HABER MERKEZİ- Pandemi döneminin daha ileri aşamalara evrilmesi eğitim kurumlarının, bu kurumlar özelinde de liselerin kapatılması ile sonuçlandı. Zaten halk gençliğini geliştirmek adına vasfı olmayan eğitim sistemi; yüz yüze eğitime ara verilmesi ile birlikte daha niteliksiz ve yoksul halk gençliği için ulaşılmaz hale geldi. Piyasalaşmış ve tamamen paralı hale gelmiş eğitim sisteminin öğrenci gençliğin taleplerine ve sorunlarına çözüm üretememesi, geleceksizlik ile kuşatılmış gençlerin çelişkilerini daha da derinleştirmiş ve gençler bu durumu internet üzerinden gündem yaratarak teşhir etmişti.
YÜZ YÜZE EĞİTİM, YÜZ YÜZE SORUNLAR!
Çözümsüzlükler içerisinde debelenen uzaktan eğitim, liselilerin eğitime erişememesi ile devam ederken 2021 Eylül ayı itibariyle yüz yüze eğitime geçilmesi eğitimde yeni bir sürecin başlangıcı oldu. Sistem yarattığı eğitime krizine karşı yüz yüze eğitimin başlatılmasını çözüm olarak görmüş, pandemi sürecinin devam etmesini ve git gide artan vakaları hiçe sayarak önlem almaksızın liseli gençliği kalabalık sınıflara tıkmıştır. Sağlık önlemlerinin alınmadığı ve sayıları 40-50’ye kadar çıkan sınıflar içerisinde “eğitim” görmeye devam eden liseli gençlik süreçten de nasibini almıştır, dönem boyunca yüzlerce sınıf ve okul karantinaya alınmıştır.
Pandemi koşulları gençlik ve halk içerisinde ekonomik olarak daha zorlu bir döneme kapı açarken özellikle liselerde ve özelleştirilmiş kantinlerde yiyecek-içecek fiyatlarının artışı, uzun ders saatleri itibariyle gününün önemli saatlerini okulda geçiren gençlik için yemek alınamamasına ve hatta okul saatleri içerisinde aç kalınmasına sebep olmuştur. Ülke gündeminden bağımsız olmayan, bir gelenek haline gelmiş olan zam saldırısı liselerde de kantin fiyatlarının artması ile somutlanmıştır.
SÖMÜRÜNÜN “EĞİTİM” KILIFLI HALİ: MESLEK LİSELERİ
Liselerde birçok sorun ve çelişki baş gösterirken meslek liseleri içerisinde daha farklı sermaye politikaları izlenmektedir. Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer yaptığı açıklamada meslek liselerinin yılın ilk 10 ayında ekonomiye katkısının 540 milyon lira olduğunu açıkladı. Türkiye’de meslek liselerindeki staj sömürüsünün varlığını açıkça gösteren bu resmî açıklamalar da göstermektedir ki iktidar bu sömürü biçimine meşruluk kazandırma çabası içerisindedir. Adeta ticarethaneye çevrilmiş okullarda lise gençliği ucuz işgücü ve sömürü aygıtı olarak görülüyor. Zaten paralı olan eğitim sistemi ile kasalar doldurulurken bununla da yetinilmeyip devlet okullarından sermayeye pay yaratılmaya çalışılıyor. Buradan gelen paralar bir avuç asalağın elinde toplanırken bu ortam içerisinde liselilerin okuyup “geleceğini” kazanması bekleniyor.
SİSTEME YEDEKLEME APARATI OLARAK MÜFREDAT
Türk-İslam sentezli eğitim müfredatı, şovenizm zehrine bulanmış gençler yaratma hedefiyle içeriklendirilmiş bilinçli bir politikanın ürünüdür. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 4-6 yaş grubu Kuran kurslarının okul öncesi zorunlu eğitimden sayılmasına ilişkin hazırlanan öneri 20. Milli Eğitim Şurası’nda kabul edildi. Bunun yanında 5 yaş okullaşma oranının yüzde 100’e ulaşması için okul öncesi eğitimin zorunlu ve ücretsiz olması önerisi ise kabul edilmedi. Türk-İslam sentezli eğitim müfredatı artık ilkokul, ortaokul, lise ve üniversiteyi de aşarak okul öncesine kadar ulaşmış oldu. Bu müfredat ile hâkim sınıflar kendi sınıf çıkarlarına göre; düşünmeyen, sorgulamayan, ezberci ve resmî ideolojiye temelden bağlı bir nesil yaratma hedefi ile hareket etmektedirler.
