RÖPORTAJ-1 | “Bu öfke yığınların ve devrimci, demokrat, anti-faşist kitlelerin ortak mücadele dinamiği haline getirilmelidir”

Kandıra 1 Nolu F Tipi Hapishanesi’nde bulunan tutsak Partizan İsmail Yılmaz’ın gazetemiz Yeni Demokrasi için farklı hapishanelerden tutsaklarla, “pandeminin hapishaneye etkileri” konulu röportaj dizisinin ilk bölümünü yayınlıyoruz.

İsmail Yılmaz: Sevgili başkan, kamuoyunun yakından tanıdığı bir siyasetçisiniz. Neden hapiste olduğunuz, neden yeni soruşturmalara maruz kaldığınız bilinmektedir. Hatırlatmak bakımından da olsa ne demek istersiniz?

Figen Yüksekdağ: HDP’ye yönelik siyasi darbe ve tasfiye operasyonu sonucu 4 Kasım 2016 tarihinde tutuklandım. Daha önce de sosyalist sola yönelik tutuklama operasyonlarında kısa süreli tutsaklık süreçlerim oldu. Son 5 yıldır aynı operasyonda tutuklandığımız Selahattin Demirtaş ve milletvekili, belediye başkanı arkadaşlarımla birlikte hapislik sürecimiz devam ediyor.

Bu süre içerisinde oldukça fazla sayıda davanın, artarda açılan yeni soruşturmaların da hedefi olduk. Hapishane koşullarımız zaten belli. Her gün daha ağırlaşan tecrit ve hak gaspları genelin parçası olarak bizlerin de temel sorunu ve gerçeği. Özgün kimliklerimizden dolayı planlı, maksatlı zulüm uygulamalarıyla da karşılaştık. Temsil ettiğimiz politik halk ve kadın iradesini temsil almak, hiç değilse yıldırmak, silikleştirmek için sistematik ve kesintisiz saldırıların hedefi olduk. Tutsaklığımızın nedeninin ve tekçi faşist rejimin hedefinin idrakinde olduğumuzdan, direnç ve karşı duruş çıtamız da buna göreydi elbette. Halklarımızın kendi iradesine ve onu temsil eden bizlere olan güvenini, umudunu kırma hamlelerini bugüne kadar boşa çıkardığımızı düşünüyorum. Bundan sonrası da bu özgüveni, direnci, kazanma kararlılığını daha üst seviyede örgütlemektir.

İsmail Yılmaz: Bize kendinizi tanıtır mısınız; hangi davadan yargılandınız, yargılanıyorsunuz, kaç yıldır hapistesiniz, ne zaman çıkacaksınız?

Gazel Bulut: Ben Gazel Bulut. Eski Özgür Gelecek Gazetesi Dersim muhabiriydim. 2013 yılında Dersim’de Özgür Gelecek Gazetesi’ne yapılan operasyonla gözaltına alınıp tutuklandım. Yaklaşık bir yıl kadar sonra tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildim. TKP/ML davasından yargılanıp 10 yıl 10 ay hapis cezası aldım. Dosyamın Yargıtay tarafından artı iki yıl ceza istenip onanmasının ardından 2017 yılında tutuklandım. Birkaç hapishane gezdikten sonra son olarak Kandıra F Tipi hapishanesinde 4 yıldır hükümlü olarak bulunuyorum. Yaklaşık 4 yıl kadar daha buralarda olacağım gibi görünüyor.

İsmail Yılmaz: Koronavirüs salgınının hapishane hayatınıza yansımaları nelerdir? Hücre yaşamınızı nasıl etkiledi, etkiliyor. Hastane, mahkeme, gidiş gelişleriniz sırasına ne gibi sorunlarla karşılaştınız, karşılaşıyorsunuz?

