1 Şubat Salı günü Türk savaş uçakları Rojava’da Derîk, Irak Kürdistanı’nda Şengal dağı, Serdeşt Kampı, Gelîye Kersê, Şilo, Çilmêra ve Barê bölgeleriyle Maxmur Mülteci Kampı’na yönelik eş zamanlı hava saldırıları gerçekleştirdi. Saldırılarda 7 kişi katledilirken onlarcası yaralandı. Türk devleti bu saldırıları aynı bölgelerde sistematik olarak sürdürüyor. Bu bölgelerde elde edilen ulusal kazanımlar esas olarak faşizmin saldırılarının ana gerekçesini oluşturuyor.
Gerçekleşen saldırılar Hasekê’deki DAİŞ saldırılarının hemen akabinde meydana geldi. Bu bağlamda TC’nin ve bölgedeki gerici odakların Kürt ulusal mücadelesine ve kazanımlarına saldırıda bir ortaklaşma yakaladığını söyleyebiliriz. Faşist diktatörlüğün Kürt ulusal mücadelesine saldırıları, ekonomik ve siyasi krizinin yoğunlaştığı dönemlerde “taze kan” olarak işlev görüyor. Saldırıları şovenizm kampanyalarıyla besleyen AKP-MHP faşist bloğu, “terör umacası” ve hamasi söylemlerle bu süreçleri diri tutmaya dönük hesaplar yapıyor. Toplumsal desteği azalan, açlık ve yoksulluk içerisinde sarsılan kitleler nezdinde meşruluğu ağır bir sorgulanmaya tabi tutulan AKP-MHP faşist bloğunun Kürt ulusal mücadelesine saldırılarını tam bu bütünlük içerisinde değerlendirdiğimizde şovenizm ile kitleleri faşizm diktatörlüğün saflarında birleştirmeye dönük olduğunu görüyoruz.
Bahse konu saldırılar zaman zaman işgal halini alarak, de facto olarak TC’nin Rojava ve Başur’da konumlanmasını sağladı. Kuşkusuz bu saldırılar, saldırıların gerçekleştiği bölgeleri değerlendirdiğimizde Türk devletinin bağımsız olarak ilerlettiği, geliştirdiği süreçler değildir. TC, emperyalizme göbekten bağımlı onun ekonomik, siyasi, askeri olarak onun belirlediği sınırlarla hareket eden bir devlettir. Bu bağlamda saldırılar emperyalist güçlerden alınan destek ve uyumla hayata geçirildi. Emperyalist güçlerin bu saldırılardaki desteğini anlamak için ulusal mesele ile bağlamını kavramak gerekmektedir.
Kürt Ulusal Hareketi’nin saldırılara karşı yaptığı açıklamalarda geçmişe nazaran daha güçlü “uluslararası güçler” vurgularını görüyoruz. Saldırılarla ilgili açıklama yapan KCK, Türk devletinin bu saldırılarına ortak olanların ise en başta da DAİŞ’e karşı koalisyon kuran ülkeler ve Rusya olduğu belirterek Rojava’nın hava sahasının ABD ve Rusya’nın; Şengal ve Maxmur’un ise ABD’nin kontrolünde olduğu belirtti. “ABD başta olmak üzere koalisyon güçleri, DAİŞ’e karşı direnen Rojava, Şengal ve Maxmur halkı ve özsavunma güçlerine saldıran DAIŞ’in bir numaralı ortağı ve müttefiki Türk savaş uçaklarına izin vermektedir. Rojava, Şengal ve Maxmur’a yönelik saldırılarda şimdiye kadar birçok katliam gerçekleştirilmiştir. ABD, Rusya ve tüm koalisyon güçlerinin sessiz kalmaları ve bir tutum koymamaları bu saldırılara ve cinayetlere ortak olmaktır. Artık bu tutum tam bir siyasi ahlaksızlık olmaktadır. Türk devleti DAİŞ’e karşı direnen Rojava, Maxmur ve Şengal halkına saldırırken; DAİŞ karşıtı olduğunu söyleyenlerin sessiz kalmaları siyasi ahlaksızlık tarihine en açık örnekler olarak geçecektir. Bu güçlere siz DAİŞ’e karşı savaşanların mı, yoksa DAİŞ’in ve müttefiklerinin yanında mısınız diye sorarlar” ifadelerinin yer aldığı açıklama her ne kadar emperyalist güçlerin saldırılarla ilişkisini ortaya koymaya çalışsa da sorunlu ifadeler ve yaklaşımlar öne çıkıyor. Bu ifadeler en genel anlamıyla Kürt Ulusal Hareketi’nin emperyalizmi bütünlüklü değerlendirmediğini, emperyalizmin içerisinde olduğumuz çağ içerisindeki yerini ve bu bağlamda şekillenen ulusal meseleyi yüzeysel ve oldukça “sorunlu” kavradığını gösteriyor.
