HABER MERKEZİ- Uğur Kaymaz ve babasının katledilmesinin üzerinden geçen 17 yılda adalet sağlanmadı. Avukat Erdal Kuzu, Uğur’un ölümünün ve açılan davanın, devletin Kürtlere bakış açısının en somut hali olduğunu söyledi.
Türkiye’de polis ve asker kurşunuyla öldürülen çocukların sembol isimlerinden biri olan 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın babası ile birlikte katledilmesinin üzerinden 17 yıl geçti. Mardin’in Kızıltepe ilçesinde 21 Kasım 2004’te babası Ahmet Kaymaz ile birlikte evlerinin önünde yaylım ateşine tutulması sonucu katledilen Uğur Kaymaz’ın ölümüyle ilgili açılan soruşturmada, failleri yargı eliyle korunarak, cezasız bırakıldı.
13 KURŞUN
Otopsi raporunda 12 yaşında olan Uğur’un bedeninden 13 kurşun çıkarılırken, bu olay “12 yaşında 13 kurşun” sözleriyle çocuk katliamlarında adalet arayan her bir ailenin sloganı haline geldi. Baba Ahmet Kaymaz’ın bedeninden ise 8 kurşun çıkarıldı. Baba ve oğulun öldürülmesinin ardından tıpkı 1995 yılında öldürüldükten sonra yanına kalaşnikof marka silah bırakılan 11 yaşındaki Fatma Erkan gibi silah bırakılarak fotoğrafları çekildi. Bu fotoğraflar “terörist” denilerek basına servis edildi. O dönem Mardin Valiliği tarafından yapılan açıklamada da “eylem hazırlığında olan terörist” iddiasında bulunuldu. Katledilenlerin Uğur ve babası olduğunun ortaya çıkması ile “terörist” iddiasını ilk gün yüksek sesle dile getirenler sessizliğe bürünürken, aile ve avukatların aylarca verdiği mücadeleden sonra failler hakkında soruşturma açıldı.
YARGILAMA SÜRECİ
Başlatılan soruşturma kapsamında 4 polis hakkında “meşru müdafaa sınırlarını aşarak faili belli olmayacak şekilde adam öldürmek” suçlamasıyla dava açıldı. Mardin Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan dava kısa bir süre sonra “güvenlik” gerekçesiyle Eskişehir’e taşındı ve 4 polis hakkında yapılan yargılamada, “meşru müdafaada bulunmak” iddiasıyla beraat kararı verildi. Yargıtay 1’inci Ceza Dairesi kararı “oy birliğiyle” onarken, iç hukuk yollarının tükenmesinin ardından İnsan Hakları Derneği (İHD) Mardin Şubesi avukatları davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıdı. Türkiye’de beraat kararı verilen davada, AİHM ise 2014 yılının Şubat ayında kararını açıklayarak, Ahmet Kaymaz ve Uğur Kaymaz’ın “yaşam haklarının ihlal edildiği” gerekçesiyle Türkiye’yi tazminat ödemeye mahkum etti. Ancak AİHM’nin kararına rağmen yeniden yargılama yapılmadı. Anayasa Mahkemesi (AYM) de AİHM kararının “takdiri bir karar” olduğunu savunarak, yeniden yargılama talebini reddetti.
ADINA TAHAMMÜLSÜZLÜK
2019 yılında AİHM kararlarının yerine getirilmemesine ilişkin denetleme merciinin önüne giden dosyada, o günden bu yana bir gelişme yaşanmadı. Uğur ve babasını öldürenler cezasız bırakılırken, 2016 yılında Kızıltepe Belediyesi’ne atanan kayyım, ilk olarak Uğur Kaymaz ve kolluk şiddeti ile öldürülen çocuklar anısına dikilen heykeli yıktı. Ardından ise Uğur ve babasının katledilmesinin yıl dönümü olan 21 Kasım 2016’da belediyede çalışan anne Makbule Kaymaz, Kanun Hükmünde Kararname’yle (KHK) işten çıkarıldı. Daha önce Derik Belediyesi’nce Uğur Kaymaz anısına yapılan parkın ismi de kayyım tarafından değiştirdi. 31 Mart seçimleri sonrası HDP’ye geçen belediyenin yeniden parka Uğur Kaymaz ismini vermek istemesi üzerine ise Derik Kaymakamı engel çıkararak, Uğur için “örgüt ile ilişkili” iddiasında bulundu.