Figen Yüksekdağ: Mevcut iktidar her musibeti hak ve özgürlüklerin tasfiyesi için fırsata dönüştürme rutinini koronavirüs salgınında da bozmadı. Sadece hapishanelerde değil, hayatın her alanında baskı ve kriz fırsatçılığını yayarak pandemi sürecini sosyal bir hastalığa dönüştürdü. Toplumsal muhalefeti bastırmak, diktacı uygulamaları kurumsal güvenceye almak, halkın bütün nefes borularını kesmek için salgın tedbirleri bahane edildi. Bu tür dönemlerde yurttaşların yaşamını kolaylaştırma, sağlık ve ekonomik olanaklarını geliştirme gibi işlere yaraması gereken kamusal güç, tam tersine kullanıldı. Salgın yönetiminde berbat bir sınav veren iktidar bu süreci halkı yönetme biçimine dönüştürdü. Böylece meşruiyetini ve toplumsal desteğini yitirmiş bir iktidar olarak yaşadıkları yönetme krizinden çıkmayı hedeflediler. Ama sonuç ortada. Toplum ve mücadele dinamikleri pandeminin yol açtığı şok ve pasifize olma durumunu aşarken, iktidarın krizi daha derinleşti.

Hapishanelerde ise uzun yıllar ve zorlu, can bedeli mücadelelerle kazanılan haklar pandemi bahanesiyle gasp ediliyor. Mahpuslar tamamen tamamen dışarıdaki yaşamdan yalıtılmış durumda. Ayda iki kapalı görüş ve haftalık telefon görüşmeleri dışında ailelerle temas yok. Birçok yerde iletişim ve görüş cezalarıyla bu olanaklar da ortadan kaldırılıyor. Bu süreçte devreye konulan kitap, dergi, gazete kısıtlama ve yasaklarıyla bilgiye, habere ulaşma kanalları tıkandı. Sohbet-spor hakkı, siyasi iktidarın hak gaspı politikaları gereği kullandırılmıyor. Zira dışarıdan tamamen yalıtılmış, hastaneye, mahkemeye gittiğinde 15 gün karantinada kalan tutsakların bir araya geldiğinde virüs kapması, bulaştırması imkânsız. Hastaneye gidiş-gelişler ayrı bir sorun. Biz dizi zorluğu ve karantina koşullarından dolayı çoğu insan tedavisini erteliyor ve çok mecbur kalmazsa hapishaneden çıkmıyor. Yani en basit ve kontrollü normalleşme uygulaması bile buralara uğramadı.

Tecridin ulaştığı seviye hapishane yaşamını daha zorlu hale getirdi. Bilhassa F tipinde mekânsal kısıtlılık ve izole koşullara bağlı sağlık sorunları baş gösteriyor. Bedensel ve ruhsal sağlığını korumak için iki kat daha fazla direnç geliştirmen gerekiyor. Maalesef kimi örneklerde bu dirence sahip olmakta yetmiyor. Sayısı binlerce ifade edilen hasta tutsak, pandemi sürecinde ölüm ve zulümle burun buruna yaşam mücadelesi veriyor. Kadın katilleri, şiddet suçluları, mafya ve çete unsuları salgın tedbirleri kapsamında sokağa salınırken, hasta siyasi tutsakların cezaevlerinden cenazesi çıktı. Yani nereden bakarsanız korona sürecini bizlere yönelik düşman hukukunu uygulama zemini olarak değerlendirdiler.

Gazel Bulut: Koronavirüsün şüphesiz en çok etkilediği alanlar, hapishaneler oldu. Var olan tecrit ağırlaşarak iki yıla yakın zamandır tüm yaşam alanlarımıza sirayet etmiş durumda. İnsana ve yaşama dair en küçük hakkı bile gasp ettiler.

