İşçi sınıfı ve emekçiler 2022 yılına ekonomik ve sosyal açıdan yaşadıkları hak gasplarına karşı direnişlerle, grevlerle ve çeşitli eylemlerle girdiler. Bir yandan sefaleti kabulü dayatan ücret artışlarına gösterilen tepki, diğer yandan yılın henüz ilk iki ayında gerçekleşen enflasyonla bu ücret zammının gasp edilmesine duyulan öfke işçi ve emekçilerin birçok iş kolunda ve birçok ilde harekete geçmesine neden oldu. Açıklanan enflasyonla ücretlere yapılan zammın sıfırlandığı anlaşılmışken bu kez elektriğe, doğal gaza, temel tüketim maddelerine yapılan zamlarla toplumun hemen tüm kesimleri harekete geçmeye başladı. Pasif protestolardan (fatura asma, yakma vs.) kitlesel eylemlere kadar tepki konmaya başlandı. Memnuniyetsizlik, huzursuzluk ve tepkiyle dolu açıklamalar, yürüyüşler, sloganlar her tarafa yayıldı. Kabullenmeyi reddeden, harekete geçen bir kitlesel duruş canlandı ve bu hareketin duracağına dair bir görüntü de yok! Bu gelişmeye açık, hatta gelişecek bir kitle eğilimidir.
Faşizmin baş edemediği, bunun için bir şansının da olmadığı bu zamlı tarifeler ve buna karşı gelişen işçi ve emekçi hareketliliği seçim bağlamlı bir yoğunlaşmaya da denk geldi. Yani bir yandan özellikle ezilen emekçi kesimler için, ama onlarla sınırla olmayan açık bir yoksullaşma hali diğer yandan ise “seçim”, “ittifaklar”, “görüşmeler”, “yuvarlak masa”, “kilit roller” gibi kavramlarla kotarılan ve “Gitçek mi? Kalcak mı?” tartışmalarıyla soslanmış bir politik gündem söz konusudur.
Bu iki ayrı hareketin elbette ortak alanları vardır; fakat bu iki hareketin farklı potansiyeller taşıdığı da kesin bir gerçekliktir. Ortak alanları dolayısıyla birinci hareketin ikincinin içine kapanması, gerçek özünden kopması, potansiyelini tamamlayamaması bir olasılıktır ve ne yazık ki devrimci hareketin durumundan hareketle bunun güçlü bir olasılık olduğu söylenebilir. Ne var ki bunun gelişecek bir eğilim olduğunu söyleyerek sürecin bir olasılıkla sınırlı olmadığına vurgu yaptığımızı belirtmek istiyoruz. Nereden bakılırsa bakılsın ve özellikle dünyanın birçok ülkesindeki şartlar da göz önüne alındığında derinleşen bir ekonomik bunalıma girildiği ve kitlelerin “kurtuluş arayışı”na girdiği veya gireceği bir dönemin başlamakta olduğu anlaşılmaktadır. Biz de dar bir politik gündeme sıkıştırılmaya çalışılan hareketlilik dünya ölçeğinde “Rusya’nın Ukrayna’yı işgali”ne sıkıştırılıyor! Kitlelerin kurtuluş arayışındaki potansiyel her iki düzeyde gericilerden ibaret egemenlerin yıkımı kesin düzenlerinin duvarları içine hapsediliyor.
Kitlelerdeki potansiyelin farkında olmak devrimci hareketin geleceği bakımından özel önemdedir. Gündeme dair yorumumuzun ekseni bu olmalıdır ve baharın ışıklı günlerine hazırlanmalıyız.
“ÇÖZÜM”LERİ ERTELENMEYE ZORUNLU VAATLER
“Gitçek mi” ile soslanan politik gündemde AKP-MHP bloğu içinde bocalamaktan çok debelenmeye başladığı ekonomik krizin faturasını acımasızca halktan tüm kesimlere keserken, tepkileri yönetmek için de “enflasyonun düşeceği” tarih hakkında spekülasyon yapmaya devam etmektedir. Elektrik faturalarında yeni düzenlemeler için randevular vermekte, kabine toplantılarında çare içermeyen tarifeler düzenlemekte, gıda ürünlerinde KDV oranlarını düşürerek durmayan fiyat artışlarına pansuman yapmaktadır.
