Emperyalist-kapitalist sistemin uzun bir dönemdir içinde bulunduğu kriz derinleşerek hareketini sürdürmektedir. Krizin temel eksenini ise pazar paylaşımı sorununun nasıl şekil alacağı oluşturmaktadır. Emperyalist-kapitalist sistemin pazar sorunu yeni biçimler alarak devam ederken emperyalistler arası dalaş da dünyanın dört bir yanında ağır ekonomik kriz, savaşlar ve savaşların yarattığı sonuçlar olarak yansımaktadır. Doğu Avrupa’da yaşanan gelişmeler de bu yansımalardan biri olarak görülmelidir. Emperyalistler açısından paylaşılmış pazarların yeniden paylaşılması ya da bir emperyalist gücün hâkim olduğu pazara başka bir emperyalist gücün hâkim olma arzusunu da içeren bu gelişmeler sistemin niteliğini ve gelecekte dünya halklarına neleri dayatacağını ortaya koymaktadır. Pazar paylaşımı sorununun bir ayağını pazara açılan yolların tutulması yani bu hatta kimin hakim olacağı çelişkisini de içermektedir. Bu açıdan sömürge, yarı-sömürge ve yarı- feodal ülkelerde emperyalist güçlerin egemenlik ilişkilerini nasıl sürdüreceği sorununun bu döneme etkilerini, sonuçlarını ve gelişimini incelemek, analiz etmek ve öngörülerde bulunmak özel bir öneme sahip nitelik kazanmaktadır. Bununla birlikte tablo emperyalist-kapitalist istemin nasıl bir kriz içinde bulunduğunu ve dünya halklarını bekleyen gerçeği gösteriyor. Krizin kaçınılmaz bir sonucu ve aynı zamanda görüngüsü olarak emperyalistler arası egemenlik mücadelesi de her geçen gün daha da sertleşerek, halka çok daha ağır bedeller ödeterek ilerliyor. Bir yanda ABD/AB öteki yanda Rusya ve Çin blokları dünyanın dört bir yanında keskin bir mücadeleye tutuşmuş durumdalar. Ortadoğu’da emperyalistler arası dalaş yeni boyutlar alarak ilerlerken bu mücadelenin son dönemde başta gelen merkezlerinden biri de Doğu Avrupa’dır. NATO cephesi ile Rusya bu yıl içerisinde bölgede Ukrayna ve Karadeniz üzerinden karşı karşıya gelmiş ve gerginlik tarafların karşılıklı savaş tehditleri savurmasına neden olacak kadar tırmanmıştı. Daha bu gerginlik dinmemişken bölgede Rusya’nın müttefiki Belarus ile NATO ve AB üyeleri Polonya ve Baltık ülkeleri (Estonya, Litvanya, Letonya) arasında, göçmenler üzerinden yeni bir gerginlik patlak verdi. Avrupa’ya ulaşabilmek umuduyla Belarus’a hava yolu ve sayıları iki ila dört bin arasında değişen Ortadoğulu göçmen-mültecilerin Belarus devletinin önlerini açmasıyla Polonya sınırına yığılması krizin fitilini ateşledi. Polonya devleti bir yandan göçmenlere her türlü zulmü uygulayıp içeri almazken diğer taraftan Belarus ve Rusya’yı hedef alan, suçlayan açıklamalar yapmaktadır. AB ve ABD’de Polonya’ya desteklerini sunarak “krize” dahil olmakta gecikmediler. Polonya ve Belarus’un sınıra karşılıklı asker yığması nedeniyle gerilimin her an askeri bir çatışmaya dönüşmesi ihtimali ise gerçekliğini koruyor. Kuşkusuz bu kriz her ne kadar bölge devletleri yani esas olarak Belarus ve Polonya arasında yaşanan bir kriz gibi görünse de esasında ABD, AB ve bir yanıyla NATO ile Rusya arasında şiddetlenen rekabetin Doğu Avrupa’daki yansıması olarak dünya pazarına kimin nasıl hakim olacağı yarışının doğrudan bir parçası olarak okunmalıdır.