Pandemi döneminde çıkan infaz yasasıyla birçok kadın katili, çeteci, uyuşturucu satıcısı önce açık cezaevine ardından izinle dışarı gönderildi. Geride kalanlar için ise korona bir işkence aracına dönüştürüldü. Her daim Allah’ın bir lütfuna muhtaç olan ve kendini öyle aklayan iktidar için biçilmiş kaftan haline geldi korona tedbirleri. Tabi bu tedbirler dışarıda ve içeride özelde muhalifler söz konusu olduğunda geçerli duruma geliyor. Ben yaklaşık iki yıldır hapishane dışına çıkmadım. Hastane veya mahkemeye gitmedim. Gidiş-gelişlerde yaşanan zorluklar ve 14 günlük karantina süresi nedeniyle birçok şeyi ertelemek durumunda kalıyoruz. En başta da sağlık. İnsan hayatının söz konusu olduğu bir durumun en son ertelenen şey olması gerekirken bu koşullarda mecburen bir tercih yapmak durumunda kalınıyor. Özellikle uzun zamandır hapishanede olan tutsaklar için 2 yıla yaklaşan tecrit koşullarından çıkıp böyle bir temponun içine girmek dahi vücut dengesinin bozulmasına neden oluyor. Birçok yerde olduğu gibi hücrelerde ki arkadaşlarımızla yaptığımız sohbetlerimiz, spor etkinlikleri tamamen kalktı ve bir süre daha böyle gideceğe benziyor. Kimseyle teması olmayan biz mahpusların birbirimizle görüşmemizde nasıl bir sorun olabilir. Hepimiz çift doz aşımızı olduk. Artık ne gibi engel çıkabilir! Korona maskesinin ardından olsa olsa faşizm çıkabilir.

İsmail Yılmaz: Koronavirüs salgını aileniz üzerinde ne gibi etki bıraktı, ilişkilerinize bu nasıl yansıdı, yansıyor?

Figen Yüksekdağ: Ailemiz ile ilişkimiz, diyaloğumuz çok zorlandı. Zaten sadece aileyle diyaloğumuz var onlarla da neredeyse 2 yıl olacak açık görüş yapamıyoruz. Oysa ki hapishanelerde iç mekân düzenlenmesiyle maske-mesafe gibi tedbirleri gözeterek açık görüşler başlatılabilirdi. Kapalı mekanlarının parmaklıklı, çift camlı ve telefonlu iletişim ortamında ailemizi görüp-duymakta bile zorlanıyoruz. Dışarıda bilmem kaçıncı normalleşme deneyimi yaşanırken, hapishanelerde görüşlerimiz, insanla temasımız en anormal dönemini yaşıyor. Kasıtlı bir durum tabii. Sayısız örnekten bizim sağlığımızı düşünmediklerini biliyoruz. Maksat zulümleri artsın.

Salgın döneminde ailemiz, dostlarımız, yoldaşlarımız için ciddi düzeyde kaygılandık. Sağlık ve temel yaşam hakkını öncelemeyen bir sistemin acı sonuçları, kayıpları yaşandı. Burada bazı arkadaşların ailesinden, tanıdığımız, sevdiğimiz dostlarımızdan kaybettiklerimiz oldu. Yine bu süre içerisinde birçok aile bireyini göremedik. Mesela babamı en son 2 yıl önce gördüm. Yaşı ve hastalığı olanlarla görüşemedik. Bütün bu koşullar ailemizle ilişkilerimizin sınırlanmasına yol açtı.

Gazel Bulut: Koronavirüs salgınının toplumun büyük kesiminde zaten sosyo-psikolojik sorunları ortaya çıkardığı, bilim insanlarının da tespitiyle ortaya konuluyor. Biz mahpuslar ve mahpus yakınları üzerinde daha derin etkiler bıraktığı şüphe götürmeyen bir gerçek. Zaten mevcut bir tecrit ile muhatapken ailelerimizden, toplumdan izole edilmişken, koronavirüsün ortaya çıkardığı ağır tecrit durumunda, normalde insan duygularını olumlu ya da olumsuz etkileyen şeyler bu koşullarda daha fazla ağırlaşıp yoğun zihinsel etkiye yol açıyor. Ayda iki defa yapılan kapalı görüş ve haftada yalnızca 20 dk telefon görüşü dokunamadığımız, sesimizi herhangi bir engele takılmadan direkt ailemize iletemememiz onların da bu tecridi yoğun yaşayıp hissetmelerine neden oluyor. Yakınlarının hapishanede olmasına üzülürken gelip bu koşullarla her defasında yüzleşmeleri bizler üzerinden ailelerimize uygulanan bir cezalandırma işlemine dönüşüyor.