“Makbul kadın” yaratma, erkek egemenliğini yeniden üretme merkezleri olarak da karşımıza çıkan liselerde devlet, cinsiyetçi eğitim politikaları ile genç kadınları da kendi ahlaki yapılanmasına uygun olarak yetiştirmeyi görev edinmiştir. Öyle ki bu görevler özellikle liseler içerisinde “öğretmenler” ve idare tarafından sırtlanılmıştır. Genç kadınların gülüşü, kıyafeti, konuşması, arkadaşları sistem bekçileri tarafından saldırı altındadır. Anne-babaya şikâyet etme, okuldan atma tehditleri ile genç kadınların özgürlükleri kısıtlanmaktadır. Devlet bu politikalarını taçlandırarak genç kadınları toplumsal cinsiyet rollerinin dışına çıkmadan, cinsiyete dayalı meslek seçimlerine itmektedir. Ev emekçiliği, hemşirelik, anaokulu öğretmenliği gibi sistemin kadınlar için “daha uygun” gördüğü mesleklere yönlendirme ve sistemin devamlılığını koruma gayreti içerisindedirler.
Bunların dışında liselerde verilen eğitim, sadece kafa emeği üzerinden geliştiği ve ezbere dayalı olduğu için verilen dersler sınavlara kadar süren, sınavdan sonra unutulan gereksiz bilgi yığını olarak görülüyor. İlkokuldan itibaren yabancı dil dersi görülürken lise son sınıfta dahi A1 düzeyinde yabancı dil dersi görülmesi ve buna rağmen “başarısız” olunması bunun kanıtlarındandır. Bu da eğitim sisteminin, kavratmada yetersiz olan ezberci eğitim anlayışının sonucudur. Aynı zamanda bir liselinin kendi alanında kol ve kafa emeğini aynı anda yürütüp geliştirebileceği bir eğitim sisteminin olmayışı okuduğu alanla alakasız binlerce liseliyi de karşımıza çıkarıyor.
TOPLUMSAL KURTULUŞ YERİNE BİREYCİLİK KUTSANIYOR
Pandeminin yönetilememesi, krizin faturasının halka kesilmesi ve son dönemde tartışmaların konusu olan döviz artışı liseli gençlikte sisteme yönelik güvensizlik daha da büyümektedir. Zaten ezberci, gerici eğitim anlayışı içerisinde sınav stresinin ve geleceksizliğin sarmalında bulunan lise gençliği mevcut politik durum içerisinde, muhalif bir karakteristik özellik kazanmıştır.
Egemen sınıflar, sömürü politikalarını ve var olan gerici sistemi devam ettirebilmek için gençliği kazanmaya çalışırken ne gençlik içerisinde ne de özel olarak liseliler içerisinde kendi meşruiyetini yaratamamıştır. “Z kuşağı” olarak tanımlanan bu kuşak sistem açısından bir sorun haline gelmiştir. Sistemin ekonomik-politik çıkmazlarını fark edebilmiş kimi liseliler ise bu sorunlara karşı; gereksiz zaman kaybı olarak gördüğü okulu bırakarak meslek sahibi olmayı, polis-bekçi olarak daha kolay bir şekilde hayat kurmayı ya da yine yaygın bir şekilde görüldüğü gibi emperyalist-kapitalist ülkelere “kaçma”yı hedeflemektedir. Ancak açık ki toplumsal kurtuluş bilincinden oldukça uzak olan bu bireyci planlar, halk gençliğinin ve özelde de liselilerin sorunlarını çözmeyecektir.
