Sınıflar mücadelesinde her dönem; ortaya çıkardığı çelişkiler, bu çelişkilerin düzeyi, kitlelerin ve partinin gerçekliği bakımından yeni birtakım ilişkiler geliştirir. Özellikle örgütsel yapının sürekliliğinde kopukluklar ve zayıflıklar baş gösterdiğinde bu yeni ilişkiler bir bilinmezliğe ya da dar deneyci bir pratiğe de kaynaklık edebilirler. Haznede tutulan teorik zenginlik ve tarihsel deneyim henüz söz konusu ilişkiler ve yeni özneler içerisinde üretilebilmiş, onların pratiğinde geliştirilebilmiş değildir. Bu koşullarda, tüm ataklığı, cesareti ve istemine rağmen ortaya konan pratik, el yordamıyla yön bulma hatasına düşebilir. Ya da mücadeleyi ve örgütü geliştirmek için samimi fakat dar deneyci bir emek sürecine evrilebilir. Bu hatanın önüne geçmenin yolu, teori ve deneyimin tam da bu öznelere taşınması; aynı anlama gelmek üzere her bir öznenin bu birikimi edinmek için büyük bir istek duymasıdır.
Diğer yandan yeni dönemin ilişkileri içerisinde ve aynı zamanda sürecin öznelerinde vücut bulacak şekilde üretilemeyen bir teorik zenginliğin ve tarihsel deneyimin de gerçek bir etkisi yoktur. Söz konusu yeni ilişkilerde somut olarak tanımlanamayan ve pratiğe geçirilemeyen “doğrular” soyut doğrular olarak kalacaktır ve aynı zamanda dogmatizme, tutuculuğa ya da ruhsuzluğa da kaynaklık edecektir. Bir yerde dar deneycilik olarak baş gösteren ideolojik hastalıklar diğer yerde dogmatizm olarak karşımıza çıkacaktır. Ki dogmatizmle dar deneyciliğin bir madalyonun iki yüzü olduğu; her ikisinin de felsefi olarak idealizme denk düştüğü bilinen bir gerçektir.
Marks’ın “ölü emek” ve “canlı emek” üzerine ortaya koyduğu ilişkilere benzer bir durum söz konusudur burada. Marks’a göre ölü emek; üretim araçlarında cisimleşmiş olan emektir, başka bir ifadeyle makineler ve üretimde kullanılan nesnelerdir. Canlı emek ise işçinin üretim anındaki emeğidir; üretilen nesneye (metaya) katılan emektir. Ölü emek olarak tanımlanan makine ve diğer nesneler de canlı emek katılarak; onun sayesinde üretilmiştir. Ancak bu canlı emek söz konusu nesnelerde cisimleşerek ölü emek haline gelmiştir. Üretim (meta üretimi) ise ölü emeğin canlı emekle birleştirilmesi; deyim yerindeyse ölü emeğin işçinin emeğiyle canlandırılması, üretim anında yaşama kavuşturulması, işler hale getirilebilmesiyle mümkün olur. Meta üretiminde artı-değerin kaynağı bu canlı emektir. Diğer yandan işçinin emeğinin gerçekleşebildiği maddi temeli ona sunan da işçinin (işçi sınıfının) önceki emeği yani “ölü emek”tir.