Öncelikle bugünkü krizi anlamlandırabilmek için bazı hatırlatmalar yapmamız gerekir. Bilindiği üzere ABD’nin küresel hegemonyası 2008 yılında patlak veren mali krizin ardından hızlı bir gerileme yaşamaya başlamıştır. ABD emperyalizmi güç kaybederken rakipleri Rusya ve Çin etki alanlarını her geçen gün genişletmektedir. Önümüzdeki sürece damgasını vuran da bu genişleme durumunun sonuçları etrafında gelişecektir. Özellikle Çin, ekonomik alanda yaptığı atakla dünyanın dört bir yanında ABD’nin karşısına güçlü bir rakip olarak çıkmaktadır. Rusya ise askeri ve siyasi manevralarla Doğu Avrupa, Kafkaslar, Orta Asya ve Ortadoğu’da belirleyici bir aktör haline gelmiştir. Özcesi bu iki emperyalist güç kazandıkça ABD’nin küresel egemenliği de erimektedir. Bu gerilemeye çare olarak ABD, özellikle Biden’ın başa geçişinin ardından Rusya ve Çin’i odağına alan bir strateji uygulamaya başlamıştır. Bu yeni dönemde ABD, Rusya ve Çin’i çevreleyerek bu emperyalistlerin etki alanlarını genişletmesini önlemeye çalışmaktadır. Bu doğrultuda Çin’e karşı Asya-Pasifik, Rusya’ya karşı ise Doğu Avrupa’yı ana cepheler olarak ilan etmiş durumdadır. Biden’la birlikte ABD, Rusya üzerindeki esas baskıyı Doğu Avrupa üzerinden kurmaya çalışmaktadır. Askeri güçlerini bölgeye yığıp Baltıklardan Karadeniz’e ve hatta Yunanistan’a-Ege’ye kadar sağlam bir hat örerek Rusya’nın yayılmasını önlemeye, hatta Rusya’yı bölgede tamamen devre dışı bırakmayı hedeflemektedir. ABD, AB’li emperyalistleri de NATO kanlıyla bu stratejiye eklemlemeye büyük önem vermektedir. Almanya ve Fransa’yı, Rusya’ya karşı cephe almaları için baskı altına almaktan da geri durmamaktadır. Diğer taraftan ABD, RSE’nin (Rus Sosyal Emperyalizm) dağıldığı süreçte NATO üyesi yaptığı Polonya ve Baltık ülkelerini de Rusya’ya karşı bölgedeki temel dayanakları haline getirmeye çalışmaktadır. Rusya ile sınır komşusu olan bu devletler, tarihsel olarak da düşman olarak gördükleri Rus emperyalizminin güçlenmesinden ve yayılmasından büyük bir korku duymaktadır. Polonya ve Baltık ülkeleri, çarlık döneminde yüz yıllar boyunca Rus boyunduruğu altında yaşamak zorunda kalmışlardı. Bugün Rusya’nın bölgede yeniden hâkim güç olması halinde benzer bir sonucun ortaya çıkmasından endişelenmektedirler. Bu korku ve endişe Polonya ve Baltık ülkelerini ABD’ye her anlamda teslim olmaya itmiştir. Bu devletler ABD’nin bölgedeki “gönüllü fedaisi” haline gelmişlerdir. Rusya’ya karşı bölgede örülen her türlü faaliyete büyük bir hevesle dahil olmaktadırlar. Öyle ki Polonya devleti, ABD’ye ülkesinde Rusya’ya karşı yeni üsler açması için para dahi teklif edebilmektedir.
