İşçi sınıfı hareketi içinde ortaya çıkan örgütler olarak kitle örgütlerinin komünist hareketle ilişkisi sorunu devrimin temel sorunlarından biri olagelmiştir. Geçen sayımızda bu ilişkinin tanımlanması bakımından demokratik kitle örgütleri ile komünist partisinin farklı özlere sahip olduğunu anlatmaya çalıştık. Bununla beraber bu örgütlerin ortak bir hareketin parçaları olduğunu da özellikle vurguladık. Ortak bir harekete ait olmaları farklı özlere sahip olmakla birlikte bu örgütlerin ortak bir öze doğru birleşecek olmalarına veya birleştirilmeleri gereğine işaret eder. Bu yazımızda bu birleşme sürecini önceki sayımızda açıkladığımız kitle örgütlerinin ilke ve temel anlayışları bakımından anlatmaya çalışacağız.
Bunun için önce, devrimin kitlelerin eseri olacağı bilinci ışığında kitle örgütlerinin nihayet, yani devrimin ileri aşamasında devrime doğrudan hizmet edecek oluşumlar olacağı gerçeğini hatırlatmalıyız. Önceki sayımızda kitle örgütlerinin devrime dolaylı yoldan hizmet eden örgütler olduğuna dikkat çekmiştik. Bu doğru olmakla beraber bütün bir devrim süreci bakımından eksik bir ifadedir. Çünkü kitle örgütleri zamanla, ileriye doğru gelişmelerin olmasıyla devrimin aygıtlarına ya da iktidar organlarına dönüşen örgütlerdir. Bunun belirleyeni devrimlerin kitlelerin kendi eylemlerinin ürünü olacağı görüşüdür. Marksizm-Leninizm-Maoizmin temel ilkesi olan bu görüş daima, hemen her teorik tartışmada olmazsa olmaz dayanaklarımızdan biri olmalıdır. Bu tartışmada da bu böyledir.
Kitle örgütlerinin devrimin doğrudan değil dolaylı araçları olduğunu vurgulamıştık. Devrimin başından sonuna doğrudan iktidar mücadelesi veren örgütler komünist partisi ve onun önderliğindeki oluşumlardır. Bunlar devrime önderlik etmenin araçlarıdır. Ne var ki devrimi kitleler yapar! Buna göre kitlelerin öz örgütleri olarak gelişen kitle örgütlerinin devrimin dolaylı araçları olarak kalmaları devrimin belli bir aşamasından sonra olanaksız olmalıdır: bu örgütler kitlelerin devrime doğrudan katılmaları ile beraber devrimin temel unsuru haline gelirler. Oluşumları ve salt kendi gelişimleri sürecinde devrimin dolaylı araçları olmaları bu örgütlerin kitlelerin gereksinimleri temelinde, ekonomik amaçlarla veya gereklerle oluşmalarından kaynaklanır; bu anlamda siyasi iktidarı ele geçirmeyi hedefleyen, iktidarı almak konusunda bir strateji doğrultusunda hareket eden politik hareketlerden, örneğin komünist partisinden farklıdırlar. Ne var ki kitlelerin gereksinimleri onları nihayetinde devrime katılmaya ya da devrim yapmaya sürükleyen bir karakter taşıdığından bu sürecin önderliğini yapan komünist hareketle birleşmeleri eşyanın tabiatı gereğidir; kaçınılmazdır. Marks, sendikaların başlangıçta işçilerin ekonomik olarak kendilerini koruma gereksinimlerini karşılayan birlikler olduğunu; ama onların geleceğinin “iktidarın ele geçirilmesine doğruda hizmet edecek birlikler” olduğunu söylemiştir. Devrim deneyimi yaşamış ülkelerin devrim süreçlerinde bunun gerçekleştiğini biliyoruz. Kitleler katılmadan devrim olmaz ya da Marks ve Engels’in Komünist Parti Manifestosu’nda vurguladıkları gibi “işçi sınıflarının kurtuluşu işçi sınıflarının kendileri tarafından kazanılmalıdır.” Bu temel ilkedir; bu ilkeye bağlı olarak kitlelerin öz örgütleri olan demokratik kitle örgütlerinin devrime hizmet eden yapılara dönüşmeleri; devrim yapan iktidar aygıtları haline gelmeleri onların geleceği olacaktır.