Benim 0-6 yaş arası bir kızım var. Koronanın ülkede görülmesinden itibaren bir buçuk yıl boyunca beni hiç göremedi. O süre içerisinde oyunlarımız, sevgimiz anne-çocuk ilişkisine dair tüm paylaşımlarımızı haftalık 20 dakikalık telefon görüşmesine sığdırmaya çalıştık. Kapalı görüşe bir kez geldi ve bana ulaşamadığı, dokunup sarılamadığı için çok üzüldü. Aramıza giren çift camdan, parmaklıktan korktu. Böyle olunca kıyamazdım, görüşe gelmesini istemedim. Ancak bir buçuk yıl sonra yanıma alabildim ve 1 ay yanımda kaldı. Geldiğinde artık bir bebeğim yoktu. Kocaman bir kız çocuğu olmuştu.

İsmail Yılmaz: Egemen güçlerin koronavirüs salgını üzerinden izledikleri politikayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Figen Yüksekdağ: Koronavirüs salgını küresel kapitalizmin küresel çapta yarattığı insani krizlerden biri. Salgının ortaya çıkışı da yönetilemeyişi de derin sınıf çelişkilerinin servetle insan ve emek arasındaki uçurumun sonuçlarına işaret ediyor. Kapitalizm nereye bakarsanız bakın bir tükenmişlik sendromu yaşıyor. Ama pandemi sürecinde gördüğümüz gibi kendisiyle birlikte tolumu ve doğayı da tüketiyor. Şimdi salgının ortaya çıkardığı ekonomik-sosyal veriler üzerinden sistemi yeniden düzenleme ve kapitalist-emperyalist yapıyı yeniden üretme işine koyuldular. Ama büyük felaketlerle kendini dayatan gerçeğe bakarsanız bu dünya düzeni daha fazla sömürü, yoksulluk, savaş ve adaletsizliğin ötesinde daha çok pisi pisine ölüm demek. Egemen rejimlerin ana stratejisi de bu gerçeği gören-yaşayan halkları baskı ve otoriteyi artırarak kontrol altında tutmak. Bunu koronavirüs tedbirleri kılıfı altında bugüne kadar yaptılar zaten ve yine böyle ilerleyeceklerin görülüyor.

Türkiye şartlarında ise pandemiyi “Allah’ın lütfuna” dönüştürme çizgisi hâkim. Sokak hareketini, her tür muhalif girişimi, OHAL-darbe yasaları ya da uygulamalarıyla kuşattılar. Bir taraftan da kapanma ve kısıtlamaların ekonomik faturası halkın sırtına yüklendi. İşçi, esnaf, günlük nafakaya çalışan emekçiler açlığa terkedildi. Saray ve maiyeti gittikçe zenginleşirken, emekçilere asgari yaşam ihtiyaçlarını karşılayacak destek verilmedi. Virüs bahanesiyle esnek ve güvencesiz çalışma yerleştirildi. Yani bu süreçte ekonomik ve insani kriz iç içe geçerek, egemen güçler tarafından toplumun tüketilmesinin en açık ifadesi oldu.

