Kandıra 1 Nolu F Tipi Hapishanesi’nde bulunan tutsak Partizan İsmail Yılmaz’ın gazetemiz Yeni Demokrasi için farklı hapishanelerden tutsaklarla, “pandeminin hapishaneye etkileri” konulu röportaj dizisinin dördüncü bölümünü yayınlıyoruz. Hapishane idaresinin sansürleri nedeniyle röportajı tek parça halinde yayınlıyoruz.
İsmail Yılmaz: Koronavirüs salgınının hapishane hayatınıza yansımaları nelerdir? Hücre yaşamınızı nasıl etkiledi, etkiliyor. Hastane, mahkeme, gidiş gelişleriniz sırasına ne gibi sorunlarla karşılaştınız, karşılaşıyorsunuz?
DHKP-C Dava Tutsakları : En eski insan iskeletlerinin tarihi 3 milyon yıl iken virüslerin 3 milyar yıllık bir geçmişi olduğu biliniyor. Son 2 bin yıl içinde kayıtlara geçmiş salgın hastalıklara bakılınca, insanlığa hangi felaketleri yaşattığı görülebiliyor. Birçok bilim insanını dinledik, okuduk… Birçok felaket ve felaket senaryosu yayınlandı.
Dünya var oldukça insan yaşamı rakamsal olarak sonsuzlukla ifade edilen bakteri veya virüslerle her zaman kesişecektir diye düşünüyoruz. Yapılması gereken şey virüslerin ortaya çıkmalarına yol açan nedenleri bilmek ve bunlara zemin hazırlamamaktır. Virüsler ortaya çıktığındaysa yayılmasını engelleyerek çözümler üretmektir.
Bir de bugün artık çok daha net; virüslerin insanlara ve diğer canlılara zarar verecek şekilde ortaya çıkışı ve sık sık mutasyona uğramaları ile doğa ve çevresel koşullardaki bu olumsuz değişimler kendiliğinden gerçekleşmiyor. Olumsuzluğu yaratan emperyalist tekellerin kâr için izledikleri aşırı üretim politikaları ve hammadde ihtiyaçlarını karşılamak için doğayı geri dönülmez şekilde yağmalamasıdır. İnsan sağlığının canına okunuyor! Doğanın talan edilmesi sonucunda yaşam alanları yok olan yabani hayvanlar, taşıdıkları virüs ve bakterilerle birlikte insanların yaşadığı bölgelere yaklaşıyor. Son yıllardaki virüs salgınlarının ve en son Covid-19’un hayvanlardan insanlara bulaşmasının temel nedeni bunlar diye düşünüyoruz. Elbette bunları biliyorsunuzdur.
Pandemiyle birlikte halklar, emperyalist ülkelerdeki sağlık sisteminin iflasına şahit oldu. Bir düğmeyle dünyanın öbür ucundaki bir ülkeyi yerle bir edebilecek silah teknolojisine sahip ülkelerin, virüs karşısındaki çaresizliği kapitalizmi kitleler nezdinde sorgulatmaya başladı. AB ülkeleri arasında maske, solunum cihazı krizi yaşandı. Öyle ki birbirinden kaçırma noktasına geldiler. Bu dönemde en sık dile gelen söylemlerden bir tanesi “salgının kapitalizmin gerçek yüzünü ortaya çıkardığı, bu yüzden dünyanın artık eskisi gibi yönetilemeyeceğiydi.” Bu hayale göre; devletlerin sosyal politikalara yöneleceği, zenginlerden daha fazla vergi alınacağı dile getiriliyordu. Halkların salgında vatandaşına bir maskeyi bile temin edemeyen devletlerin acizliğini gördüğü doğrudur. Ancak bunun dünyayı değiştirmeye yeterli olmadığı başka bir doğrudur. Emperyalizm gerçekliğinden bihaber bütün beklentilerin boş olduğu çok geçmeden ortaya çıktı. Emperyalizm, karşısında örgütlü bir güç yoksa yaşadığı krizleri fırsata çevirebilecek bir kabiliyete sahiptir. Öyle de olmuştur. Salgın bir tarafta yoksullaşmış milyonları yaratırken diğer taraftan dezenfektan, maske, ilaç ve aşı satıp ya da emekçileri daha fazla sömürerek servetine servet katan zenginleri yarattı. Örneğin ilaç tekellerinden Moderna’nın 2018 yılında piyasa değeri 1,1 milyar dolarken şu anki piyasa değeri 73.4 milyar dolara yükseldi.
Emperyalizmin geri bıraktırdığı ülkelerde salgın mutasyona uğrayarak çok daha hızlı şekilde yayılmaya devam ediyor. Dünya genelinde yaygın bir aşılama yapılmaksızın virüsün her defasında kendini yenileyen mutasyonlarıyla baş edilme şansı yoktur. Hindistan ve Güney Afrika’nın başını çektiği yüze yakın ülke geçtiğimiz senenin Kasım ayından beri aşı üretimini geçici bir süre ilaç tekellerinin mülkiyetinden ve denetiminden çıkarıp aşıların seri ve fazla miktarda üretilmesini sağlayacak patent-ruhsat muafiyeti çıkarması için DSÖ’ye çağrıda bulunuyorlar.
Hindistan’da salgından ölenler Ganj Nehri’nin kıyılarına vurmaya başladı. Brezilya’da yerli kabileler soylarının tükenme tehdidiyle karşı karşıya olduğunu açıklıyor ve yardım istiyorlar. Tüm birikimlerini işgal ettikleri ülkeleri ve halkları sömürerek elde eden emperyalistler ve onların fonladığı ilaç tekelleri açgözlülükle geçici ruhsat muafiyetinin verilmesine engel oluyorlar.
Ülkemiz ve dünyanın yoksul halkları, onları aşısız bırakarak her gün yüzer-biner ölümlerine neden olan bu aç gözlü düzene karşı öfkeli. Fakat bir salgında ölmemek için bu öfke tek başına bir şeyleri değiştirmeyecektir. Ayrıca bu salgın ortadan kalksa bile emperyalizmin plansız ve aşırı üretim hırsı yeni virüsleri ortaya çıkarmaya devam edecektir. Bu yüzden salgınla mücadele emperyalizme karşı kurtuluş savaşından bağımsız ele alınmamalı.
Hapishaneler bu anlamda bu süreçlerden bağımsız değil. Buraya gelen, burada çalışan insanlar evlerinden geliyor ancak açık görüş, avukat görüşü, kapalı görüş, sohbet, hastane, mahkeme vs. bizim açımızdan hiçbir şey olması gerektiği gibi değil. İki nedeni var bunun; birincisi, hastanelerin mahkum koğuşlarında bu kadar hasta olma ihtimali olan tutsak için yer yok. (Bunu kendi ağızlarıyla söylüyorlar.) ve eğer yayılırsa normal servislerde yatacak hastalar için güvenlik almak Adalet Bakanlığı ve hapishaneler için hem risk hem de külfet! Kara kaşımıza, kara gözümüze almıyorlar bu önlemleri. İkincisi ve temel olan yıllar içinde kazanılmış hakları gasp etmenin kendileri açısından en uygun zeminini buldular…
Kandıra 1 Nolu F Tipi Hapishanesi’nden DHKP-C dava tutsakları