ABD, Biden’ın başkan seçilmesinin ardından, bu müttefikleri ve uşaklarını da NATO vasıtası ile arkasına alarak Rusya’ya karşı birçok adım atmıştır. En başta Ortadoğu ve Afganistan gibi alanlardan çektiği askerlerini bölgeye yığmaya ve yeni üsler açmaya başlamıştır. Karadeniz’de ise donanmasının görünürlüğünü arttırmaktadır. Üstelik bölgede hemen her ay uşakları ile beraber Rusya’yı hedef alan tatbikatlar düzenlemektedir. Bununla da yetinmeyen ABD, Ukrayna’yı Rusya’ya karşı kışkırtmaktan geri durmamaktadır. Biden yönetimi Ukrayna’yı, Rusya destekli güçlerin kontrolünde olan Donbass bölgesini askeri güç kullanarak geri almaya teşvik etmektedir. Nitekim geçtiğimiz aylarda Ukrayna Donbass’a girmek üzere hazırlık yapmış ancak Rusya’nın sınıra asker yığması nedeniyle geri adım atmak zorunda kalmıştı. Yine son dönemde ABD, AB ile birlikte, Rusya’nın bölgedeki tek müttefiki olarak kalan Belarus’taki Lukaşenko rejimini devirmek adına büyük çaba sarf etmektedir. Nitekim geçtiğimiz aylarda Lukaşenko’nun kazandığı seçimi, ABD ve AB tanımamış, rejime karşı ayaklanan ve halkı da peşine takan burjuva muhalefete de her türlü desteği sunmuşlardı. Ancak ayaklanma Rusya’nın müdahalesiyle bastırılınca, ABD-AB Lukaşenko’yu devirme çabalarını ekonomik ve siyasi yaptırımlar-ambargolar uygulayarak sürdürmüşlerdir.
Rusya, ABD ve AB’nin bölgedeki varlığından ve bu güçlerin son dönemde kendisine karşı faaliyetlerini yoğunlaştırmasından büyük bir rahatsızlık duymaktadır. Zira Rusya, tarihsel olarak da güçlü bağlarının bulunduğu D. Avrupa’yı her daim kendi arka bahçesi olarak görmektedir. Bu bölgede, ABD’nin var olması ve güç kazanması Rusya açısından yaşamsal bir tehdit olarak sayılmaktadır. Çünkü Rus emperyalizmi, bölgede ABD’nin tam hakimiyet kurması halinde yayılmacı emellerinin suya düşeceğinin ve batıya-Avrupa’ya doğru genişlemesinin de imkânsız hale geleceğinin farkındadır. Doğu Avrupa’yı kaybetmek, Rusya’nın Avrupa ile bağlantısının kesilmesi, Rus ekonomisi açısından büyük bir öneme sahip olan enerji sevkiyatı güzergahlarının da ABD denetimi altına girmesi anlamına gelecektir. Dahası sınır komşusu olduğu bu bölgede NATO ve ABD varlığının artması, Rusya tarafından kendi iç güvenliğine yönelik de hayati bir risk olarak görülmektedir. Karşılıklı blöfler şantaj ve tehditlerle başlayan süreç tüm bu faktörler nedeniyle Rusya, ABD ve AB’nin bölgede attığı adımlara karşı oldukça agresif cevaplar vermekten geri durmadıkları bir düzeye varmıştır. Örneğin ABD’nin Ukrayna’yı kışkırtması ve bu ülkeyi NATO’ya almaya hazırlanmasına karşı Rusya, Ukrayna sınırına binlerce asker sevk etmiştir. Böylece Ukrayna’nın NATO üyesi yapılması halinde bu ülkeyi işgal edeceğini açıkça göstermiştir. Ya da ABD-AB, Belarus’ta Lukaşenko rejimini devirmek adına iç karışıklıkları kışkırttığında, Rusya hemen bu ülkeye binlerce asker-polis ve silah sistemleri sevk ederek ayaklanmanın bastırılmasını sağlamıştı. Özcesi Rusya, bu örneklerden de anlaşılacağı üzere ABD ve AB’yi Doğu Avrupa’daki emellerinden caydırmak adına savaş dahil her türlü seçeneği gündemde tutmakta ve agresif karşı adımlar atmaktan çekinmemektedir.