Ülkeyi rızaya dayalı biçimde yönetemeyen iktidar, artarda siyasi baskı ve hak gaspı yasaları çıkararak, militarist ve mafyatik örgütlenme ağını genişleterek, halkları ırkçılıkla, savaş politikalarıyla kutuplaştırarak yönetim gücü kazanmaya çalışıyor. Pandemi dönemi boyunca sokakta yaprak kıpırdasa saldırı nedeni saydılar. Devrimci, demokrat, yurtsever kesimlere kesintisiz gözaltı-tutuklama operasyonu düzenlediler. İşkence, kaçırma-kaybetme, ajanlık dayatması gibi koyu faşizm uygulamaları rutine bağlandı. Çıkarılan savaş teskereleri, sınır ötesi operasyonları, HDP’ye kapatma davası, İstanbul Sözleşmesi’nin feshi derken, halklara ve kadınlara savaş, ölüm, esaret dışında seçenek bırakmama çizgisi izlendi. İnsanların sosyal medya kanalından bir nebze söz söyleme, nefeslenme olanağına da tahammül gösterilmedi. 1,5 yılda 2-3 kez sosyal medya ve basın alanına yönelik tasfiye yasaları çıkarıldı. Evinde oturup twit atan sadece bir gerçeği paylaştığı için terörist sayılıp kapısı kırılarak gözaltına sayısız yurttaş oldu. Siyasi iktidar pandemi sürecini muhalefeti “tam kapanma” taktiğinin vesilesine dönüştürdü. Ama çok ağır saldırılara ve tahribata rağmen geriye düşüşünü durduramıyor. Oluşan tepki birikiminin basıncı ve kendi içindeki önlenemez çelişkilerin etkisi onu her zamankinden daha zayıf ve kırılgan hale getiriyor.

Gazel Bulut: Esasta korona iklim sorunu gibi yine insan kaynaklı biyolojik atıklar, kimyasallar vb. faktörlerin yol açtığı ekosistemin sistematik bozuluşunun sonucu olarak ortaya çıktı. Egemenler doğa, insan, yaşam ve üretime dayalı politikalar geliştirmedikleri için ve geliştirmemeye devam ettikleri sürece bu böyle devam edecektir. Bunu son yüzyılda yaşanan virüs salgınlarından, toplumu ekonomik sorunlardan ve afetlerden görebiliriz. İşgal, talan, sömürü ve karın temel oluşturduğu politikalarından pandemide de vazgeçmediler. Uyguladıkları yanlış politikaların ilk kurbanları yaşlı nüfus oldu. Kapitalizmin mantığı zaten işlevini yitirdin mi yoksun. Pandeminin başında bu temelde yaklaşıldı koruyucu ve kapsayıcı politikalar geliştirilmedi. Ekonomi çarkı dönsün diye tedbirleri gevşetip sosyal mesafe ve maskeyle idare etmeye çalıştılar. Sonuç ölen milyonlarca insanın çoğu sermaye için “işlevini yitirmiş”, “emek gücünü kaybetmiş” kişiler. Geri kalanlarsa sermayenin kayıplarını telafi etmek üzere açlıkla sınanarak ölümle yüz yüze bırakıldı. Çocukların geleceklerinden iki yıl çaldılar. Mevcut eğitim sisteminin bozukluğunu, eşitsizliğini en çok ve net şekilde koronada gördük. Aileler evlerde çocuklarının derslerini izlerken öğretilen çarpık düşünceleri gördüler. Ayrıca parası olanın özel okullarda hijyenik ortamlarda ders görebildiklerini de kirasını, elektriğini ödeyemediği için çocuğunun aslında dersleri tek takip aracı olan telefonu satanları da gördük. Ancak iktidara bakılırsa her şey güllük gülistanlık.