Lenin’in “Kapitalizm’in en üst aşaması” olarak nitelediği emperyalizm; gelişim seyri içerisinde, dünyanın her bir parçasını emperyalist zincirin bir halkası haline getirmiştir. Emperyalizmin günümüzde, ekonomik, siyasi, kültürel, ideolojik ve askeri olarak temas etmediği, etkilemediği hiçbir olgu, mesele ve süreç yoktur. Ulusal mesele, Kaypakkaya yoldaşın “eski türden ulusal sorunlar” olarak işaret ettiği “rekabetçi kapitalizm”den özellikler barındırmakla beraber “Emperyalizm ve Proleter Devrimler Çağı”nda özgün bir biçim almıştır. Bu da artık ulusal meselenin emperyalizmden kaynaklı bir “dış sorun” olmasına neden olmuştur. Emperyalizmin ekonomik sömürüsünün ve mali gücünün geldiği aşama bu sömürü çarkından bağımsız hiçbir olgunun kendisini gerçekleştiremeyeceği gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla ezilen ulusların önünde iki yol vardır. Birincisi devrimci temelde bir ulusal mücadeleyi sosyalist devrim yolunda ilerletmek (zincirin zayıf halkaları denilen yarı feodal, yarı sömürge ülkelerde bu Yeni Demokratik Devrim’dir) ikincisi ise zincirin halkası haline gelmek yani emperyalizme bağımlı burjuva devletler kurmak. Kürt ulusal mücadelesinin programı ve niteliği birinci yolu dışlamaktadır. KUH, uzun bir süredir sürdürdüğü barış ve uzlaşma anlayışı ile ulusal sorunu devrimci temelde çözme noktasından oldukça uzak reformcu bir pozisyon almaktadır.
Bahse konu saldırılar özgülünde KCK’nin açıklaması emperyalizmi kavrayışındaki sorunlu yaklaşımını da içeriyor. En başta emperyalizmi bütünlüklü ele almaksızın NATO, Koalisyon, ABD vs. biçiminde bir değerlendirme söz konusudur. Emperyalizm, çürümüş kapitalizm olduğu için çürümeye mahkûmdur bu ona içkin olduğu gibi rekabet de yine onun doğasında vardır. Emperyalist rekabet bu güçler arasında blokların oluşmasını sağlamakla beraber bu güçler sınıf çıkarları gereği uzlaşırlar son kertede birlikte hareket ederler. Emperyalist rekabet sonucu oluşan bloklaşma ulusal meselede ezen ulus devleti destekleme politikası olarak ortaklaşır.
Kürt ulusal mücadelesi ve onun örgütlü güçlerinin emperyalistler arası çelişkileri değerlendirerek özellikle Rojava özgülünde aldığı pozisyon; Efrin’de, Mınbiç, Serêkaniyê ve Girê Sıpî’de TC’nin işgali ile kuşa dönmüştür. Burada gerçekleşen işgal saldırıları, emperyalizme bağımlı Türk devletinin emperyalist güçlerle yakaladığı konsensüsün sonucudur. Kürt Ulusal Hareketi buradaki uzlaşıyı görmeksizin emperyalist güçlerle tehlikeli sonuçlara varabilecek ilişkiyi sürdürüyor. Bu ilişkinin bir sonucu olarak da emperyalist güçleri “siyasi ahlak”a davet ediyor. Bu hayırhah davetin emperyalizm açısından çıktısı Kürt ulusal mücadelesine dönük TC saldırganlığını askeri, ekonomik ve siyasi olarak desteklemek olmuştur. Mesele hava sahasını açmaktan öte Kürt kazanımlarını boğacak tüm hamlelerin emperyalist güçlerce desteklenmesidir.
KCK açıklamasında TC’yi DAİŞ müttefiki yaparak ABD’yi DAİŞ ile mücadele eden QSD güçlerinin yanında pozisyon almaya çağırıyor. ABD emperyalizmi her fırsatta TC ile stratejik bir müttefik olduklarını vurgularken KCK’nin bu gerçekliği göz ardı ederek yaptığı çağrının emperyalizm ve ona bağımlı devletler nezdinde karşılığı yoktur. ABD emperyalizminin Rojava’da Kürt ulusal mücadelesi ile kurduğu ilişki Irak Kürdistanı’nda olduğu gibi emperyalist sömürü zincirinin parçası haline getirecek bir politikayı içermektedir.
Emperyalizmin egemen ulus devletinin siyasal-ekonomik çıkarlarını gözeten tutumu aynı zamanda onun pazar iştahının da bir sonucudur. Bu noktada Kürt Ulusal Hareketi’nin emperyalizmin ve yerli gerici uşaklarının siyasal gericiliğine ve bu niteliklerine karşın ulusal sorunu “uzlaşma” ve “barışçıl” yollarla çözemeyeceği açıktır. Emperyalizme ve onun uşak devletlerinin sınıfsal niteliğine ve siyasal gerçekliğine baktığımız zaman bunun emperyalizm gerçekliğinde ütopik olduğu açıktır. Bu bağlamda inkâr edilen, ulusal-kolektif hakları gasp edilen Kürt ulusuna gerçek kurtuluşu getirecek çizgi, emperyalizmden “siyasal ahlak” bekleyen, emperyalist bloklar arası çelişkilerden faydalanmaya çalışan “uzlaşmacı” çizgi değil bağımsız bir çizgi ve kitlelerin öz gücüne dayanan devrimci bir ulusal mücadele çizgisidir.