İşte şimdi de Belarus’ta bulunan göçmenlerin Polonya sınırına yığılmasını sağlayarak, NATO cephesinin Doğu Avrupa’daki adımlarına karşı yeni bir yanıt vermektedir. Ekonomik-askeri ve siyasi olarak ABD ve AB’nin baskısı altında olan ve iyice zayıflayan Lukaşenko ve Belarus devletinin hamisi Rusya’dan bağımsız bir adım atamayacağı zaten açıktır. Belarus’un ülkeye hava yolu ile gelmiş ve kamplarda tuttuğu Ortadoğulu göçmenlerin önünü açarak Polonya sınırına yönlendirmeleri bizzat Putin’in onayı ile mümkün olmuştur. Rusya, mülteci ve göçmenlere karşı gitgide daha milliyetçi ve faşist bir tutum alan AB’li emperyalistlerin, yeni bir mülteci akınından ne denli çekindiğini bilmektedir. Dolayısıyla Putin bu hamle ile hem Almanya ve Fransa emperyalistlerine hem de bölgede ABD’nin gönüllü taşeronluğuna soyunan Polonya ve Baltık ülkelerine önemli bir mesaj vermektedir. Rusya, bu devletleri göçmenler üzerinden baskı altına alarak, ABD ile birlikte hareket etmelerini önlemeye çalışmaktadır. AB’ye, Doğu Avrupa’da ABD stratejisine eklemlenmeye devam etmesi, Rusya karşıtı adımlar atmaya devam etmesi halinde, kendisinin de boş durmayacağını ve elinde birçok koz bulunduğunu da göstermektedir.
Rusya’nın bu hamlesi AB’de büyük bir panik yaratmıştır. Esasında Polonya sınırına yığılan göçmen sayısı iki ile dört bin kişi arasında olduğundan, Avrupa için “tolere” edilebilir bir durumdur. Ancak Avrupalı emperyalistler, bu mültecilerin geçişine göz yumması halinde, Belarus’un yeni bir mülteci güzergahı haline gelmesinden çekinmektedir. Bu sebeple hem Polonya eli ile mültecilere karşı her türlü şiddeti uygulayıp gözdağı verirken, diğer taraftan Belarus’a karşı da yeni yaptırımları devreye koyarak baskıyı arttırmaktadır. Öyle ki AB, Polonya sınırına yığınak yaparak Belarus ve Rusya’nın göçmenleri kendisine karşı bir silah haline getirmesini önlemek adına çatışmayı dahi göze aldığını herkese göstermiştir. Anlaşılan odur ki önümüzdeki süreçte Doğu Avrupa bölgesi Rusya-ABD, rekabetinin NATO eliyle AB’yi de içine alan rekabeti nedeniyle yeni çatışmalara gebe olacaktır.
Öte yandan Doğu Avrupa’da yaşanan bu kriz bir kez daha emperyalistlerin ne denli iki yüzlü halk düşmanı politikalar geliştirdiğinin göstergesi olmuştur. Bir yandan Rusya, mültecilerin çaresizliğini, Avrupa’ya ulaşıp kendilerine yeni bir yaşam kurma umutlarını, rakiplerine karşı bir silah haline getirmektedir. Dünyanın yoksul bölgelerini sömürerek oralarda çatışmaların ve savaşların fitilini ateşleyerek, işgaller gerçekleştirerek çıkar dalaşında hiçbir insani değer tanımadıklarını ortaya koyuyorlar. Sözde insan hakları ve demokrasi meselesinde şampiyonluğu kimseye bırakmayan AB, bir avuç mülteciyi bile topraklarına kabul etmezken onlara her türlü zulmü reva görebilmektedir. İşte, somutta, emperyalistler tepişirken, Polonya sınırında mülteciler açlık ve ölüme terk edilmektedir. Sadece basına yansıyanlar, yani Polonya, Belarus sınırında göçmenlerin kadın, çocuk, genç, yaşlı demeksizin açlıktan ya da soğuktan donarak ölmesi, emperyalist devletlerin politikalarından bağımsız bir dram olarak sunulmaya çalışılmaktadır. Göç etmek zorunda bırakılmak bu emperyalist sistemin bir sonucu iken göçmenlerin sınır kapılarındaki durumu da yine emperyalistlerin devletler arası siyasetlerinin malzemesi olarak kullanılmaktadır. Özetle; Emperyalizm, tüm dünya halklarının düşmanıdır. Ve dünya halkları emperyalistler ve uşaklarına karşı birleşip mücadele etmediği müddetçe ezilmekten kurtulamayacaktır.