Çocuk ve Edebiyat: Kitapların Çocuklar için Anlamı ve ‘Dans Eden Denizatları’nın Önemi

[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]

“Sevmek çok güzel, eğer sevdiğin varsa

hayat çok güzel, umudun varsa…”

Zeliha Bulut, Dans Eden Denizatları

XVIII. yüzyıl, çocukların eğlenmesi amacıyla yayınlanan kitapların ortaya çıkış tarihi olarak görülür. 18. yüzyıl öncesi çocukların kitapları ise yalnızca dini eserler, görgü ve eğitim için kullanılan kitaplardan oluşuyordu. Çocukların hayal gücü, egemenlerin onlara reva gördüğü sınırlara sığmadı ve çocuklar, yetişkinler için yazılmış ancak kolay anlaşılır kitapların peşine düştüler. Çocuklar, yorulmaksızın her gördüklerini, masalları, hikayeleri, hayvanlar üzerine yazılan kitapları, unutulan gazeteleri, dergileri ve yetişkinlerin okuduğu kitapları, saklanan küçük umutlu gözleriyle okuyorlardı. Onların, iç karartıcı dini ve devlet öğretilerine karşı yürüttükleri mücadele ile ilk çocuk kitapları basan yayınevleri kurulmaya başlandı. Charles Lamb ve Mary Lamb, Shakespeare’in tiyatro eserlerini çocuklar için 1807’de, “Shakespeare’den Masallar” uyarlamasıyla öyküleştirerek çocuklara sundu. 

Çocuk kitaplarının tarihini kısaca bu şekilde ifade edebiliriz. Bugün edebiyatın önemli bir yerini dolduran, yalnızca çocuklara değil yetişkinlere de öğreten kitapların varlığı, hayal gücünün ve ona sahip çocukların emeğine, umuduna ve mücadelesine borçludur. Yakın tarihe kadar çocukları kitaplardan uzak tutma anlayışının egemenliğini, çocukların tükenmeyen öğrenme merakı sarsmıştır. Biz devrimciler ise çocukların bu merakıyla öğrenmeye ve öğretmeye sarılalım. 

PSİKOSOSYAL GELİŞİM VE ÇOCUK KİTAPLARI

Psikososyal gelişim kuramı, Erik Erikson’un insanın yaşamı boyunca sürdürdüğü psikososyal gelişimi tanımlamak için kullandığı bir kavramdır. Bu anlamda 8 temel gelişim evresi ifade etmiştir. Yazımız içerik bakımından çocukluk dönemini baz aldığından dolayı burada 3 temel gelişim evresine (3 yaştan 11 yaşa kadar ki) ve çocuk kitaplarının bu gelişim evrelerindeki önemine dikkat çekeceğiz. 

İnsan sosyal bir varlık olarak doğar, yaşar ve ölür. Kimlik kazanımında, çocukluk çağındaki sosyal çevre gözlemleri etkin role sahiptir. Yani insan, gözlemleyerek büyür ve bulunduğu kültürün, öğretinin ve eğitimin kalıbına göre şekil almaya itilir. Yetişkinlerin göz ardı ettiği birçok “küçük” şey, çocuklar için ilk defa karşılaşılan öğreti olarak görülür. Çocukların soru sorma becerilerine sıklıkla başvurmaları, yüzeysel cevapları ayrıntılandırmanın temelini de bu öğrenme isteği oluşturur. Erikson’un öne sürdüğü gelişim evreleri, içinde çatışmaları ve karmaşa barındırır. Bu dönemde üstesinden gelinemeyen çatışmalar ise bireyin hedeflerini gerçekleştirmesinin önünde engel olacaktır. Kişinin, var olan çatışmaların üstesinden gelebilmesi için çevresel faktörler temel yardımcılardır. Çocuk kitapları bu anlamda, çocuğun çevresel boyuttaki destekçisi haline gelir ve sosyal öğrenmede araç olarak kullanılır. Gündelik yaşamlarımızda birçoğumuzun kulak aşinalığı olduğu “Yalan söylersen Pinokyo gibi burnun uzar.”, “Yolda gördüğün herkesle konuşmamalısın.” mesajını veren Kırmızı Başlıklı Kız veya “Her duyulana inanmama, herkese güvenmeme.” gibi öğütleriyle Alice Harikalar Diyarı’nda çocuklara anlatılan masallardır. Birçok çocuk masalı ve öyküsü bu örneklerdeki gibi öğütler ve çocukları yaşama hazırlayan direktiflerle doludur. 

