[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Proletaryanın burjuvaziye karşı giriştiği ilk iktidar denemesi olan Paris Komünü; bugün de uluslararası proletaryanın ve onun önderliğindeki ezilen dünya halklarının sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelerinin ilham kaynağı olmakta ve bu mücadelenin yolunu aydınlatmaktadır. Marks’ın; “İnsan neslini sınıf egemenliğinden ebediyen kurtaracak büyük sosyal devrimin şafağı” olarak tanımladığı Paris Komünü 18 Mart 1871’den 23 Mayıs’a kadar 73 gün yaşamıştır. Komünü ortaya çıkaran zemine baktığımızda karşımıza belli başlı iki gücün var olduğu bir Fransa çıkmaktadır: Çökmekte olan, bunalım içindeki imparatorluk rejimi ve yükselmekte olan işçi sınıfı!
Dişe diş verilen mücadele ile 18 Mart günü Paris’te devrim gerçekleştirilmiş, akşama doğru bütün devlet kuruluşları ele geçirilmiş, belediye binasına ve savaş bakanlığına devrimin simgesi şanlı kızıl bayrak çekilmişti. Merkez Komite, 19 Mart günü Parislilere ne yapmak istediğini bir programla bildirdi. Komite bir hükümet olma iddiasında değildi. Yalnızca ihanet eden bir hükümeti görev başından uzaklaştırmak ve komün seçimlerini hazırlamak istiyordu. Merkez Komite seçimler öncesinde yayımladığı bir başka bildiride de; düzeni yeni temeller üstüne kurmanın ilk koşulu olarak, emeğin yeni baştan örgütlenmesi gerekliliğini, bununsa ancak özgürlük, eşitlik ve dayanışmayla sağlanacağını açıklıyordu. 26 Mart 1871 günü seçimler gerçekleştirildi. “Mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesini hedef alan” Komün Meclisi üyelerinden yalnızca biri Marks’çıydı. Yönetimde Jakobenler, Proudhoncular, Blanquiciler, federalistler ve sosyalistlerle birlikte burjuva eğilimli olanlar da vardı. Komün on komisyondan oluşuyordu. Bunların arasından çalışma komisyonunun amacı, emekle ücreti eşit kılmak ve toplumcu öğretileri yaymaktı. Ayrıca komün diyanet işlerine ayrılan bütçenin kaldırılmasını ve kilise mallarına el konulmasını emretti. Okullardan dinsel eğitim kaldırıldı. Öncelikli olarak, eğitim ve adalet dâhil, bütün yönetim mekanizmalarında çalışanların seçimle iş başına gelmesi kararlaştırıldı. 18 Mart’ın ardından Vercailles hükümetinin ve ordusunun durumu zayıftı. Ama Ulusal Muhafız Komiteleri bu durumdan yararlanamadı. Komünün gösterdiği bu gevşek ve zayıf tavırdan yararlanan Thiers, hükümete sadık kalan tüm birlikleri Paris’ten Vercailles’e çağırdı. Fransa bankasındaki paralar Vercailles’e kaçırılarak maddi ve askeri güçler bu şekilde sağlandı. 20 Mayıs günü Vercaillesliler kente saldırıya geçti. Bir hain onlara kılavuzluk ediyor ve Komünün zayıf yanlarını gösteriyordu. Karşı güçler 21 Mayıs’ta Paris’e girmeyi başardı. Komüncülerin ilk işi Parislileri savaşa çağıran bildiriler yayımlamak oldu ama Versailleslı birlikler aralıksız saldırmakta, önemli noktaları ele geçirmekteydi. Bazı sokaklarda birden bire direnmelerle, barikatlarla karşılaşılıyor, Paris halkı, kadınıyla erkeğiyle mücadele ediyordu. Komüncüler en amansız savaşlarını işçi mahallelerinde verdiler. Burada çocuklar bile savaşa katılmışlardı. Barikatlarda çarpışan işçi sayısı 10.000’i buluyordu. 21’inden 28’ine uzanan haftada Komüncüler kendilerini siper ederek Versaillesliler’e karşı amansızca çarpıştılar. Vercaillesliler ele geçirdikleri bütün tutsakları, sorgusuz sualsiz kurşuna diziyorlardı. Paris halkının düzenli birliklerce katliamına karşı Komün, 24 Mayıs’ta aralarında Paris Başpiskoposu Darboy’nın da bulunduğu 52 rehineyi kurşuna dizerek yanıt verdi. 27 Mayıs günü Komüncülerin sıkışıp kaldığı çember iyice daralmıştı. Son Komüncüler de çarpışa çarpışa can vermekteydi. Direnmenin son dayanak noktalarından biri 200 Komüncünün toplandığı Pére-Lachaise Mezarlığı’ıydı. Vercailleslılar, mezarlığın kapısını kırdılarsa da Komüncüler savaşlarını sürdürdüler. Sağ kalanlar, mezarlığın duvarları dibinde kurşuna dizildi. 28 Mayıs günü, işçi mahallesinde ayakta kalan son barikat da düştü. Tüm çabalara karşın 28 Mayıs 1871’de komün yıkılmış oldu. Karşı devrim zafer kazanmıştı. Binlerce insanın öldüğü bu sokak savaşı da tarihe “Kanlı Hafta” olarak geçmiştir.