TEORİK DOĞRULAR ANCAK PRATİKLE BULUŞTUĞUNDA ANLAMLIDIR
Yukarıda “teori ve deneyim” olarak tanımladığımız olguyla “yeni ilişki ve özneler” olarak tanımladığımız olgunun birbiriyle ilişkisini de buradan yorumlayabiliriz. Canlı ilişkiler içerisinde yaşama uygulanmayan (ve uyarlanmayan) bir birikimin üretici bir kapasitesi ve gerçekte bir değeri yoktur. Çünkü bu üretim herhangi bir üretim ya da amaçsız bir üretim değildir. Nasıl ki kapitalist üretim amaçlı (-artı-değer) bir üretim ise toplumsal sorunlara, sınıf çelişkilerine yönelen siyasi üretimin de bir amacı vardır. Bu amaç toplumsal bir devrimde tanımlıdır ve bunun için somut koşullara dayalı olarak siyasi ve örgütsel gelişimi, bunun üretimini amaçlar. Gündelik dilde sıkça başvurduğumuz “ilke ve anlayışlarımızı hayata geçirmeliyiz”, “teoriyi pratikle buluşturmalıyız”, “doğruları kendimizde cisimleştirmeliyiz” gibi cümleler tam olarak anlatmak istediğimiz ilişkinin bir ifadesidir aslında. Ancak “doğru”nun bir yerde “pratiğin” başka bir yerde, birbirinden kopuk bir şekilde konumlandığı koşullarda doğrunun “ölü” bir doğru; pratiğin ise “kör” bir pratik olması kaçınılmazdır. Kuşkusuz pratik her zaman eğitici ve öğreticidir; sınıf mücadelesinin işleyen yasaları içerisinde bu pratik, düşe kalka da olsa, doğruları yeniden üretebilir. Ancak bunun komünist pratik için bir “lüks”, gereksiz bir emek ve zaman kaybı olduğu da tartışmasızdır. Bu pratik aynı zamanda dar deneycilik hastalığına yakalanma riskini de içinde barındırır. Ki dar deneyciliğin ya da tersinden dogmatizmin komünist çalışmaya, daha genelde devrim mücadelelerine ne kadar büyük zararlar verdiği sayısız deneyimle sabittir. Oysa söz konusu doğrulara sınıfımızın, komünist partinin, bizden önceki yoldaşlarımızın sınıf mücadeleleri içerisinde büyük emekler ve bedeller üzerine ortaya çıkardığı, bu pratik içerisinden süzülüp gelen doğrular olarak bakabilirsek doğruların bize rağmen, bizim dışımızda olmayıp tam da bizi tanımlayan, bize ait doğrular olduğunu daha iyi kavrarız. Çünkü o “doğru”yu içselleştirecek ve yaşama kavuşturacak olan da bizden (pratik) başkası değildir. Ve yine o doğruyu yaşama uygulayarak sınayacak ve daha da geliştirecek olan da yine pratikten başkası değildir.
Teori, deneyim, ilke, anlayış ve doğrular olarak tartıştığımız olgular basit ya da tekil şeyler değildir. Bu nedenle onlara “neye göre kime göre” ciddiyetsizliğiyle yaklaşamayız. Evet bu genel ilke ve doğrular mucizevi bir reçete değildir. Ya da bir kere hatim edilip onu hatmeden kişileri kusursuz, hatasız, her meselenin akıl hocası yapan şeyler de değildir. Eğer öyle olsaydı salt kitabi bilgiye sahip dogmatik düşünürler devrimin önderleri, filozofları olurlardı. Oysa devrimin önderleri, her dönem sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına yanıt olan, teoriyi bunun hizmetine sokan ve bunun için de geliştiren komünistler olmuştur. Öyleyse temel alacağımız şey de sınıf mücadelesinin ihtiyaçları olmalıdır.
ÖZNELCİLİKTEN ARINMAK İÇİN İNCELEME TARZIMIZI DEĞİŞTİRELİM
Peki bu ihtiyaçlar nasıl ortaya çıkarılacak ya da tanımlanacaktır? Aynı gerçeğe bakıyor fakat farklı sonuçlara ulaşıyor ve farklı ihtiyaçları tanımlıyorsak ortada bir öznelcilik var demektir. Ya da genelde aynı ihtiyaçları tanımlamamıza rağmen izlenecek çizgi, yöntem ve pratikte bir çatışma halindeysek yine benzer bir durum geçerlidir. Eğer ortada bir öznelcilik var ise nesnel gerçeklikten değil kendi isteklerimizden doğru hareket ediyoruz demektir; öznelcilik de budur. Bu durumda en başta olguları “inceleme tarzımızı” masaya yatırmak zorundayız. Mao yoldaş inceleme tarzını ele alırken “bugünkü durumun incelenmesi, tarihin incelenmesi ve uluslararası devrimci tecrübenin incelenmesi”nden bahseder. Marksizm-Leninizmin evrensel gerçeğinin incelenmesi de söz konusu devrimci tecrübenin bir ifadesidir. Yine Mao, görece tam bilgiyi tartışırken “algısal” ve “mantıki” olmak üzere iki bilgiden söz eder ve ikincisini, ilkinin daha yüksek bir aşaması olarak tanımlar. Fakat burada kastedilen kitabi bilgi değildir; tam tersine Mao’nun, sadece kitabi bilgiye sahip kadroları her zaman olumsuzladığı hatta küçümsediği bilinir. Ona göre kitaplardan elde edilen “hazırlop bilgi” de büyük oranda “algısal ve kısmi bilgi” de eksik ve tek yanlıdır. Çünkü sağlam ve görece tam bilgi ancak bu ikisinin birleşmesiyle ortaya çıkabilir. Dogmatizm ve dar deneycilik olarak tartıştığımız sorunun ve çözümünün bir diğer ifadesi de budur.
