Hiçbir 8 Mart bildirisi, konuşması yoktur ki 1857 yılında, New York’taki 40 bin kadın işçinin grevi sırasında yakılarak şehit düşen 129 işçi kadına değinmesin, Clara Zetkin’in, Rosa Luxemburg’un adını anmasın. Hâl böyleyken devrimci işçi kadınların direniş tarihinin ve sınıfsal özün unutulduğu, yok sayıldığı, işçi, emekçi, devrimci, komünist erkeklere “yasaklanan” 8 Mart etkinlikleri gündemimizi fazlasıyla işgal eder olmuştur. Tüm kadınları kucaklama “kaygısıyla” adının değiştirilip “Dünya Kadınlar Günü”ne indirgenmesi yetmemiş gibi, 1 Mayıs’ın “Bahar Bayramı”na dönüştürülme çabalarında olduğu gibi, kadınlara hediye alınan, salt kutlamalı bir “birlikte olma günü”ne dönüştürme pratikleri yaşanmaktadır. Egemen sınıfların kadınları tarafından örgütlendiğini ileri sürerek, bunlara mesafeli olunduğu söylenebilir. Fakat devrimci, komünist, ilerici kadın kurumlarının yer aldıkları platformların örgütlediği bazı 8 Mart etkinlikleri, örgütleniş biçimleri, kullanılan dil ve sloganlar bu mesafenin söylemde kaldığını göstermektedir.
Kadın dayanışmasını, kadının eşitlik ve özgürlük mücadelesini geliştirme, zenginleştirme, daha etkin bir güç olabilme amacıyla kurulan birliklerin, platformların önemini tartışmak gereksizdir. Bu platformlarda devrimci, komünist kadınlar dışında, farklı kadın örgütleri, feminist, anarşist, orta sınıf kadınları da yer almaktadır. Bu meselenin farklı sınıf bakışları ekseninde ele alınması ve bunun üzerinden gerçekleşen tartışma ve mücadele doğallığında önem kazanmaktadır. Devrimci, komünist hareketlerin zayıfladığı, sınıf savaşımının gerilediği dönemlerde inanca dayalı, etnik veya cinsiyete dayalı mücadelelerin ön plana çıkmasıyla, kadın kurtuluş mücadelesini salt cinsiyet temelli, sınıf mücadelesinden kopuk ele alan, başında “sosyalist”, “radikal” veya “Marksist” tanımları da olsa burjuva feminist örgütlenmelerin yaygınlaşması ve belli çevrelerce kabul görmeleri tesadüf değildir.
Bahsedilen rüzgârdan etkilenen kadın örgütleri, sendikalar, dernekler, vb.leriyle bağlarımızı güçlendirmek, onları burjuva feminist anlayışlardan uzaklaştırmak görevini asla unutmamalıyız. Bu görev ise sadece takvimsel eylemliklerde değil, özelde kadın kurtuluş mücadelesinin, genelde de devrimci mücadelenin her alanında aktif birer parçası daha doğrusu yönlendiricisi olduğumuz çalışmalar içinde yerine getirilmelidir. Kavratma, ikna etme, değiştirme yönlü yürüteceğimiz tartışmalar ancak mücadele içinde, pratikte anlamlı olacak ve sonuç getirecektir.
8 Mart; kadının sömürülmesinin, ezilmesinin nedeni olan sisteme karşı mücadeleye mi çağrı olacaktır yoksa içi boşaltılarak, anneler günü formatında kutlamalar, burjuva ve işçi emekçi kadınların sorunlarının aynılaştırıldığı karnavala mı dönüştürülecektir? Bu sorunun cevabını vermeye, 8 Mart’ı dünya devrim tarihine kazandıran işçi, emekçi kadınların devrimci mücadelesine ve sonraki tarihsel süreçlerle başlamak yanlış olmayacaktır.