Komün geçmiş, tarihte kalmış değildir. Tarihsel olanın tarihte kalmadığını ve bugüne nasıl taşınabileceğini gösterir bize. Paris Komünü’nün öznesi proletaryadır, Paris’in emekçi halkıdır. Komünün kahramanları, bu sınıfın, bu halkın kahramanlarıdır. Emekçi halklar, tarihin uzun dönemlerinde sadece yoksul değillerdir, sefaletle birlikte cehaletin de içerisine itilirler ve düşürüldükleri bataklıkta uzun zaman onları burada yaşamaya mahkûm bırakanlara beyinlerini ve ruhlarını teslim ederek yaşarlar. Fakat şu da çok iyi bilinmelidir ki, hiçbir tarih onlarsız yazılamaz. Piramitleri de yapan onlardır, devrimleri de! Ne sefalet ne de cehalet onların tercihleridir. Piramitleri yaparken, fabrikalarda boyun eğmiş, birbirine düşmüş çalışırken köle olan onlar, isyan ateşlerini yaktıklarında, devrimleri yaparken özgürdürler. “Devrimler, tarihin lokomotifidirler.” Devrimlere bu gücü kazandıran ise kitlelerdir. Her devrim ancak ve ancak onların eseri olabilir. Bundan dolayı da, önderlik kavrayışı olarak da devrim bilinci, soyut ve genel bir bilinç değil, devrimin kitlelerin eseri olacağı gerçeğiyle birlikte proletaryayla özdeşleşen bir bilinç olmalıdır. Ve bu bilinç, politika ve stratejisiyle olduğu gibi yöntemleriyle de bugünkü çalışmalarımızı belirlemelidir. Sınıf mücadelesinin bugünkü geri koşullarında kitle inisiyatifini geliştirici, harekete geçirecek yöntem ve araçların geliştirilmesini, bunlarda ısrarı, sadece geleceğe dönük yeni bir kültürün oluşturulması sorunu olarak değil; kitleleri mücadeleye çekmenin, onlardaki güven ve özgüven sorununu çözmenin anahtarlarından biri olarak görmeliyiz.
Komün bilinci, sınıf bilincidir. İşçi sınıfı, tarihsel rolünü oynama yetisine sahip olduğunu henüz tarihinin başlarında olağanüstü bir girişkenlikle göstermiştir. Bununla birlikte, komün bilinci iktidar bilincidir. Her devrimin temel sorununun iktidar sorunu olduğunu, bir sınıfın sadece ezilmesini sona erdirmek ve sömürülmemek için değil, bunlar dahil yapmak istediklerinin çok azını dahi yapabilmesi için, iktidarı ele geçirmesinin şart olduğunu Komün gösterdi. Onlar ve daha sonra Sovyet ve Çin işçi ve köylüleri iktidarı alıp yeni bir yaşamı kurmaya girişerek ve kurarak bize yepyeni bir yaşamın olabileceğini gösterdiler. Köhnemiş ve eskiye ait olanı korkusuzca yıkabilme bilinci, aynı zamanda yeniyi kurma bilincidir. Dolayısıyla, komün bilinci aynı zamanda tarih yapma, geleceği kurma bilincidir. Üstelik henüz tüm koşulların oluşmadığı bir dönemde olağanüstü bir girişkenlikle tarih yapmaya girişen bir bilinç. İşte bugün en çok da geleceği yaratma cüretini kuşanan bu bilinç üzerine düşünmeliyiz. Olağan koşulların davranışlarımızı belirlediği bir hareket tarzımız mı olacak, diğer bir deyişle koşullar mı bize hükmedecek, yoksa koşullara biz mi hükmedeceğiz; adımlarımızın sağlamlığını ve hızını belirleyecek olan ne? Koşullara boyun eğmeyen dönüştürücü bir ataklık gösterebilecek miyiz?