Lenin de Rusya özgülünde işçi sınıfının kitle hareketinin gelişimini komünist hareketin gelişimine bağlı olarak üç önemli aşamada açıklar. Bu aşamaların özellikleri de yukarıdaki anlayışı içerir. “Bunlardan birincisi, dar propagandist çevrelerden kurtulup kitleler arasında geniş ekonomik ajitasyona geçiş; ikincisi, geniş ölçüde politik ajitasyona ve açık sokak gösterilerine geçiş; üçüncüsü, gerçek iç savaşa, dolaysız devrimci mücadeleye, silahlı halk ayaklanmasına geçiş. Bu geçişlerden her biri, bir yandan başlıca tek bir tek yönde işleyen sosyalist düşünce, diğer yandan işçi sınıfının gittikçe genişleyen tabakasının daha bilinçli ve aktif mücadele için harekete geçirilmiş olması gerçeği yanında, işçi sınıfının düşünce yapısının tümünde ve hayat koşullarında meydana gelen köklü değişmeler tarafından hazırlandı.” (V.I. Lenin, Yeni Görevler ve Yeni Güçler) Devrimin düz bir çizgide ilerlemeyeceği ve baştan sona aynı görevler ve güçlerle sürmeyeceği açıktır. Dolayısıyla kitlelerle ilişkiler, kitle içindeki çalışmalar ve kuşkusuz kitle örgütlerinin devrimdeki işlevi de bu süreçte değişime uğrayacaktır. Devrim için hareket etmeyen kitleler ile devrime katılan kitlelerin yüklenimleri ve belirlemeleri hiç tartışmasız farklı olur; bu nedenle biz kitle örgütlerinin devrim ile ilişkisini gelişen, dolayısıyla değişen diyalektik bir süreç olarak kavrarız. Bu kavrayışımızın ilkeleri “işçi sınıflarının kurtuluşunun işçi sınıflarının kendi eseri olacağı” görüşü ve “işçi sınıflarının kendi kurtuluşları için mücadelelerine komünistlerin önderlik edecekleri” anlayışıdır: bir taraftan kitle hareketi belli aşamalardan geçerek ilerleyecek, diğer taraftan komünist hareket bu kitle hareketi içindeki etkisini bin türlü taktik ve araçla artıracaktır. Bunun koşullara, yukarıdaki alıntıda vurgulanan türden aşamalara göre gerçekleşmek zorunda olacağı aşikardır.
Bugün, devrimin henüz ilk aşamasındayken kitler örgütlerinin iktidar aygıtı gibi davranmaları olanaksızdır; zira kitleler iktidarı almak veya iktidar olmak amacıyla hareket etmemektedirler. Onlar öncelikle mevcut konumlanışları içinde durumlarını düzeltmek için daha fazla ücret, aynı sistem içinde daha fazla hak, buna uygun olduğu ölçüde dayanışmak için hareket etmekteler. Komünistler kitle örgütlerinin mevcut gerçekliği ile gelecekteki gerçeklikleri arasındaki sürecin önderleri olarak bu örgütlerin dönüşümlerini izler, inceler ve bütün süreci yönetirler. Diyebiliriz ki komünistlerin temel görevi bu süreci örgütlemektir. Bunu Lenin iki farklı hareketin, iki mücadelenin birleştirilmesi olarak formüle etmiştir.