İsmail Yılmaz: Devrimci, demokratik güçler bu süreci nasıl karşıladı, karşılıyor? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Figen Yüksekdağ: Sürecin başındaki kararsızlık, paralize durumunun aşıldığını söyleyebiliriz. Ama gerekenden daha geç bu düzeye gelindiğini de atlayamayız. Devrimci, demokratik hareketin reflekslerinin, yeni ve alışıldık ötesi durumlara adaptasyon düzeyinin sınandığı bir dönemdi. Sallantı ve geriye düşüşler yaşandığı gerçeğiyle doğru, özeleştirel biçimde yüzleşmeliyiz. Farklı ve olağanüstü koşullara göre farklı hareket ve örgütlenme yöntemleri geliştirme, üretkenliği artırma, egemen güçler negatif anlamda pandemiyi fırsata dönüştürürken pozitif fırsatlar yaratma ve değerlendirme iradesi daha ileri olabilirdi.

Bilhassa sokağa çıkma, eylem, etkinlik yasakları karşısında ilk dönem ciddi bir atalet hali hakimdi. Ancak sonra daha net görüldü ki, asıl ölüm ve felaket toplumun hareket damarlarını kurutmak ve kapatmak. Üstelik çok açık bir çifte standart dayatılarak, AKP’nin tıka-basa kongre, miting yaptığı atmosferde halk muhalefetine yasakların uygulanması, daha birleşik ve yaygın tepkiyi hakkediyordu. Aynı dönemde dünyada çok güçlü toplumsal hareketlerin isyanların yaşandığını da kaydetmek gerekir.

Tabii irili-ufaklı ve tekil direnişlerin, öncü çıkışların geliştirildiğini belirtmeden geçemeyiz. Sonraki aşamada 8 Mart, 1 Mayıs, Newroz; daha belirgin ve örgütlü olarak da Boğaziçi direnişi gidişatı değiştirdi. HDP’nin halk buluşmaları ve devrimci demokratik öznelerin antifaşist güç birliği hareketi ilerlemenin yönünü belirliyor. Asıl pandeminin ekonomik ve siyasi ağır sonuçlarının yarattığı yıkımın ortaya çıktığı bu günlerde hem halkla buluşmaya hem de öncü çıkışlara ihtiyaç var. Tarihte böylesi zamanlar sık yaşanmaz. Yaşandığında da devrimci, demokratik hareketin tarihsel rolünün farkındalığıyla kendini ortaya koyması çok önemli.

Gazel Bulut: Devrimci demokratik güçlerde de ilk etapta küresel bir salgının getirmiş olduğu temkinli davranma hali mevcuttu. Mesele halk sağlığı olunca bilimsel verileri ve önerileri görüp incelemek ve politikalar geliştirmek gerekiyor. Ancak mevcut iktidar bu durumu fırsata çevirip bu durağanlık halini kendi lehine çevirmeye çalıştı. Kürtler üzerinde yürütülen savaşın bir devamı olarak HDP’ye yapılan saldırılar, kapatma davası, kadın ve LGBTİ+’lara yönelik cinsiyetçi ve nefret söylemleri bununla beraber yapılan düzenlemeler vb. birçok hak gaspı ve pandemi nedeniyle derinleşen yoksulluk ve krizin artık yeter denildiği bir evreye kadar gelmiş durumda. Geniş halk yığınlarının ellerinde avuçlarında ne varsa tükendi. Krediler ödenemiyor, köylünün üretim araçları icra ediliyor. Üstüne baskı ve otoriteyi artıran iktidar sistemi yeniden düzenlenmeye çalışılıyor. Tüm bu birikimler tabanda bir öfke birikimine neden oluyor. Bu öfke emekçi ezilen yığınların ve devrimci, demokrat, anti-faşist kitlelerin ortak mücadele dinamiği haline getirilmelidir.

İsmail Yılmaz: Koronavirüs salgınının en çok kadınlar üzerinde etkili olduğu görülüyor. Sizce bu etkiler nelerdir? Ne gibi sorunlara yol açtı, açıyor?

