“Cumhuriyet hükümeti, bu sizi şefkat ve merhamet kucağına almak, sizi mesut etmek istiyor. İçinizde, bunu anlamayanlar çoktur ki, ona hürmetsizlik ediyor, veyahut içinizde bazıları şahsi menfaatleri için sizi kurban vermek istiyor. Cumhuriyet hükümeti, bu gerçeği bildiği içindir ki, sizlere son ihtarını yapıyor. Onun size son şartları şudur: sizi ayaklandırmaya çalışan zavallıları Cumhuriyet hükümetine teslim ediniz. Aksi taktirde, yani dediklerimizi yapmazsanız, her tarafınızı sarmış bulunuyoruz. Cumhuriyetin kahredici orduları tarafından kahredileceksiniz. Cumhuriyet hükümetinin bu son şefkat merhametini bildiren bu bildirisini 24 saat çoluk ve çocuğunuzla beraber okuyun. Düşünün ve çabuk karar verin. Yoksa hiç istemediğimiz halde, sizi mahvedecek olan kuvvetler harekete geçeceklerdir. Devlete itaat gerekir.” (Türkiye Cumhuriyeti’nde ayaklanmalar, 1924-1938 isimli resmi ve askeri yayın, s.390-391)
Dersim isyanı sırasında 4 Mayıs 1937’de yukarıdaki bildiri Türkçe, Osmanlıca ve “mahalli lisana” (?) –Kürtçe dememek devletin temel politikası gereği farz sayılmış olsa gerek! göre çoğaltılarak uçaklarla Dersim’in dört bir yanına saçılmıştır. Bildiri dikkatli okunduğunda “şefkat ve merhamet” ile “tehdit”lerin içiçe geçtiği rahatlıkla görülür. Aynı tarihli Bakanlar Kurulu’nun “gayet gizli” kararında direnişte olan köylerin yakılıp yıkılması ve direnenlerin Batı’ya sürgün edilmesinden temel bir politika olarak söz edilirken, devlet burada “şefkatli elleri”ni vatandaşlarına uzatarak, tarihi boyunca sergilediği ikiyüzlülüklerden birini daha arz-ı endam etmiştir.
İşte tarihi boyunca sistemi en fazla “uğraştıranlardan” biri olmuştur Dersim halkı. Baskıcı merkezi otoriteye karşı pek çok irili ufaklı isyan olmuştur Dersim topraklarında. Bu durum hem özelde Dersim hem de genelde T. Kürdistanı için geçerlidir. isyanlara karşı yürütülen mücadele ağa ve aşiretlere karşı gibi gösterilmeye çalışılmıştır sistem tarafından. Kürtlerin “ıslah edilmesi”, “medenileştirilmesi” gereken bir kitle olarak gösteren anlayışa karşı Kürtler 1930’da Xoybun örgütünün önderlik ettiği Ağrı isyanı ve 1937’de Seyit Rıza’nın önderlik ettiği Dersim isyanıyla direnç gösterdiler. Ağrı ve Dersim isyanları Şeyh Sait isyanından farklı olarak, gerek askeri açıdan daha disipline olmuş olmaları ve gerekse konumlanma alanlarının görece uygun olması nedeniyle devleti daha uzun süreli çatışmalara zorlamışlardır.
T. Kürdistanı ve ülkenin farklı yerlerinde çıkan ayaklanmalara karşı ilk olarak 1925 yılı başlarında ilk Genel Müfettişlik kuruldu. Buna göre temel amaç sorunları birbirine benzeyen vilayetlerde fikir, düşünce, idare ve işbirliğini tesis etmekti. Asıl nedense tamamen siyasidir. Gelişen ayaklanmalara karşı girişilecek ideolojik, politik ve askeri eylemleri koordine etmek için oluşturulmuştur. Öte yandan bakanların sahip oldukları yetkilerin gerekli alanları Genel Müfettiş’e (Genel Vali) verilebilecektir. Bu da özellikle T. Kürdistanı’nın kanunlardan ziyade kararnamelerle yönetileceğini göstermektedir. Tunceli Kanunu 25 Aralık 1935’te kabul edilmiştir. 2884 Sayılı Tunceli’nin idaresi hakkındaki kanun ise 11 yılı aşkın bir zaman uygulanmıştır. Bütün bu uzatmaların gerekçesi “özlenen huzur ve emniyetin sağlanamaması” olarak belirtilmiştir.