BİLİNDİK BİR SİSTEM POLİTİKASI OLARAK YOZLAŞTIRMA SALDIRISI
Yine eğitimin niteliksizliği ve geleceksizliğe sürüklenmekten kaynaklı birçok liseli genç, kolay yoldan para kazanma adına çetecilik faaliyetlerine girebiliyor. Bu arayışlar özellikle emekçi, yoksul semtlerde görülüyor ve bizzat sistem tarafından liseli gençliğe dayatılıyor. Devlet, yaptığı girişimler ile bu kültüre sevk edemediği gençlere yarattığı ve destek olduğu diziler ve müzik kültürüyle de ulaşmaya çalışıyor ve bu girişim özellikle liseli gençler içerisinde büyük etki yaratıyor. Uyuşturucu kullanımı hâkim sınıf temsilcilerinin yalanlarına karşın liselerde oldukça yoğun. Sistem emekçi yoksul mahallelerde zihinleri ve bedenleri uyuşturarak, yozlaştırarak kendisine daha az zarar verecek bir gençlik kuşağı yaratmaya çalışıyor. Çünkü yozlaşmış, çetelerin ağına takılarak kolay yoldan para kazanmanın hesabını yapan bir gencin gelecek sorunu ve sistemle çelişkisi çarpıtılmış, ehlileştirilmiş olur. Bu yüzden mafyacılığı en üst düzeyde örgütlemiş bu gerici burjuva-feodal düzenin halk gençliğine ve özelde de lise gençliğine çeteciliği, uyuşturucuyu dayatması tesadüf değildir.
LİSELERDE İSYAN BİRİKİYOR!
Öğrenciler, yetenek ve işlevine göre okullara, mesleklere yönlendirilmediği, birbiriyle yarış içerisinde olup sıra arkadaşlarını elediği, üniversiteye yerleşse dahi sonrasında işsiz kalma ihtimali ile hareket ettiği, sınavdan sınava koşup bunun stresi ile yıllarını geçirdiği bir lise ve eğitim süreci içerisindedir. Liselilerin; devletin sunduğu olanakları bir çözüm olarak görmeyip daha farklı arayışlar içerisine girmesi elbette ki beklenen bir sonuçtur ancak bunun sorunu çözmeye yönelik olabilmesi için daha ileri ve mücadeleye dayalı bir bilince evrilmesi gerekmektedir.
Sömürü düzeni sürerken geleceğin işçisi, sömürüleni olarak görülen liselilerin bu düzene karşı en insani ve demokratik haklarını savunmaları, bu haklarını lise içerisine taşımaları okul idareleri ve okul içerisinde görev yapan polisler tarafından engellenebilmektedir. Sorgulamaktan uzak, cinsiyetçi, anti-bilimsel eğitim anlayışı, lise gençliğini yozlaştırmak ve apolitikleştirmek için kullanılırken akıntıya karşı yüzen gençler de okuldan atma, uzaklaştırma gibi cezalarla engellenmeye çalışılıyor. Ancak güneşin balçıkla sıvanamayacağı gerçeği gibi liselerde de sistemin bu saldırıları ve ablukasına karşı ciddi düzeyde bir tepki politikleşerek büyüyor.
Egemenler bunun dışında, ideolojik saldırılarını daha da boyutlandırarak faşist, gerici yapılanmaları okullara sokup gençlerle iletişime geçmelerine, stant vs. gibi çeşitli propaganda çalışmalarına olanak sağlıyor ve bu yolla bilinç bulanıklığı yaratmaya çalışıyor. “Siyaset yasak!” ifadelerinin ısrarla tekrarlandığı okullarda faşist örgütlenmeler rahatlıkla varlık gösterirken, en demokratik öğrenci toplulukları dahi yasaklanıyor. Yaşadığı çelişkileri örgütlü bilince çevirmek isteyen liseliler bu şekilde de baskı ve kontrol altında tutulmaya çalışıyor. Ancak sistemin sindirmeye çalıştığı, umutsuzluğu yaydığı bu ortamda tepkisini dile getiren liseliler de gün geçtikçe artıyor.
Sistem krizler içerisinde debelenirken bunun bedelini işçilere, köylülere, halk gençliğine ödetmeye çalışmaktadır. Korku, kaygı yaratıp baskı altına almaya çalışarak ve aynı zamanda liselerde dayattığı eğitim müfredatı ile sistemi sorgulamayan, üretemeyen bir halk gençliği yaratılmak isteniyor. Çünkü sömürü düzeninin devam için bu gerekiyor. Diğer yandan gençliğin farklı arayışlar içerisine girmesine de olanak yaratarak onu bireyi ve bireyciliği kutsayan burjuva ideolojiyle esir almaya çalışıyor. Bu durumda biz liseli gençliğe düşen görev ise sistemin eğitim politikalarına karşı tepkimizi ve isyanımızı örgütlemektir. Bunu Demokratik Halk Liseleri mücadelesi ile birleştirdiğimiz oranda eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim hakkını kazanabilir geleceği bu bilinçle inşa edebiliriz.