Aynı gerçekliğe bakıp farklı şeyler görüyor; fikirsel hatta pratiğe sirayet eden bir çatışma yaşıyorsak bunun sonuca bağlanabilmesi, sorunun çözülmesi için de bir yönteme sahip olmamız gerekir. İşte bize bu yöntemi verecek olan MLM’nin (Marksizm-Leninizm-Maoizm) inceleme tarzı yani nesnel gerçeğin bilgisidir. Çünkü sadece tek bir doğru teori vardır; o da nesnel gerçeklikten çıkarılan ve gene nesnel gerçekliğin doğruladığı teoridir. Bu doğru teori her bir taktik mesele, güncel politika için de tanımlanabilir olmalıdır. Farklı yaklaşımları doğruda buluşturabilmek, ilke ve anlayışlarla pratiği birleştirebilmek için sadece tartışmak çoğu kez yeterli değildir. Çünkü aynı pozisyonda kalarak ve aynı fikirde ısrar ederek, hiçbir incelemeye girişmeksizin yapılacak olan tartışmaların ilerletici niteliği güdüktür. Hatta bu tür tartışmaların yorucu ve yıpratıcı bir tartışmaya evrilme olasılığı vardır. Oysa somut durumun incelenmesi, bu somutun ihtiyaçlarının net olarak tanımlanması ve buna uygun bir politikanın tanımlanması halinde doğruda ortaklaşmak da mümkün olabilecektir. Eğer “birikimli” yoldaşlarımız pratiğin incelenmesine gerekli özeni göstermez ya da tersinden “deneyimsiz” yoldaşlarımız pratiklerini teoriyle zenginleştirmezlerse tekrar tekrar aynı hastalıkların ve tartışmaların ortaya çıkmasının da önüne geçilemez. Çünkü ortada somut olarak tanımlanmış, bu anlamda merkezileştirilmiş bir politika; bu politikaya uygun kısa-orta-uzun vadeli plan ve hedefler yok demektir. Ya da bu gereklilikler yeterince işletilmemiş, süreç ciddiyetle ele alınmamıştır. Kısacası eğer doğruda buluşulmak ve tartışmalar ilerletici bir noktaya taşınmak isteniyorsa gerçeğin bilgisine başvurulmalı ve bunun için incelemelere girişilmelidir. Çünkü doğru tektir.
BÖLGECİLİK, DEVRİMİ KAVRAMAMAKTIR, SEKTER BİR EĞİLİMDİR
İrdelemeye çalıştığımız meseleler kolektif içindeki ilişkilerdir. Vurgulamaya çalıştığımız ise bu ilişkilerde ortaya çıkan sorunların inceleme tarzımız, çalışma tarzımız ve daha ileride öznelcilikle olan bağıdır. Mao yoldaş şöyle demektedir: “Partinin iç ilişkilerindeki sekter eğilimler, Parti içindeki yoldaşlara karşı kapalı-kapıcılığa yol açmakta ve Partideki birlik ve dayanışmayı kösteklemektedir. Partinin dış ilişkilerindeki sekter eğilimler ise Parti dışındaki insanlara karşı kapalı kapıcılığa yol açmakta ve Partinin bütün halkı birleştirme görevini yerine getirmesini engellemektedir.” Anlaşılacağı üzere parti içindeki ilişkilerin, halkla kurulan ilişkilerle kopmaz bir bağı vardır ve eğer parti içinde sekterizm söz konusu ise bu kitle çizgisinde de aynı yanlışa tekabül etmektedir. Tüm sekter düşüncelerin öznelci olduğunu vurgulayan Mao, bu durumun devrimin gerçek ihtiyaçlarına ters düştüğünü, bu nedenle de sekterliğe karşı mücadele ile öznelciliğe karşı mücadelenin bir arada yürütülmesi gerektiğini vurgular.