Bu durumda demokratik kitle örgütleri için savunduğumuz “ilkeler” veya temel anlayışlar bugün ve yarın aynı olamaz. Bugün kendilerini korumak için hareket eden kitlelerin örgütleri ile olan ilişkimizin temel özellikleri geçen sayımızda açıklandığı gibi ifade edilmelidir. Bununla beraber bunun değişmez olmadığı da bilinmelidir. Önceki yazımızda alıntı olarak sunduğumuz “kitle örgütleri konusundaki ilke ve anlayışlar” üzerinden bu tartışmayı derinleştirelim:
“Kitle örgütleri mesleki temelde kurulmuştur ve farklı mesleklerin farklı şartlarına göre ayrı ayrı örgütlenmelidir.”
Kitle örgütlerinin mesleki temelde kurulmaları onların ilelebet öyle kalacaklarını düşünmemize, dolayısıyla politik bakımından gelişmeye başladıkları ve farklı mesleki örgütler arasında güçlü bağlar kurma eğilimlerine karşı durmamıza yol açmamalıdır. Bugün mesleki açıdan kendilerini korumaya odaklanmış kitleler yarın mesleklerini kendi iktidarları için bir uğraşa dönüştürmek istemelerine ve hareketlerini politik olarak geliştirmelerine bizim bir itirazımız olamaz; aksine bu dönüşümü onların geleceği olarak öngörür ve tam da bu dönüşümün başarılması için aktif olarak çalışırız. Yanlış olan, bugünün gerçekliği olmadığı halde kitle örgütlerinin iktidar için kullanılmaya çalışılması, onlara komünist partisinin politik misyonunun biçilmesidir. Henüz kendini korumakta ya da savunmakta başarısız olan kitlelerin bile saldırı aygıtının unsurları olarak kavranmaları önceki yazımızda belirtildiği gibi sol bir çizginin ürünüdür. Devrimci mücadelenin tarihinde sıklıkla rastladığımız bu sol anlayışın temel problemi devrimin kitlelerin eseri olacağını kavramamasıdır. Bu nedenle sınıf analizine dayanan objektif şartları incelemek de bu çizgi sahiplerinin uzak durdukları bir tutumdur. Devrim süreçlerindeki kitle örgütlerinin özellikleri ile kitlelerin henüz kendilerini korumak için örgütlendikleri dönemdeki kitle örgütlerinin özelliklerini aynı biçimde kavramak yüzeysel ve sekterdir; dolayısıyla başarısı olasılığı yoktur.
“Kitle örgütleri en geniş kesimleri birleştirme siyaseti yürütmelidir.”
Kitle örgütlerinin, yöneldikleri kitlelerin en geniş kesimleri ile birleşme siyaseti izlemeleri sadece kitle örgütlerinin değil tüm örgütlenmelerin ortak siyasetidir. Seslendiği kitleleri birleştirmeyi amaçlamayan bir örgütün kendi kuruluş ilkesi ile çelişmeli olduğu açık olmalıdır. Kitle örgütlerinin buradaki farkı kendilerini korumak amacı ile bağlantılı olarak daha başlangıçta çok geniş kesimleri bir araya getirebilecek özellikte olmalarıdır. Bu nedenle komünist partiler başta olmak üzere devrimci örgütler profesyonel devrimcilerin örgütleridirler; bu nedenle dar bir kadro hareketi olarak kurulur ve zamanla, kitlelerin devrime katılmalarına bağlı olarak gelişir, yaygınlaşır, güçlenirler.
“Kitle örgütleri yasal sınırlar içinde, yasal sınırların genişletilmesi yönünde mücadele etmelidir.”