Psikososyal gelişim kuramına göre, 0-1 yaştan sonra gelen, “özerkliğe karşı kuşku ve utanç duygusu”; 1 ila 3 yaş arasındaki çocuğun, sergilediği davranışların kendisine ait olduğunu kavradığı ve davranışlarının sonucunda otorite ile karşılaşırsa eylemleri hakkında kuşku ve bundan dolayı utanç duyabileceği dönemdir. Bunun aksine yaratıcılığı desteklenir ise çocuk “özerklik” kazanacaktır. Çocuk kitaplarının yazılma amaçlarından biri de çocuğun yaratıcılığını geliştirmektir. Bu anlamda bireyin özgürleşmesinin karşısında duran ve bu anlayışın ürünü olan kitapların tanımlanması önem arz eder. Burjuva sınıfın ürünü olan çocuk kitaplarında, çocuğun özerklik kazanması değil otorite ile sorgusuz bir bağ kurması amaçlanır. Ebeveynlerini, eğitimini, kültürünü ve yaşamında etkileşim halinde olacağı her sosyolojik yapıya saldıran kapitalizm, kitapları, çocuğun benliğini en savunmasız olduğu dönemde ele geçirmeye çalışmak için kullanmaktan utanmaz. Çocuk kitaplarında başlayan düzen övgüsü, gerici eğitim sistemiyle harlanır. Bireyin robotlaştırılarak, “tekçileştirilmesi”, var olandan başka seçeneğin olmadığı veya diğer seçeneğin öcüleştirilerek çocuğun korkutulması, onun sorgulamayan ve itaat eden bir birey haline dönüştürme çabasıdır. 

Diğer bir dönem, 3-6 yaş arasındaki, “girişimciliğe karşı suçluluk duygusu” olarak görülür. Bu dönemde çocuk, kendi girişimlerinde bulunur. Bu girişimler engellenir, eleştirilir veya yasaklanırsa suçluluk duygusu ortaya çıkar. Çocukluğun bu döneminde maruz kalınan engellenme, bireyin sergilediği davranış sonucu suçluluk hissetmesine veya suçluluk hissetmemek için davranışı gerçekleştirmemesine neden olur. Bu evrenin çocuk kitaplarındaki yansımalarına bakıldığında ise ezilen sınıfın suçluluk duyacağı davranışları belirleyeninin ezen sınıf olduğunu görürüz. Çocuğun temel öğrenme araçlarından biri olan kitapta belirlenen kurallar, içselleştirilir ve çocuk tarafından doğru olarak kabul edilir. Kitabın, yetişkinler ve çocuklar için anlamı ve önemi farklılık gösterir. Henüz alternatif öğrenme araçları ile tanışmayan çocuğun düşüncelerine işleyen burjuva temelli öyküler ve masallar, onları istemsizce burjuvazinin savunucuları haline getirebilir. Var olan sınıfsal ayrışmanın mücadelesi çocukluktan kendini gösterir. Bu anlamda çocukların, bulundukları sınıfı tanımaları ve bu sınıfın ürettiği hikayelerle büyümeleri, onları eleştirel, sorgulayan ve özgür bireylere dönüştürür. Burjuvazinin beslendiği öykülerin, masalların ve her türlü edebi ürünün yaratıcıları emekçi sınıftır. Kapitalist anlayış, bu ürünü yaratıcılarından çalmakla yetinmeyip onlara karşı kullanacak kadar umursamaz ve aşağılıktır. 