ANNE KAYMAZ: NERDE ADALET?
17 yıldır adalet arayışını sürdüren anne Makbule Kaymaz, “Ne kanun ne adalet kalmış. Her şey onların ellinde. Suçsuz yere oğlumu ve eşimi öldürdüler. 17 yıldır yaşananları kalbimizden atamıyoruz” dedi. Sanıkların cezalandırılacağına inancı kalmadığını söyleyen anne Kaymaz, 17 yıldır gözyaşlarının dinmediğini belirterek, “Okula gidiyordu, ayağında terlikle evin önünde öldürdüler ve ‘terörist’ dediler. Hala çocuklarımızı öldürüyorlar. Canımız yanıyor. Adalet diyorlar, hani nerede adalet? Hayatta olduğum sürece davamdan vazgeçmeyeceğim” diye belirtti.
DEVLETİN KÜRDE BAKIŞI
Kaymaz ailesinin avukatı Erdal Kuzu, Türkiye’de asker, polis ya da korucular eliyle gerçekleştirilen her cinayette benzer şekilde cezasızlık politikasının devreye girdiğini belirterek, “Türkiye bu nedenle çocuklar için de yetişkinler için de güvenli bir ülke olamıyor. Uğur’dan önce de öldürülen çocuklar oldu, sonrasında da. Uğur, bu çocukların en bilineni ve belki de devlet sisteminin nasıl işlediğinin en somut kanıtıdır. Cezasızlık politikasının nasıl işlediğinin en somut kanıtı. 12 yaşındaki bir çocuğun öldürülmesinin nasıl meşru hale getirildiğinin en somut kanıtı. Kamu görevlilerinin de nasıl korunduğu ve kollandığının en somut kanıtı ve belki de devletin Kürtlere ve çocuklarına olan bakış açısının en somut halidir” diye konuştu.
ÖLDÜRÜLEN ÇOCUKLARIN ÜLKESİ
“Bu ülke devlet dersinde öldürülen çocukların ülkesidir” diyen Kuzu, “12 Eylül darbesinde Erdal Eren’in yaşının büyütülerek idam edilmesi, 1990’lı yıllarda kayıtlara geçen veya geçmeyen ölü çocukların ülkesidir. Kimisi devletin yasal mermisiyle yaşamlarını yitirmişlerdir, kimisi de serbest patlayıcıyla yaşamlarını yitirmişlerdir. Fatma Erkan, Seyhan Aydın, Nedim Akyön, Davut Altunkaynak, Ceylan Önkol, Nihat Kazanhan, Mazlum Turan, Enes Ata, İbrahim Aras ve daha nicesi. Bunların hepsine baktığımızda aynı politikayı görüyoruz. Bu özellikle Kürtlerin yaşadığı coğrafyada ‘güvenlik’ bahanesiyle bilinçli yürütülen bir politikadır” ifadelerini kullandı.
CEZA YERİNE ÖDÜL
Bölgede özellikle son yıllarda zırhlı araçlar tarafından işlenen cinayetlere de değinen Kuzu, “Şehir merkezlerinde kullanılan zırhlı araçlar son yıllarda mevcut silahlara eklenmiş durumda. Bölgede özellikle çocukların öldürülmesinde yeni silahlar olarak zırhlı araçlar ortaya çıkmış olsa da cezasızlık politikası aynı şekilde devam ediyor. Ölümler daha önce ‘meşru müdafaa’ olarak gösteriliyordu, şimdi ise ‘kaza’ ya da ‘hata’ olarak gösteriliyor ve bu şekilde failler aklanıyor. Failler yargılanmak, cezalandırılmak yerine ödüllendiriliyor. Bunun önüne geçebilmek için devletin kolluk güçlerini korumacı refleksinden vazgeçmesi, halkın güvenliğini öncelemesi gerekiyor” diye konuştu. (MA / Ahmet Kanbal)