Millet İttifakı ise ittifakı genişletme girişimlerini somutlaştırıp, “iyileştirilmiş-güçlendirilmiş parlamenter sistem” üzerinde uzlaşmış 6 liderin pozunu servis ederek halk kitlelerine aslında “gene aynı politikaları ve egemen düzeni” önermektedir; çünkü hiçbir esaslı gündem için somut bir çözüm sunmamaktalar ve sunamayacakları da kesin bir gerçeklik. Demokrasi sorununu sandığa bağlayarak kitlelere “sabır ve sükûnet” telkin etmekte hem ekonomik hem de politik vaatlerle “oy” peşinde operasyonlar organize etmekteler.
Faşist klikler “muhalefet”teyken özgürlükler ve demokrasi sorununu konuştukları, işçi ve emekçilerin sefaletini ve geleceğini tartıştıkları ancak hiçbir zaman bunlara çare üretmek gibi bir dertlerinin olmadığını halkımız bilmektedir. Bunca sefalete ve rezilliğe rağmen “halk için muhalefetin” umut olamamasının nedeni budur.
Bugün de bol bol vaat dillendirildiği, egemen kliğin bu vaatler eşliğinde saldırmaya devam ettiği, muhalif kliğin ise halka sadece “dişini sık” telkininde bulunduğu gerici ve boğucu bir siyasi iklim var. İşçi ve emekçilerin büyüyen öfkesini sistem içinde tutma, onlara sınır çizme ve onları sandıkla umutlandırma odaklı bu yoğunlaşma verili çelişkiler ve daha da boyutlanacak sorunlar duvarına çarpacaktır. Egemenler açısından çözümsüzlük büyük bir girdaptır; emekçiler bu girdabın içine acımasız şekilde itilmektedir. Kitlelerin hareketlenme eğilimi gösterdiği böylesi bir dönemde faşist kliklerin kitleleri kendine yedekleme mücadelesi ve bu temelde gündemi yönlendirme çabasına karşı da mücadele etmeliyiz.
EMEKÇİLER İÇİN POLİTİK İKTİDAR!
Bir önceki sayıda belirttiğimiz gibi kitlelerin canlılık gösterdiği, harekete geçtiği ve bunun bir eğilim olarak yayıldığı, sorunlarının en geniş kesimler tarafından daha açıkça dile getirildiği ve belirlendiği koşullarda devrim propagandasına odaklanmak, bu tür bir propagandanın ekonomik temelde ortaya çıkan hareketi güçlendiren, daha ileriye taşıyan bir niteliği olduğunu kavramak gerekmektedir. Kitlelere sefaletten kurtuluşu sistem içindeki “kamulaştırmalarla”, anayasal reformlarla, “mecliste grup” kuracak güce ulaşmakla, “sol-sosyalist bir ittifak” oluşturmakla, seçimlerde kilit rol edinmekle açıklayan tüm reformistlerle ve buna dayanan boş umutlarla mücadele komünistler açısından önemlidir. Zira bir dizi reformist, hatta devrimci hareket yükselen ekonomik temelli mücadeleyi, özgürlük isteğini, demokrasi talebini gerçek kurtuluşa ve işçi sınıfının politik iktidar mücadelesine yönlendirmeye değil “tek adamı”, “şefi” indirmeye, ne pahasına olursa olsun şimdiki iktidar bloğunu sandıkta yenmeye kilitleyen bir ele alışa sahiptir. Doğal olarak kitlelerin yoğunlaşan çelişkilerini ve yarattığı canlılığı bu politik tutumla doğru yönlendirmediği gibi ondaki potansiyeli bozuyor, reform yoluna sokup akamete sürüklüyor.