19. yüzyılda Amerikan emperyalizmi özellikle tekstil sektöründe ucuz iş gücü olan kadınları tercih ediyordu. Tekstil fabrikalarında işe giren kadınların çoğunluğu henüz evlenmemiş genç kadınlardı. İnsanlık dışı koşullarda 15-16 saat çalışıyor, güneş yüzü göremiyorlardı, ücretleri ise çok düşüktü. Koşulların giderek ağırlaşmasıyla kadınlar değişim için örgütlenmenin ilk adımlarını atmaya başladılar. 1840’larda çalışma gününün 10 saate indirilmesi kampanyası için imza toplamaya başladılar. ABD’de işçi kadınların ilk örgütü, Lowell Kadın İşçileri Reform Derneği 1845’te kuruldu ve sayısı giderek artan bir örgüte dönüştü. Örgüt, yayın organı olarak “Endüstrinin Sesi” gazetesini kullanarak daha çok kadın işçiye ulaştı. Lowell, kadınların hem üretimin hem de değiştirme isteğinin parçası olduğunu gösteren ilk örneklerdendir. Kadınlar binler, on binler halinde hak mücadelelerine atıldılar ve bu mücadeleler içinde irili ufaklı birçok grev yapıldı. 8 Mart 1857’de New York’ta Cotton adlı bir dokuma fabrikasında çalışan 40 bin işçi, 16 saatlik işgününün 10 saate indirilmesi ve ücretlerde artış yapılması talebiyle greve başladı. Kadın işçilerin örgütlediği bu grev o güne kadar yapılmış en büyük kadın eylemlerinden biriydi. Yürüyüşe başlayan grevci direnişçi kadınları durdurmak isteyen polis, kadın işçilere saldırdı, fabrikanın patronlarının da desteğiyle binlerce işçi fabrikaya kilitlendi. Bu sırada çıkan “şüpheli” bir yangında içeride kilitli kalan işçilerden 129’u yanarak yaşamını yitirdi. ABD basınının bu olaya neredeyse hiç yer vermemesine rağmen, kadın işçilerin cenaze törenine 100 bini aşkın kişi katıldı.
Bu olaydan 50 yıl sonra, bu yürüyüşün anısına, 15.000 kadının katılımıyla daha iyi ücret, daha kısa çalışma saatleri ve oy hakkı için 8 Mart 1907’de New York’ta bir yürüyüş yapıldı.
23 Kasım 1909’da Triangle, Leiserson ve kimi daha küçük tekstil şirketlerinde çalışan 20.000-30.000 civarında kadın işçi daha yüksek ücret ve daha kısa çalışma saatleri için greve gitti. Binlerce işçi işyerlerinden çıkıp işi durdurmuştu, ama gazeteler sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi davranıyordu. Patronlar grevi kırmak için ellerinden geleni yapıyordu. Kadınlara saldırtmak için sopalı adamlar tutuyor, polislere ve mahkemelere rüşvet veriyorlardı. Fakat hiçbir şey kadınları caydıramadı. 1910 Şubat’ında 353 firmadan 339’u sözleşme imzalamak zorunda kaldı. 52’ye düşürülen haftalık çalışma saati, yılda en az dört günlük ücretli izin, dikiş malzemelerinin patron tarafından sağlanması, sendika üyelerine ayrımcılık yapılmaması, işverenle ücret pazarlığı ve ölü sezonlarda işin eşit dağıtımı ve iş yeri güvenliği sağlanması gibi talepler kabul edildi. 2 günde örgütlenmiş olmasına rağmen “20.000’lerin İsyanı” olarak bilinen bu grev Kasım 1909’dan Şubat 1910’a kadar sürmesiyle ilk uzun kadın grevi oldu.
Bu grevden sonra, 1910 yılında Kopenhag’da gerçekleştirilen İkinci Enternasyonal’e bağlı Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nden Clara Zetkin kadınlar için bir mücadele günü belirlenmesi gerektiğini söylemişti. Zetkin’in önerisi kabul edilmiş, sosyalist kadınların kendi ülkelerinin işçi sınıfı örgütleriyle birlikte bir kadınlar günü düzenlemesi kararlaştırılmıştı. Her yıl, aynı gün düzenlenecek bu gün, dünyanın neresinde olursa olsun kadınlara uygulanan sömürü ve baskıya karşı mücadeleyi yükseltme amacını taşıyordu. Kadınların seçme ve seçilme hakkını alması, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması ve emperyalist savaşa karşı mücadele, bütün dünya kadınlarının ortak mücadele ilkelerinin başında yer almaktaydı.