“Kitle örgütlerinin ‘yasal’ sınırlar içinde mücadele etmeleri gerektiği” görüşü onların bahsettiğimiz savunma aşamasındaki kitlelerin örgütleri olmalarından ötürü normaldir, anlaşılırdır. Bununla beraber biliriz ki hiçbir örgüt kendi varlık koşullarına saldıran yasal sınırlara kendini mahkûm etmek zorunda değildir. Yasal sınırlamalar onun varlığına yöneldiğinde örgütler karşı saldırılar örgütleyebilirler ve bu baştan yanlış bir hareket olarak tanımlanamaz. Burada da temel problem “kendini savunmak”taki kitlesel yetenektir; bu yeteneğe dayanan ve kendini yasallıkla sınırlamayan ‘fiili-meşru mücadele’ dediğimiz hattın gelişimidir. Kitle örgütlerinin temel gücü nihayetinde temsil edebildikleri kitlelerin onları sahiplenmesidir; kitle gücü zayıflamış kitle örgütleri kendilerini savunamazlar. Bu nedenle “yasal” sınırlamaları aynı zamanda kitlelerin yasalar karşısındaki duruşları bakımından değerlendirmek gerekir. Örneğin belirli yasal sınırları reddetme yeteneği ile gelişme gösteren, kitle desteği elde eden kitler örgütlerini bu eğilimden uzaklaştırmak çabasının yanlış olacağı şimdiden söylenmelidir.
“Kitle örgütleri iktidar mücadelesine dolaylı hizmet etmeli; partinin görevlerini üstlenmemelidir.”
Kitle örgütleri partinin görevlerini üstlenmemelidirler; bununla beraber parti kitle örgütlerinin görevlerini kendi görevleri düzeyine getirmek için çalışmalıdır. Çünkü kitleler devrim yapacak tek güçtür ve partinin görevi eğer devrime önderlik etmekse yapacağı temel iş partinin görevlerini üstlenmek üzere kitleleri donatmak, politik olarak geliştirmektir. Bunun, nihayetinde kitle örgütlerinin politik dönüşümüyle gerçekleşeceği açık olmalıdır. Komünistlerin bu sürecin önderliği olmaları ve kitlelerin bu süreçte dönüşüme uğrayacak olmaları bu süreçteki ilişkiyi doğru kavramamızın temelidir ve elbette unutulmamalıdır. Bazen “devrim yarın olsa devleti yönetecek kadromuz yok” dendiğini hepimiz öyle ya da böyle duymuşuzdur. Bunun doğal bir durum olduğu açık değil midir? Devrimler ancak devrimi gerçekleştirecek olan kitlelerin öz örgütleri olan kitle örgütlerinin iktidar organına dönüşmeleri ile mümkün olacaktır ve devrimin kadroları ile yeni devletin kadroları bu süreçte birleşecek olan farklı hareketlerin kitle hareketi ile komünist hareketin kadroları içinden çıkacaktır. Onlar bugünden hazır kadrolar olamazlar; onlar ancak devrim sürecinde hazırlanacaklardır ve devrim ancak bu kadroların meydana gelmesiyle olanaklı hale gelebilecektir. Bunun zorlu bir süreç olduğu ortadadır; ama aynı zamanda bu zorlu sürecin ürünü olan kadrolar tarihin en güçlü kadroları olacaktır…
“Kitle örgütleri kendilerini ekonomik, demokratik taleplerle sınırlanmadığı gibi bu talepleri bir kenara atmamalıdır.”
Kitle örgütlerinin kendilerini ekonomik, demokratik taleplerle sınırlamadan hareket etmeleri veya bu talepleri bir yana atarak hareket etmeleri savunma aşamasındaki kitlelerin özelliği bakımından aslında olanaksızdır. Sağ ve sol sapmalara denk bu tutumlar kitle örgütü adı altında ama kitle örgütü olmaktan uzak örgütlenmelerin işi olabilir. Bir işçi sendikasının “reformist” bir hat izlemekten kaçınması ancak politik özelliği gelişme gösteren bir hareketle olasıdır. Dolayısıyla bu ilke veya temel anlayışta içerili olan görüşümüz kitle örgütlerinin kitlelerin savunma aşamasından zamanla saldırı aşamasına doğru ilerlemeleri sürecinde politikleşecekleridir. Bunu kitleler kendi eylemleriyle ve komünist hareket ile birleşerek gerçekleştirecektir.
“Kitle örgütleri partinin yasal propaganda bürosu olmamalıdır.”