7-11 yaş, “Başarılı olmaya karşı yetersizlik duygusu”nda ise çocuğun kendisini başkalarıyla kıyaslayarak yetersizlik duygusuna kapılması öne çıkar. Birçok burjuva kalemi değmiş çocuk kitabında, karakterlerin birbirleriyle kıyaslandığına tanık oluruz. Çocuk kitaplarındaki bu kıyaslama, yetişkin bireyin özgüvensizliğinin temelini oluşturan etkenlerden biridir. Kapitalist sistem, özgüvenli bireylerin varlığından rahatsızlık duyar. Onun çabası, çocukları sorgulamayan, itaat eden ve özgüvensiz bireyler haline dönüştürmektedir. Çocuk kitapları ise bunun için bir araç olarak görülür. 

“DANS EDEN DENİZATLARI”NIN ÖNEMİ

Umut Yayımcılık, 2021 yılında “Umut Çocuk” adı altında birleştirdiği, Yusuf Demir’in; Büyükler Hiç de Komik Değil, Hepsi Fasa Fiso, Kahkahaların Peşinden Koşan Çocuklar, Gökkuşağı, Seda Eliş’in Mısır Püskülü ve Gyuli Kasabası ve Zeliha Bulut’un Dans Eden Denizatları kitaplarını çocuklarla buluşturdu. Yazarların ve Umut Yayımcılık’ın emeğiyle hazırlanan çocuk setini değerli kılan, burjuvazinin tekeline aldığı çocuk edebiyatına karşı onu egemenlerin elinden alarak emekçi halk ile buluşturmasıdır. Her biri ayrı ayrı önemli eserler olan bu kitaplardan Dans Eden Denizatları’nın önemine değinmeyi sorumluluğumuz olarak görüyorum. Burjuva yazarların ve sistemin belirlediği sınırları ezip geçen, çocuk edebiyatını emekçi sınıfların ürünü olarak bizlere sunan Zeliha Bulut, devrimci edebiyatın çocuk kitaplarındaki önemli bir temsilcisi olarak görülmelidir. 

Ekim Devrim’i sonrasında Sovyetler Birliği’nin edebiyat anlayışı; saf sanat ve sanat için sanat akımının reddedildiği, sanatın ve edebiyatın eğitici ve toplumsal içerikler barındırması yani halk için sanattır. Mao Zedung’un da sanat ve edebiyat üzerine ısrarla durduğu, sanatın ve edebiyatın yaratıcılarının emekçi ezilen halkların anıları ve yaşamlarıdır görüşü, Lenin’in bu konu hakkındaki düşünceleriyle ortaklaşır: Sanat ve edebiyat, emekçi kitlelerin yaşamından ayrı tutulamaz. Lenin, üretilen eserlerin, bilimsel sosyalizme yaklaşabilmesi için “Sınıf mücadelesi ruhunun belirtilerini taşıması” koşulunu koymuştur. Zeliha Bulut’un Gezi direnişini ve direnişin genç şehitlerini taşıdığı Dans Eden Denizatları kitabında, Çernişevski’nin edebiyatın görevi olarak nitelendirdiği önemli bir noktayı da buluyoruz: Çernişevski der ki, “Sanatın görevi, yaşam hakkında bilgi vermenin yanı sıra, insanlara toplumsal olayları doğru bir şekilde değerlendirmeyi öğretmektir.” Görece bu değerlendirmeyi bir yetişkine öğretmek, bir çocuğa öğretmekten çok daha kolaydır. Zeliha Bulut’un Dans Eden Denizatları’nı önemli kılan ilk nokta olarak gerçekleri ve toplumsal bir olayı, çocukların hayal gücüne ve bilincine indirgeyebilmesi olarak görülebilir. 