Nuri Dersimi anılarında Elazığ Valisi Deli Fahri ile şöyle bir anısını aktarmaktadır: “1931 ilkbaharı sonlarına doğru bir gün jandarmalar beni ikametgahımdan alıp doğrudan Fahri’nin huzuruna götürdüler… Sağ elini başına çekerek bana göstermiş ve aynı vahşi eda ile ‘Bu nedir?’ demiştir. ‘Beyefendi, bu başınızın bir kılıdır’ dediğimde, ‘Bilemedin, bilemedin’ diyerek odanın içerisinde bir tur yaptıktan sonra, korkunç bir tavır ve vahşi bir eda ile yine önüme dikilip başından bir tek kıl çekerek: ‘Bu nedir?’ demiştir”. Kendisinin aynı cevabı vermesi üzerine tekrar tekrar saçından bir kıl koparıp kendisine sorduğunu, sonunda bilmediğini söylediğinde: “yapılan bütün melanet ve fesatları biliyorsun da, bunu neden bilmiyorsun” dediğini ve yine saçından bir kıl çekerek kendisine gösterdiğini: “İşte bu Dersim’dir, Dersim… Şu gözlerinle gördüğün başım da, Türkiye Cumhuriyeti’dir… Bu kılı başımdan çekip attığımda bileğim bir kuvvet sarf etti mi? kılın başımdan çıkmasıyla başımın vaziyetine bir zarar geldi mi?” dediğini aktarmaktadır.
1937 baharında Dersim’e saldırı başlar. Nuri Dersimi Kürdistan tarihinde Dersim isimli kitabında katliamları bütün açıklığıyla fotoğrafları ile vermektedir. Kadınların, geç kızların, çocukların ve ihtiyarların mağaralara doldurularak yakılmaları, mağaralara boğucu zehirli gaz sıkılması, gazlardan bunalarak dışarı çıkanların kurşunlanması, gebe kadınların karınlarına kılıç sokulması, çocukların başlarının taşlara çarpılarak öldürülmesi sık sık rastlanan, temel bir politika olarak yürütülen olaylardandır. Köylerin, ormanların yakılması, evlerin yakılması, hayvanların öldürülmeleri veya gasp edilip orduya mal edilmeleri, sulara zehir dökülmesi aynı temel politikanın başka görüntüleridir. Bu olanlar esnasında daha insani bir politika uygulamak isteyenlere bile tahammül edilmemiş, görevlerinden alınarak haklarında soruşturma açılmıştır. Tüm bu uygulamalara karşılık Mustafa Kemal, dünya kamuoyuna kendini ezilen, saldırıya uğrayan, haksızlıklara uğrayan yoksul halkların dostu olarak göstermeyi hiç ihmal etmemiştir. Örneğin, İtalya’nın Habeşistan’a saldırmasını, Mussolini’nin Habeşistan halkına “yabanlar” demesini “şiddetle eleştirmektedir”. Mussolini’yi “asker çizmesi giymiş sırtlan” diye nitelemektedir, oysa Dersim’de kan gövdeyi götürmektedir, bunu dile getirmesi de mümkün değildir pek tabi ki. Gizli belgelerde “paraya acımaksızın, içlerinden çok adam kazanıp kullanmaya çalışmak lazımdır” denilerek “böl-yönet” politikası önerilmekte ve uygulanmaktadır.
“BÖL-YÖNET” POLİTİKASI VE İHANET
Tarihi boyunca aşiretleri birbirine kışkırtarak, mezhepsel farklılıkları kullanarak, farklı ulusları birbirine düşürerek yoksul halkın bir araya gelmesini ve karşı gelmesini engellemeye çalışan sistem bunu Dersim isyanında da uygulamıştır. Reyber, Seyit Rıza’nın erkek kardeşinin oğludur, yani yeğenidir. Amcası Seyit Rıza ile aile içi bir sürtüşmesi vardır, bu yüzden onun isyancı fikirlerine karşı çıkmaktadır. Devlet bu durumu kullanır ve kısa süre sonra onu ajanları haline getirir. Seyit Rıza durumun farkındadır, fakat devlet de Reyber’in isyancılarla işbirliği yaptığı lafını yaymaktadır. Böylece Reyber’in Seyit Rıza ve Alişer’e yaklaşmasını sağlamaya çalışmaktadır. Dersim isyanının önderliği Seyit Rıza’daydı, askeri planlarını ise Alişer düzenliyordu. Bu yüzden General Alpdoğan’ın öncelikli hedefi Alişer’i yok etmekti. Seyit Rıza’nın karargah merkezi Halvari Vank, Alişer’in ise Ağdat idi. Reyber silahlı sekiz adamıyla Alişer’in bulunduğu mağaraya giderek alçakça Alişer’i ve eşi Zarife’yi katletmiştir.