Kitle örgütlerinin komünist partisinin legal propaganda büroları olmamaları gene kendini koruma aşamasının kavranamamasına yönelik bir uyarıdır. Henüz bu aşamadayken elbette devrimin büroları gibi hareket etmeleri kitle örgütleri için olanaksızdır. Çünkü onlar henüz devlet aygıtı işlevinden uzak örgütlerdir; iktidar organı olmaktan çok önce kitle örgütleri kitlelerinin kendilerini korumaya dönük adımlarının, eğilimlerinin ürünüdür. Bu örgütler devrimin propaganda büroları olamazlar. Bu propagandanın yapıldığı yer komünist partinin kendi organları olabilir sadece.
Kitle örgütlerinin emperyalizme, faşizme, feodalizme, onların düzenine ve devletine karşı çıkması kitlelerin temel gereksinimleri ile burada sözü edilenlerin çıkarlarının uzlaşmaz olmasından ötürü kaçınılmaz bir durumdur. Buna rağmen burada karşı çıkışın bir başlangıç olamayacağı öngörülmelidir; bu karşı çıkışın ancak kaçınılmaz olanın öngörülmesi ve bu yöndeki çalışmanın zorunluluğu bakımında ele alınması gerekir.
İlkelerin ve anlayışın süreç içindeki gelişimi bu şekilde olacaktır. Dolayısıyla kitle örgütlerinin gelişimi ile komünist hareketin bu örgütleri politik olarak ve kitlelerin kendi eylemleri içinde eğitmesi bakımından savunduğumuz ilkelerin ve anlayışların diyalektik bir gelişimi içinde olacağını bilmeliyiz. Bugünkü koşullarda kitlelerin kendilerini korumak esasına dayandığı koşullarımızda kitle örgütlerinin devrimin dolaylı hizmet alanları olduğunu bilmeliyiz. Bununla beraber bu hizmetin kitle örgütlerinin geleceği bakımından devrime doğrudan hizmete dönüşeceği de unutulmamalıdır.
O halde bu tartışmadaki temel soruna bir kez daha dikkat çekelim: Sorun komünist hareket ile belirleyici unsuru işçi sınıfı olan kitle hareketinin mücadelelerinin nasıl birleştirileceğidir. Bugünkü kitle örgütlerinin çok açık biçimde kitlelerin kendilerini korumak amacına dayandığı ortadadır. Komünistlerin kurulmalarına öncülük ettiği ya da kurulmaları için teşvik edici davrandığı yerde kitle örgütleri önemli derecede ekonomik mücadele yürütürler. Bu tür mücadelenin kendi başına iktidar mücadelesi olmaktan uzak olduğu çok açıktır. Bununda beraber ekonomik mücadele siyasi iktidar için mücadelenin kaynağıdır ve bu mücadele devrimin diyalektiği doğru kavrandığında, devrime doğru önderlik edildiğinde siyasi iktidar için mücadeleye doğru evrilir. Bu evrilme bütün her şeyi değiştirir…
Yakın zamanda yitirdiğimiz, dünya komünist hareketinin büyük liderlerinden biri olmayı önderliğini yaptığı Peru Halk Savaşı ile başarmış olan Başkan Gonzalo’yu yad etmek üzere onun bir sözü ile sonlandıralım yazımızı: “Ekonomik mücadele, Marks’ın dediği gibi bir gerilla savaşıdır –proletarya ve halkın geliştirip greve dönüştürdüğü, ücret için, iş günü için, çalışma şartları ve diğer haklar için mücadele. Bir grev başlatıldığında, bu bir gerilla savaşıdır, bu savaşta halk sadece somut ekonomik ve siyasi sorunlar için mücadele etmekle kalmaz, ki bu genel çıkarlara uygundur, aynı zamanda sayesinde yaklaşan büyük anlara gerçekten hazırlanır. Ve bu onun temel tarihsel özüdür. O halde sorunumuz ekonomik mücadeleyi iktidarın fethine uygun hale getirmektir. Kitle çalışmasını halk savaşı içinde ve onun hizmetinde geliştirmekten kastettiğimiz budur.” (Abimael Guzman, Başkan Gonzalo Konuşuyor)