Lenin’in 1905 yılında “Parti Örgütü ve Parti Edebiyatı” başlıklı makalesinde, edebiyatın tarafsız kalamayacağını ve proletarya mücadelesinin etkin bir parçası olduğunu ifade eder. Bu makalenin dikkat çeken bir diğer yanı, toplum içinde, toplumsal olayların anlatılması toplumdan bağımsız şekilde gerçekleşemeyeceğidir. Lenin, burjuva yazarının özgürlüğünün sermaye sahiplerine, kayırmaya ve rüşvetlere/harçlıklara bağımlı olduğunu açığa çıkarır. Bu bağımlı olma hali edebiyatın çocuk alanında da geçerlidir. Burjuvazinin temsili olduğu çocuk kitapları eserlerinde sisteme yaranma ve sistemi yüceltme hâkimdir. Devrimci edebiyat ise bunun aksine emeğe ve emeği var eden sınıfa dayanır. Bu anlamda bağımsızdır. Devrimci çocuk edebiyatı salt olarak öğretmeyi amaçlar. Dans Eden Denizatları’nda Lenin’in bahsettiği bağımsızlığa tanık oluruz. Kitapta yer alan karakterlerin birbirleriyle olan ilişkileri incelendiğinde kâr beklentisi bulunmayan, çıkar ilişkisinden uzak dayanışmayı ve bağlılığı görüyoruz. 

“Ali İsmail:

Zenginlerin tek düşündüğü para. Denizi, balığı düşünen kim, dedi.

Ethem, gençleri dinlerken ‘Bu gençler bana yardım edebilir.’ diye düşündü.”

Lenin, edebiyatı toplumu değiştirmek için bir araç olarak görür. Toplumsal değişimi meydana getiren ise bireylerdir. Çocuğun, toplumdaki rolü, değişimin en temel halkasını oluşturması olarak düşünülür. Çocuk kitaplarının önemi, toplumsal değişimdeki temel halkayı meydana getirmesiyle ölçülür. Feodalizmin, faşizmin ve gericiliğin çocuk edebiyatı için çabasının altında masum nedenler yer almamaktadır. Bundan dolayı devrimcilerin, çocuk edebiyatını bir an bile boş bırakmaması zorunluluk halini alır. 

Dans Eden Denizatları ile birlikte Zeliha Bulut, çocukların dayanışma, sevgi, bağlılık, örgütlülük, doğru ve yanlış kavramlarını “çocuksu” bir dille anlatmış. Bunun yanında, biz devrimciler ve emekçiler için onurla anacağımız Gezi direnişinin, çocuklar için travmatik etkiler bırakabileceği değerlendirilmelidir. Gezi direnişi sürecinde büyüyen bir çocuğun yaşamı belirli ölçüde kısıtlanmış, faşizmin saldırıları çocuklara korkuyu yaşatmış ve bu kitap da çocuklara bu olguyu, ülkemizin faşizm gerçeğini anlatmıştır. Bizlerin nedenlerini kavrayabildiğimiz eylemler, çocuklar için karma karışık sorular meydana getirmiştir. Gezi’yi çocuklara, çocukların diliyle anlatan olmamıştı. Zeliha Bulut, Dans Eden Denizatları’nda aslında bu büyük boşluğu da doldurarak çocukların sorularına cevap oldu. Çocuklar için travmatik olabilecek süreci, onların diliyle anlatarak çözümledi. Bu anlamda bu eserin çocuklar üzerindeki etkisi, bir çocuk kitabı olmasından daha da geniş ölçüde yer edindi. Gezi; dayanışma, koşulsuz sevgi, zorbalığa karşı direniş demekmiş. Dans Eden Denizatları; kapitalist sömürgenin, burjuva edebiyatın ve gerici sınıfın çocuklara biçtiği düzenini yerle bir etmiş…

Sonuç olarak, çocuk edebiyatı, sınıfsal eşitsizliğin meydana getirdiği çelişkileri yaşamaktadır. Bu yazımızda kitaba ulaşabilen çocukların, kitapların onlar üzerinde bıraktığı anlamlardan bahsettik. Bunun yanında kapitalist sömürünün estiği toplumlarda birçok işçi ve köylü sınıfın çocuğu kitaba dahi ulaşamamaktadır. Bizlere düşen görev, devrimci çocuk edebiyatının girmediği ev, ulaşmadığı çocuk bırakmamak olmalı. Sınıfsal çelişkilerin ortadan kaldırılmasıyla yaratılacak, yeni demokratik kültürde, sanat ve edebiyat burjuvazinin elinden kurtarılacak, yaratıcılarına, işçi sınıfına geri getirilecektir. 

Bir Yeni Demokrasi Okuru