Figen Yüksekdağ: Zaten tarihsel ezilmişliklerin kökeninde eve kapatılmak olan kadınlar, salgın döneminde eve mahkûm edildi. Elbette bu yoksulluk, şiddet ve cinayete mahkûmiyet anlamına geliyor. Çok kullanılan bir ama pandeminin en ağır etkilerini, kayıplarını yine kadınlar yaşadı. Her toplumsal, tarihsel dönemeçte erkek egemen, kapitalist, faşist yapılar tarafından kadına yönelik ayrımcılık, esaret ve şiddet yeniden üretiliyor. Bugün de varlıklarını borçlu oldukları ezberi tekrar ediyorlar.

Sözde salgın tedbirleri uygulanmaya başladığından beri, ilk işten atılanlar kadınlar oldu. Ekonomik kriz ve derin yoksulluk şartlarında tencere kaynatmak zorunda bırakılanlar, evden çıkamayan çocuklara, yaşlılara, hastalara bakmaya mecbur kalanlar, erkeklerin psikolojik- fiziksel şiddetine uğrayanlar yine onlardı. Erkek egemen, gerici iktidara bu da yetmedi. Kadınların şiddete ve cinayetlere karşı en önemli güvencesi İstanbul Sözleşmesi devre dışı bırakıldı. Kapanma döneminde artış gösteren şiddet ve cinayetler, bu saldırı hareketinden sonra çığırından çıktı. Kadınlar koruma, önleme tedbiri olmaksızın katil erkeklerin önüne atılıyor. Çocuk yaşta evlilikleri yasal güvence altına alma politikalarıyla kız çocuklarına yönelik tecavüz, istismar yerleştirilmeye çalışılıyor. Katillere ve şiddet faillerine kayırma ya da cezasızlık rutini ise aynen devam ediyor.

Bu kadar felaket içinde felaket tablosuna rağmen kadın hareketi, sokak yasaklarının, OHAL saldırılarının en yoğun olduğu dönemde sokağı boş bırakmadı. İstanbul Sözleşmesi’nin feshine karşı geliştirilen mücadele, bu tarihsel süreçte geliştirilen en önemli kitle hareketi olarak öne çıktı. Kadınlar bireysel düzeyde de dayatılan koşullara, şiddete, cinayete boyun eğmeme iradesini büyütüyor. Ağır hak gasplarının, kadın kırımının yaşandığı bir atmosferde, en iyi ve önü açık gelişme de budur sanırım.

Gazel Bulut: Korona döneminde cins olarak kadınlar kazanılmış haklarında en az 20 yıl geriye götürülmeye çalışıldı. Ancak alanlar ve yaşamın her alanında “varız ve vazgeçmiyoruz!” diyerek olmaya devam ettiler ve edecekler. Yıllık istatistiklere bakıldığında korona dönemi kadına şiddet ve kadın cinayetleri artmış durumda. İstatistiklerde sadece kayıtlı olanlar, kayıt dışı ya da kayıtlara intihar vb. olarak geçenlerde düşünülürse korona dönemi kadın sağlığı ve yaşamı ciddi tehlike altında diyebiliriz. Çıkarılan infaz yasasıyla serbest bırakılan katiller açık cezaevlerinden izinle gönderilen kadına şiddet suçlarıyla evlerde yalnız bırakılan kadınlara sesini çıkarmaması dayatıldı. İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasıyla kazanılmış hakları ellerinden alınmaya çalışılıyor. Ancak kadınlar aylardır alanlarda, katledilen arkadaşlarımızın isimlerini haykırarak “vazgeçmeyeceklerini” ilan ediyorlar. Ayrıca işten çıkarmaların önü açılınca ilk olarak çalışma ortamından uzaklaştırılan evlerine gönderilen yine kadınlar oldu ya da işlerinden ayrılmak zorunda bırakıldılar. Okulların kapalı olması devletin kreş, koruma, bakım hizmeti verememesi çocuk bakımı konusunda ilk etapta kadınların eve dönmesine neden oldu.