Devrimci görev ve sorumluluk kitlelerin devrimci propagandaya daha fazla açık olduğunu göstermek ve kitlelerin daha da ilerleyebileceği gerçeğini güçlü kavrayış haline getirmektir. Bu kavrayışla devrimci çalışmalara yoğunlaşmak, kitlelerin yükselme eğilimi gösteren mücadelelerinin içine daha güçlü ve bilinçli şekilde girmek, onlardan öğrenmek, hareketi çok yönlü ve ilerletecek şekilde beslemek, güçlendirmek gerekmektedir.
8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ’NÜ KARŞILARKEN
İşçi direnişlerinin ve grevlerinin büyük olanaklar sunan özelliğinin ve sınıf ayrımlarını belirginleştiren özünün daha güçlü bir bilinci ve kavrayışı geliştirme kabiliyeti de vardır.
Tam da 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün yaklaştığı, çalışmaların bugüne yoğunlaştığı periyotta kadın kimliğine yönelik erkek egemen saldırganlığıyla ve iş hayatında kadınlar için nasıl azgın bir sömürü, nasıl ekstra bir zulüm yaşandığını apaçık gösteren bir tablo da söz konusudur. Kadının özgürlük mücadelesinin sınıfsal karakterini, niteliğini belirgin kılan Farplas direnişinde kadın patronla kadın emekçilerin karşıt kutuplarda açık mücadelesi görülmüştür. Farplas patronu Ahu Büyükkuşoğlu Serter kadın kimliği ile “başarı” hikayesi olan, “kadının iş dünyasında güçlenmesine” eşsiz “katkılar” sunan, “ödüllere” boğulan ve “kadın potansiyelinin” adeta kâşifi bir figürdür. Üzerinde topladığı bu “ezilen cins kimliği” etiketiyle Farplas’ı kadınlar için adeta bir çalışma kampına çevirmekten geri durmamıştır. Bu başarılı iş kadını çocuklu çalışan kadınlar için kreşi çok gören, kadınların regl dönemlerinde mesai saatleri içinde tuvalet ihtiyaçlarını “kârdan” çalınmış zaman sayan, kadınların sancıları için gerekli olan ilaçları “gereksiz gider kalemi” olarak mahkûm eden, hamile kadınlara zorunlu mesai dayatan, kadın işçilere yapılan tacizin üstünü örten, kadına şiddeti erkek tanıklığı ve beyanıyla kapatan bir patrondur. Farplas direnişi kadınların sınıfsal kimliğinin kadın özgürlük mücadelesi için ne kadar belirleyici olduğunu, azgın sömürü çarkı içinde bir kadın patron tarafından kadın kimliğinin de nasıl parçalanıp ayaklar altına alındığını göstermesi açısından çarpıcıdır.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü sadece ve esasta cinsiyete dayalı bir baskı ilişkisini değil, daha önemli ve belirleyici olarak sınıf ayrımına dayalı özü ve yapısı öne çıkarılarak kutlanmalıdır. Bu öz ve nitelik kavranmadığı sürece, kadınların gerçek kurtuluşunun gerçekleşmeyeceği, erkek egemen sistemin sınıf ayrımına dayalı karakterinin üstünün örtülerek korunacağı unutulmamalıdır. Bu sınıf ayrımlarını silikleştiren yaklaşımların yine kadın eliyle erkek egemen sistem lehine kadını köleleştirmesinin yeniden üretileceği bilincine varılmalıdır.
“Kitlelerin hareketi, örgütlü düzeyi, bilinci devrimi anlatmak için uygun değil, devrimci propaganda ve çalışma değil ekonomik iyileştirmeler gündemde” diyen tüm yaklaşımları elimizin tersiyle itmeliyiz. Bu kitlelerin gerçek ihtiyacına, onların değişen ve değiştirici gücüne, onları kurtuluşa götürecek olan yola güvensizlik yaşayan ve bunu yayanların sorunudur. Komünistler devrim için, onu geliştirmek için gerçek kurtuluşu ısrarla propaganda etmek ve örgütlemekle yükümlüdür. Unutmayalım ki “Devrimin olup olmayacağı yalnızca bize bağlı değildir. Fakat biz elimizden geleni yapacağız ve hiçbir şey bunu olmamış saydıramayacaktır.” (Lenin)