2002 Mart ayında henüz seçim kazanmamış Tayyip Erdoğan, 1997’de devletin katliamcı, faşist yüzünü tüm gerçekliğiyle açığa çıkaran Susurluk olayı ile ilgili “Bu olay adeta ortada bırakıldı, neticelendirilmedi. Ama biliyorsunuz; tarih hiçbir şeyi ortada bırakmaz. Gün olur bütün çıplaklığıyla ortaya koyar” diyordu. Şimdi Susurluk’a benzer şekilde, Sedat Peker’in Süleyman Soylu başta olmak üzere, düne kadar içinde olduğu AKP-MHP faşist kliğinin ve devletin işledikleri suçlara ve ilişkilerine yönelik ifşaları karşısında “İçişleri Bakanımızın yanında olduk, yanındayız ve yanında olacağız. Hedefin İçişleri Bakanımız değil büyük ve güçlü Türkiye’nin inşası gayretleri olduğunu anlamak için kullanılan araçlara ve onları kullananların silüetlerine bakmak yeterlidir” (27 Mayıs 2021) diyerek faşist egemen sınıf kliklerinin nasıl riyakâr olduğunu ispatlıyor.
Ancak Tayyip Erdoğan, Soylu’yu sahiplenme noktasına öyle kolay ve ilk anda gelmedi. Sedat Peker’in açıklamaları, 1990’lardaki devlet eliyle gerçekleşen birçok katliamın herkesin bildiği faillerini yeniden gündeme getirdi. Ama bunun yanında özellikle Mehmet Ağar ve onun etrafında kümelenmiş tescilli faşist ekibin hala ne düzeyde etkin olduğu ortaya çıktı. Gerçekleşen tecavüzlerin üstünü örtmek için cinayetlere baş vurulması, FETÖ’cü avının bir sermaye devşirme operasyonlarını içermesi, uyuşturucu baronluğunda devletin merkez roldeki yeri, gerici ağlarla örülü ve vatan-millet-sakarya şapkasıyla vitrinde boy veren “gazeteci-siyasetçi-mafya-devlet” ilişkisinin mide bulandıran kaynaşmasına dair tablo, ana hatlarıyla kısa sürede ortaya serildi.
Bir yandan halka her gün “bir suç örgütü liderini mi ciddiye alacağız” öğütleri, diğer yandan günlerce İçişleri Bakanının TV kanallarında bu ifşalara yanıt verme(me) ve savunma halleri bir paradoks ve sarmal şeklinde yaşandı, yaşanıyor. Bu gelişmeler, AKP-MHP arasındaki çatlakların, AKP içindeki klikleşmenin ve aynı zamanda çatışmaların belli yönleriyle su yüzüne çıkmasını da getirmiştir.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “suç örgütü lideri ve hatta pislik” Sedat Peker ile birkaç hafta boyunca TV ekranlarında, sosyal medyada atışmıştır. Adeta Süleyman Soylu, Sedat Peker ile baş başa bırakılmıştır. Bu süreç boyunca Tayyip Erdoğan, “şahsının bakanının” kavgasını seyretmiş, en ufak bir destek açıklaması ya da tersinden doğrudan bakanı suçlayıcı bir açıklama yapmamıştır. Adeta açık bir yıpratma politikası, kendisine daha fazla bağlama ve mahkûm etme süreci yaşanmıştır. 26 Mayıs’ta grup toplantısında açık ancak coşkulu olmayan, imalarla dolu bir sahiplenme tutumunu “nihayet” göstermiştir. Ondan hemen önce ise Devlet Bahçeli, “İçişleri Bakanımızın boynuna kimse tasma geçiremez” gibi Sedat Peker’in “tasmayla dolaştıracağım” açıklamasına gönderme yapan bir “garip” ancak “manidar olan” argümanla sahiplenme tutumu benimsemiştir. Bu tasma takmayı AKP içindeki mücadeleye mi yoksa direkt Peker için mi söylediği tartışılır.
Yaklaşık 2 haftalık Soylu-Peker tartışması boyunca, gerek AKP-MHP arasında gerekse AKP içinde ciddi bir kapışma, savaşım, pazarlık ve nihayet denge bulma mücadelesi yürümüştür. Bu mücadelenin ise “şimdilik” kaydıyla ve yeni hamleler gelene kadar zayıf, temkinli bir sahiplenme ile geçici bir denge bulduğu görülmektedir. Ancak yaşanan bu krizin, yarattığı ilk sonuçlar ve etkilere bakıldığında bir anda çıkmadığı, bir anda da kapanmayacağı görülmektedir. Zira, Sedat Peker’in bu açıklamaları ne “kızına doğrultulan silah” ne de “eşinin maruz kaldığı” muameleden kaynaklanan “delikanlılık raconunun” sonucudur. Bu onun “halkla ilişkiler” yöntemi ve kamuoyu oluşturma biçimidir. AKP içindeki klikler ve AKP-MHP arasındaki yürüyen savaşımın, mücadelenin bir sonucu, uzantısı ve ona sıkıca bağlanmış bir yapısı söz konusudur. Bu kliğin içinde uzun süre yer alan Sedat Peker, bulunamayan dengelerin, çözülemeyen iç krizin sadece ve her zamanki gibi bir tetikçisi rolündedir.