Uluslararası anlamda ilk Emekçi Kadınlar Günü 19 Mart 1911’de düzenlendi. Avusturya, Danimarka, Almanya ve İsviçre’de gösterilere katılan on binlerce kadın seçme ve seçilme hakkının yanı sıra kadınlara iş ve mesleki eğitim verilmesi, çalışma alanlarında kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasını talep etti. Her yerde çok kalabalık toplantılar düzenlendi. On binlerce kişinin katıldığı protestolar, sokak gösterileri gerçekleştirildi, bazı yerlerde kadınlar polislerin saldırı ve engelleme girişimlerine militanca direndiler. Gösterilerde kadınların gündeminde aynı zamanda her an patlak vermesi muhtemel olan Emperyalist Paylaşım Savaşı vardı. 1913’te, yani birkaç yıl sonra devrim saflarında savaşacak öncü sosyalist kadınlar Rusya’da kutlama yaptılar. Başlarda tarihi kesinleşmediği için ilkbaharda yapılan anma, ardından 8 Mart bilinciyle dalga dalga tüm dünyaya hızla yayılmaya başladı.
Tarihin 8 Mart olarak saptanışı ise 1921’de Moskova’da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda (3. Enternasyonal Komünist Partiler Toplantısı) gerçekleşti adı da “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak belirlendi. Birinci ve İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı yılları arasında Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün bazı ülkelerde kutlanması yasaklandı. 1960 yılından sonra da ABD’de kutlanmaya başlandı.
8 Mart en başından işçi ve emekçi kadınların yarattığı bir gündür. Daha o zamandan burjuva kadın hareketi ile işçi kadın hareketinin talepleri arasındaki farkların altını çizen öncü sosyalist kadınlar, kadının özgürleşmesi mücadelesindeki temel eksenin işçi kadınların sınıf mücadelesinin, yani sosyalizm mücadelesinin kazanılması olduğunu ortaya koymuşlardı. Clara Zetkin’in desteklediği önergede günün adı ‘Emekçi Kadınlar Günü’ olarak özel olarak vurgulanmıyordu, ama 8 Mart, sosyalist teori ve politikalar etrafında örgütlenmiş işçi sınıfı partilerinin, sendikaların farklı ülkelerdeki mücadelelerinin içinden doğmuş, en başından beri teorik, politik mücadele ve örgütsel kökleri itibarıyla bir emekçi kadınlar günüydü. Sadece kadınlara oy hakkı için değil, emekçi kadınlar için haklar, anneler ve çocuklar için sosyal destek, bekâr annelere eşit muamele ve yuva sağlanması, ücretsiz yemek dağıtımı, okullarda ücretsiz olanaklar, uluslararası dayanışma vb. için talepler yükseltildi. Temel hedefi çok daha büyüktü: kapitalizmi alt etmek, sosyalizmin zaferi ile ücretli köleliği, eğitim ve bakımın sosyalizasyonu ile kadınların ev köleliğini ortadan kaldırmak.