Öznelci yaklaşımın ve sekterizmin ortaya çıkardığı sorunlardan birisi “alancılık”, “bölümcülük/bölgecilik” olarak tanımladığımız sorunlardır. Bölümcülük/bölgecilik şu demektir: Tüm faaliyet içinde kendi sorumlu olduğu bölüme gereğinden çok önem vermek ve bütünün çıkarlarını kendi bölümünün çıkarlarına tabi kılmayı istemek… Bu hastalığın daha ilerisi “bağımsızlık” ilan etmektir ki sekterizm de zaten -kişi, grup ya da bölüm olsun- bu tutumla aynı içeriktedir. Ve burada da yine devrimin gerçek ihtiyaçlarıyla, MLM’nin kitle çizgisi anlayışıyla ters düşen bir yaklaşım söz konusudur. Çünkü devrim halkı oluşturan değişik sınıf ve tabakaları kapsamak zorunda olduğu gibi devrimi yapabilmek için de tek bir bölgeye ya da tek bir parti örgütüne değil bunların tümünün ortak hareketine ihtiyaç vardır. Başarı ancak kolektif bir hareketin sonucu olarak ortaya çıkar. Diğer yandan bu kolektif hareket kendi içerisinde esas ve tali ayrımlarıyla, genelden özele tanımlanmış hedefleriyle birlikte merkezi-birleşik bir hareket olmak zorundadır.
Örneğin bir bölgede yürüttüğümüz çalışmaların ya da kampanyaların amacına ulaşabilmesi, kitlelerde karşılık bulabilmesi için planlı ve disiplinli bir hareket tarzı gerekir. Üzerine iyi düşünülmüş, sistematik bir çalışma planı olmayan; hemen her bir başlığı ve adımı en başta ortaya konulmayan bir çalışmanın pratiğe geçildiğinde sorunlarla karşılaşması kadar doğal bir durum yoktur. Bu durumda disiplinli bir çalışma da mümkün olamaz. Çünkü disiplin, gerçekçi planlar ve bu planı hayata geçirecek organizmanın sistemli bir görev dağılımı üzerinden şekillenebilir. Sonuçta hedeflenen amaçlara yeterince ulaşılamaz, kitle çalışmamız ya da kampanyamız tam da kendi öznelciliğimiz ve plansızlığımız yüzünden çeşitli aksaklıklarla baş başa kalır.
Parti, bir alanı kapsayan çalışmalarda dahi gerektiğinde diğer alan örgütlerinin katılımı ve desteğini devreye koyabilir. Bu tamamen çalışmanın amaç ve kapsamına, aynı zamanda örgütsel gerçekliğe bağlı bir durumdur. Hangi biçimde olursa olsun (ister tek bir alan ister birkaç alan ya da tüm bir bölge) her bir çalışma, kolektifçe tanımlandığı oranda merkezi bir çalışmadır da. Fakat söz konusu birden fazla alanı ya da tüm bir bölgeyi ilgilendiren bir çalışma olduğunda, ihtiyaç bunu gerektirmişse bunun da en başta tanımlanması ve planlanması doğru olandır. Bu durumda kolektif nitelik ve ona bağlı olarak çalışma planı daha da merkezileştirilmelidir. Çünkü söz konusu olan merkezileştirilmiş bir birleşik çalışmadır. Mao yoldaş “iş bölümü” ve “merkezi birleşik önderlik”ten söz ettiği yerde şunları ifade eder: “Bu merkezi yöntem, iş bölümüyle birleşik önderliği birleştiren bu merkezi yöntem, belli bir görevi yürütmek için bütün işten sorumlu kişinin aracılığıyla çok sayıda kadronun seferber edilmesini hatta bazen örgütün bütün mensuplarının seferber edilmesini ve böylece bir bölümdeki kadro yetersizliğinin üstesinden gelinmesini ve çok sayıda insanın mevcut iş için faal kadro haline getirilmesini sağlar. Bu da önderliği kitlelerle birleştirmenin bir yoludur.” Dikkat edilirse Mao inceleme tarzı, çalışma tarzı, önderlik yöntemleri ve ideolojik hastalıklar üzerine her tartışmayı devrime, kitlelere, önderliğe ve kitle çizgisine bağlamaktadır. O halde kolektif içi ilişkilerde ortaya çıkan sorunların kaynağını da burada aramak ve yine çözümü buradan tartışmak gerekir. Doğruyu bulmak ve yanlışı mahkûm edebilmek için ihtiyaç duyduğumuz şey tam da bu somutun kendisini, başka bir deyimle maddeyi ve onun hareketini incelemektir. Bu yüzden Mao yoldaş öznelcilikle mücadele edebilmek için materyalizmi ve diyalektiği yaygınlaştırma çağrısı yapar.
