Başta İstanbul olmak üzere ülke genelinde “konut bulamama sorunu” ve konutlara yapılan fahiş oranda zamlar gündemde yer kaplıyor. Üniversitelerin de açılmasıyla beraber bu sorunun esas muhatabını öğrenciler ve emekçiler oluşturuyor. Yurt, ev bulamayan ya da fahiş fiyatlara bütçesi olmayan yüz binlerce öğrenci okulu dondurmayı ya da bırakmayı düşünüyor.
TÜİK’e göre %18-20 oranında enflasyona sahip İstanbul’da kira fiyatlarının artışı Temmuz’da yüzde 37,9 Ağustos’ta yüzde 38,9 seviyesinde oldu. Kira fiyatlarındaki zam enflasyon oranlarını bile ikiye katlamış durumda.
Peki, barınma konusunda ortaya çıkan bu krizin nedeni konut azlığı mı, hayır. 2020 yılındaki çimento üretimi, 2019 yılına göre yaklaşık yüzde 27 gibi büyük bir artışla 76,5 milyon tona ulaştı. Yeni yapı ruhsatı ve yapı kullanım ruhsatı alan daire sayısı 2019’da 323 bin iken 2020’de buna 545 bin daha eklendi. 2019’da 51 milyon metrekare yeni bina ruhsat alırken 2020’de tam 87 milyon metrekare konut ruhsat aldı. Yani inşaat üretimi hızlanarak devam ediyor. 2020’de satılan yeni konut sayısı 470 bin. Konut stokları kabaca 75 bin daha artmış. Bu kadar yeni konut yapılmışsa daha çok insan ev sahibi olmuştur diye düşünebiliriz fakat veriler daha çok insanın ev sahibi olmasını bırakalım, insanların evini kaybettiğine yer veriyor. TÜİK’e göre 2014’de halkın yüzde 61,1’i kendi konutuna sahipken, 2019’da bu oran yüzde 58,8’e düşmüş! “Evi olanlar” bir ev daha alırken, ev sahibi olanlar kiracı konumuna düşmüş!
İstatistiki verilere göre bu sorunun kaynağı konut sıkıntısı değil, hatta konut stoku fazlasıyla mevcut. Sorunun kaynağı konutların niteliği. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) İmar ve Şehircilik Daire Müdürlüğü’ne göre İstanbul’da 400 bin ila 700 bin arasında boş konut bulunuyor. Fakat bu konutların kirası çok yüksek ve “üst gelir grubuna” hitap ediyor. Yani boş konutların çoğunluğunu lüks rezidans ve gökdelen daireleri oluşturuyor.
Var olan standart konutlar da üretim ve enflasyon paralelinde yapılan zincirleme zamlar nedeniyle fahiş fiyatlara satılıyor ya da kiraya veriliyor.
ÇARKIN EN BÜYÜK DİŞLİLERİNDEN BİRİ İNŞAAT SEKTÖRÜ
Devletin “inşaat odaklı büyüme modeli”, elindeki konutların sayısını ve değerini artıran burjuvazi ile yükselen emlak fiyatları karşısında ilk konutlarını almak için büyük miktarlarda borçlanan veya bu süreçte elindeki konutu da kaybedip kiracı haline gelerek yoksullaşan emekçiler arasındaki servet uçurumunu gitgide daha da açıyor. Belirtmek gerekir ki, Türkiye’deki mevcut servetin büyük çoğunluğu (Yüzde 75 civarı yani dörtte üçü) ev, arsa, konut, iş yeri, yani gayrimenkullerden oluşmakta.
“Sağ ya da muhafazakâr” iktidarların, sermayenin övündükleri en büyük icraatlar hep inşaatlar olmuştur. “En büyük köprü, en uzun yol, en büyük baraj, en büyük saray, en büyük gökdelen” sloganlarıyla şişirilen inşaat sektörü, bir yandan ülkeye sıcak para ve döviz girişinin esaslarını oluştururken diğer yandan iktidarın kendi yandaşlarını palazlandırdığı bir alan oluyor.
AKP iktidarının devletin dümeninde olduğu, 2005-2019 yılları arasında inşaat sektörünün hem üretimdeki payı hem de istihdamdaki payının yüzde 5 ile yüzde 8 aralığında dalgalandığını görüyoruz. Sektörde ortalama çalışan insan sayısı ise 1.5-2 milyon arasındadır. Bu sadece sektörün doğrudan verileridir, bu sektörler bağlantılı alt iş kollarında bu oran kat be kat artmaktadır.
En fazla “sıcak para” döngüsünün yaşandığı sektörlerden biri olan inşaat sektöründe oluşan “iştah açıcı rant” müteahhitleri ve sermayeyi daha lüks konut inşasına yönlendiriyor. Daha fazla kâr uğruna bir avuç azınlık için üretilen konutları emekçiler alamıyor, yaşayamıyor.
Engels’in konut sorununun üretim ilişkileriyle olan bağlantısını şu şekilde ifade eder: “Konut sorununun çözümü ile aynı zamanda toplumsal sorunun çözümü değil, ama toplumsal sorunun çözümü ile, yani kapitalist üretim biçiminin ortadan kaldırılması ile ancak konut sorununun çözümü mümkün olmaktadır (…) konut sorununun, ya da işçilerin yazgısını etkileyen herhangi bir başka toplumsal sorunun tek başına çözümleneceğini ummak budalalıktır.” (Engels, Konut Sorunu, 1992, s.54, s.74)
Türkiye’de inşaat ekonomisine yönelen sermayenin ve yasalarla, vergi indirimleri ile bunun önünü açan siyasi iktidarın halkı yoksullaştıran politikaları teşhir edilmeli. Bunca ev varken yoksulların evsiz kalmasının sistemle olan ilişkisini bir sistem sorunu olarak açıklamak buna karşı mücadele etmek gerekir.