gelişecek her bir hareketi farklı bir tablonun içine dahil edecektir. İşçi sınıfı içerisindeki çalışma ve örgütlülüklerimizi güçlendirerek bugünden gelecekteki tabloya hazırlanmak, sürece devrimci temelde müdahale edebileceğimiz koşulları oluşturmak komünistler için bugün elzem bir noktadadır.