ORTAK DAVADA TEK BİR BÜTÜN OLALIM
Alancılık, bölgecilik olarak tartıştığımız soruna benzer bir diğer sorun eski kadrolarla yeni kadrolar (dışarıdan gelen kadrolarla yerel kadrolar arasındaki vb.) arasındaki ilişkilerdir. En başta ortaya koymaya çalıştığımız “teori-pratik”, “dar deneycilik-dogmatizm”, “algısal bilgi-mantıki bilgi” gibi konularla da beraber düşünülebilecek bu sorun kolektif çalışmalara olumsuz etki eden sorunlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu konudaki temel anlayışı Mao yoldaş ortaya koymuştur: “Eğer Partimiz, eski kadrolarla birlik ve iş birliği içinde çalışan çok sayıda yeni kadroya sahip olmazsa, davamız yarı yolda kalır. Bu nedenle, bütün eski kadrolar yeni kadroları büyük bir coşkuyla karşılamalı ve onlara yakınlık göstermelidir. (…) Genellikle, eski kadroların yönetici durumda olduğu yerlerde, eğer yeni kadrolarla ilişkiler iyi değilse bunun sorumluluğu eski kadrolara yüklenmelidir.”
Temel anlayış bu olmakla birlikte yeni kadroların eksiklikleri de şunlardır: Devrimci mücadele içinde uzun bir süre bulunmamışlardır, bu anlamda deneyimsizdirler. Hatta bazıları toplumdan aldıkları burjuva-feodal ideolojinin izlerini taşımakta ve beraberlerinde küçük burjuva ideolojisini taşımaktadırlar. Doğal olarak devrimci mücadele içerisinde eğitilmeye ve çelikleşmeye ihtiyaçları vardır. Yeni kadroların güçlü yanı ise yeni olana son derece açık olmaları, büyük ölçüde de coşkulu ve faal olmalarıdır. Bunlar bazı eski kadroların yoksun oldukları niteliklerdir. Ancak bu çelişkinin tek bir çözümü vardır ki o da ortak davada tek bir bütün halinde birleşmek, sekterizme karşı uyanık olmak, birbirine saygı göstermek, birbirlerinden öğrenmek ve birbirlerinin güçlü yanlarından ders çıkararak eksiklikleri gidermektir. Mao yoldaşın bize öğrettiği budur; enternasyonal proletaryanın ve partimizin binlerce deneyimden süzülerek bugüne taşınan doğru da budur.
Sonuç olarak parti içi ilişkilerde ortaya çıkan her bir sorunda; soruna materyalistçe yaklaşmalı, sorunu diyalektik süreci içerisinde kavramalı ve kitle çizgimizle birlikte tartışmalıyız. Tüm bunlar devrimin ve devrimci partinin olmazsa olmazlarıdır; partiyi oluşturan özneler de bu bütünün parçalarıdır. Tek bir kişi, tek bir parti örgütü veya tüm parçalar aslında bir ideoloji ve çizginin taşıyıcısıdırlar. Farklı düştüklerinde de ortak hareketi güçlendirdiklerinde de her zaman temsil edilen bir çizgi mevcuttur. Doğal olarak ortaya çıkan çelişki ve anlaşmazlıklara, salt kadrolar ve parti örgütleri arasında cereyan eden ilişkiler olarak değil esasta MLM’nin ve kitle çizgimizin kavranışı ve uygulanmasındaki çizgi, tarz, yöntem farklılıkları olarak bakmak daha bilimsel bir tutum olacaktır. Meseleye böyle bakıldığında öznelcilikle ve örgütsel ilişkilerde ortaya çıkan sekterizm gibi hastalıklarla daha soğukkanlı ve kararlı bir biçimde mücadele etmenin de önü açılacaktır. Mao yoldaşın dediği gibi “Partimizin saflarının düzenli olması, uygun adım yürümesi ve iyi savaşması için bütün bu ilişkilerde komünizm ruhunu geliştirmeli ve sekter eğilimlere karşı uyanık olmalıyız.” Ve bunun için partinin çıkarları, tek bir kişi veya bölümün çıkarlarından her zaman daha üstte tutulmalıdır.