2. Enternasyonal’in kuruluş kongresinde yaptığı konuşmasında, feminist olduğunu iddia edenlerin tersine yaşamı boyunca sosyalist olan Clara Zetkin’in “Kadının özgürlüğü, tüm insanoğlunun özgürlüğü gibi, yalnızca emeğin sermayenin boyunduruğundan kurtulmasıyla olacaktır.” öngörüsü proleter devrimlerin gerçekleştiği SSCB, Çin Halk Cumhuriyeti gibi ülkelerde hayat bulmuştur. Yaşamın tüm alanlarında kadının hak eşitliğini ilan eden ve yasal güvence altına alan Ekim Devrimi’nin daha ilk günlerinde “eşit işe eşit ücret”, 8 saatlik iş günü, kadın emeğinin korunmasına, anne ve çocuğun korunmasına dair yasaları ilan eden kararnameler yayınlandı. Sovyet iktidarı, annelik ve ev kadınının ev içi faaliyetlerini, toplumsal üretimdeki çalışmaya denk, toplumsal fonksiyonlar olarak tanıdı. Bunlar sadece kâğıt üzerinde kalmadı ve kadınlar için kurslar, meslek okulları açıldı, toplumsal üretime katılabilmeleri için kreşler, yurtlar, yatılı okullar, etüt merkezleri ağı yaratıldı, mahallelere, tek tek fabrikalara dek örgütlenen yemekhaneler, kantinler, çamaşırhaneler, dikimevleri kuruldu. Kadınlar muazzam bir gelişme içinde üretime, toplumsal hayata çekildi. 1954 yılında kadınların %70-80’i çalışıyordu. Sanayide çalışan kadınların oranı, bütün işçi ve hizmetlilerin %45,5’ini oluşturuyordu. Yine, yüksek okul mezunu kalifiye elemanların %53’ünü, orta dereceli kalifiye elemanların %66’sını, doktorların %76’sını, tüm sağlık çalışanlarının %91’ini, hukukçuların %31’ini, öğretmenlerin %70’ini kadınlar oluşturuyordu. 1956 yılında devlet idaresinin en üst organlarında kimisi bakan, bakan yardımcısı, kimisi seçilmiş Sovyet başkan veya başkan yardımcısı 4534 kadının bulunması, pratikte devlet idaresinde güçlü kadın kadrolarının nasıl bir gelişme ve ilerleme yaşadığını göstermektedir. 1955/56 yılında yüksek okul ve üniversitelerde öğrenim gören öğrencilerin %50’ye yakını kadındı. Aynı yıllarda SSCB bilimler akademisi çalışanlarının %42,3’ü kadındı. Üniversitelerde öğretim elemanlarının %30’undan fazlasını kadınlar oluşturuyordu. Bütün bunlar, 39 yıl öncesinde kadınların eğitim hakkından neredeyse tamamen yoksun olduğu bir ülkede gerçekleştirildi.
1975’te Birleşmiş Milletlerin 8 Mart’ı “Kadınlar Günü” ilan ettiği deklarasyonda Clara Zetkin’in adının bile geçmemesi tesadüf değildir. Birleşmiş Milletler’in çok öncesinde sosyalistler, devrimciler, işçi kadınlar sınıf savaşımı içinde, kahramanca mücadele ederek kendi 8 Mart’larını yaratmışlardı bile… Bunları yok sayan burjuva ideolojisi, sol görünümlü reformist, feminist anlayışlar da bu gerçeği çok iyi bilmektedirler, ama inkâr ederler. Özellikle son yıllarda feminist hareketin çeşitli varyasyonları ve reformist hareket ve anlayışlar devrimci kadın hareketleri üzerinde hem pratik hem de ideolojik hegemonya kurmuştur. Devrimci, sosyalist kadın hareketlerini kendi düzen içi çizgileri doğrultusunda yönlendirmekte ciddi başarılar elde etmişlerdir. Tarihi çarpıtanların aksine kadınlar, 8 Mart’ı Fransız İhtilali’nde, Paris Komünü’nde, Ekim Devrimi’nde, Çin devriminde, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda faşizme karşı, takip eden süreçlerde Latin Amerika’da, Vietnam’da, Afrika kıtasında, Ortadoğu’da yani dünyanın her köşesinde sınıf mücadelesinde, devrimci ve ulusal mücadelelerde ilmek ilmek ördüler, kadının, insanlığın devrimci tarihini yazdılar. Kadınların kurtuluşunu, toplumsal kurtuluş mücadelesinde görüp Proletarya Partisi saflarında savaşmış ve Halk Savaşı’nın ön saflarında şehit düşmüş yiğit kadınlarımız, yoldaşlarımız Meral, Barbara, Ayfer, Münire, Kamile, Leyla, Perihan, Nergiz, Fehiman, Yıldız, Dilek, Nilüfer, Nurgül, Emel, Mehtap, Sefagül, Nurşen, Gülizar, Fatma, Derya, Hatayi, Gamze, Gül, Esrin, Rosa, Asmin… ülkemiz topraklarında yazmaya devam ettiler 8 Mart’ın tarihini. Bu tarih yazılmaya devam ediyor…
8 Mart’ın anlamı, önemi, onuru bu tarihte yatmaktadır.