Zira Süleyman Soylu, savunmasını vermek için çıktığı TRT ve Habertürk’te Sedat Peker ve iddiaları dışında doğrudan isimler zikrederek, imalarda bulunarak krizin çok katmanlı, derin ve bir güç mücadelesini içerdiğini gösterdi. Her iki programda da Mehmet Ağar’la geçmiş kavgalarına gönderme yapmakla yetinmedi, aynı zamanda bugün de aldığı konumlanışın onun karşısında olduğunu anlatma ihtiyacı duydu. DYP dönemindeki iktidar mücadelesi ve karşıtlıklarını bugünkü konumlanışının delilleri olarak ortaya koydu. Yine Yalıkavak Marina Yönetim Kurulu başkanı olmasını doğrudan hedef aldığı gibi, Ağar’ın Yalıkavak Marina’yı himaye altına aldığına dair açıklamasını da hedefine koymuştu. İçişleri Bakanlığı ya da polis teşkilatının hangi ittifakla yönetildiği ve kimin kontrolü altında olduğuna dair açık mücadelenin sürdüğünü gösteren bir resmi önümüze koymuş oldular. AKP ve Erdoğan’a, Ağar ve ekibinin bürokrasideki etkinliğiyle tam olarak kol kola olmadığı ya da henüz “gemiyi” terk etmediğini ispatlama çabası öne çıkmıştır. Yine Sedat Peker’in Hrant Dink cinayetinin tetikçilerinden Erhan Tuncel’le ilişkisine dair vurguyla, aynı zamanda bir önceki dönemde devlet içinde tasfiye edilmeye çalışılan ancak 2015 ile birlikte tekrar yerini alan ulusalcı kanat olan “Ergenekon kliğine” gönderme yapma ihtiyacı duymuştur. Sedat Peker ve iddiaları yerine, kendi konumlanışını ve bulunduğu yeri anlatma kaygısının esas olduğu bir tutum almıştır.
Nihayetinde verili tabloda ve açıklamalarda karşımızda olanın, devletin içindeki kliklerin, güç merkezlerinin ve etki düzeylerinin çok boyutlu katmanlı ve oldukça parçalanmış bir gerçekliğe sahip olduğunu söylemek gerekir. Bu güç merkezleri ve kliklerin ise acımasız bir savaş, boğazlaşma, pastadan pay kapma ve birbirine olabildiğince bağımlı bir ilişki ağıyla sarıldığını söylemek mümkündür. Yürüyen pazarlık ve denge arayışında ilk makyaj ve düzenleme ise Mehmet Ağar cephesinde olmuştur. FETÖ umacası ile kapaklandığı ve uyuşturucu ticaret hattının bir uğrak alanı olan Yalıkavak Marina’dan uzaklaşmıştır. Erdoğan, Bahçeli ve hatta bir başka cephede suflelerle şekillenen Perinçek’in Soylu’yu sahiplenen açıklamaları, Soylu’nun son TV programından hemen sonra olmuştur. Ortada uyuşturucu kaçakçılığı, kara para, cinayet, tecavüz, zorla sermaye devşirilmesi vb. bir dizi iddia, delil, ilişki ağına rağmen Soylu istifa etmemiş, istifası talep edilmemiştir. Ancak bu çelişkilerin halka yönelik işlenen suçlar, Kürt katliamları ve politik ayak oyunlarının açığa çıkması ve ifşasıyla derinleşme olasılığı güçlüdür. Türk hâkim sınıfları arasındaki çelişkiler sadece iç bir sorun değil aynı zamanda emperyalizme bağımlılığın getirdiği dış faktörlerle de biçim almaktadır. Sorunlara ve çelişkilere bu cepheden de yönlendirici ve biçim vermeye çalışılan müdahaleler olduğu asla gözden kaçırılmamalıdır. Aranan denge şimdilik bulunmuştur. Ancak daha büyük bir kapışmanın olgunlaşması, kliklerin yeni hamlelerin şekillenmesi üzerine kurulu bir denge.
Oluşmuş, olgunlaşmış ve politik-ekonomik krizin üzerine şekillenmiş, derinleşmiş, biçim almış bir sürecin ve devletin yaşadığı bir kriz söz konusudur. Bu krizin sönümlenmesi beklenmemelidir. Bir girdap oluşmuştur, bu girdap bir anda açığa çıkmamıştır ancak sürekli büyümüş ve büyümektedir. Nisan’da AKP kongresinde, devamında kabine revizyonu beklentisinde, Kürt direnişinin bir türlü kırılamamasında, Ortadoğu-Akdeniz-Libya ekseninde doğan sorunlarda, emperyalistler arası çelişkilerden faydalanma olanağının zayıflamasında ve elbette ekonomik krizin katmerleşmesinde, salgının bu krize adeta çarpan etkisi yapmasında, boşalan merkez bankası rezervleri ve onun bir başka politik krize dönüşmesinde, “Millet ittifakı” içinde bir çatlak yaratılamaması, bozulan ve kurulan dengeler, iç parçalanmayı ve mücadeleyi, oluşmuş girdabı büyüten temel etmen ve gelişmeler olmuştur. Egemenlik ve iktidar odağının bu düzeyde bir parçalanmışlığı, dağınıklığı, hiç kuşkusuz yeni ve daha kapsamlı sorunları ve çelişkileri ortaya çıkaracaktır. Pislikler daha fazla ortaya dökülecektir, eğilim bu yöndedir. Bunu engellemeye birleştirici güç durumundaki “şovenizm” de “muktedir lider” de yetmeyecektir.