Devlet tüm aygıtlarıyla kadın cinayetlerinin üzerini örtmeye, üç maymunu oynayarak kadın cinayetlerini meşrulaştırmaya devam ediyor. Çeteci Peker’in açıklamalarıyla yeniden gündeme gelen Yeldana Kaharman’ın şüpheli ölümü yalnızca bunlardan biriydi.
Elazığ’da Kanal 23’te çalışan Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi Kazakistan uyruklu Yeldana Kaharman, eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın oğlu AKP Elazığ Milletvekili Tolga Ağar ile röportaj yapmak için evine gittikten bir gün sonra 28 Mart 2019’da evinde ölü bulunmuştu. Yine 2019 yılında Yeldana’nın dosyası kovuşturmaya yer olmadığı gerekçesiyle apar topar kapatılmıştı.
Çeteci Peker sosyal medyada yayınladığı videoda Zülfü Tolga Ağar’ın Elazığ’da bir yerel televizyonda muhabirlik yapan Kazakistan uyruklu Yeldana Kaharman’a cinsel saldırıda bulunduğunu ve genç kadının jandarmaya sığındıktan sonra evinde ölü bulunduğunu iddia etmişti. Peker, Yeldana’nın helikopterle evinden alındığını da öne sürmüştü. Jandarma Genel Komutanlığı’nın yalanladığı açıklamalara Zülfü Tolga Ağar’dan da elbette yalanlama geldi. Tüm bu yalanlamalardan sonra Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı da gecikmeyerek Kahar haman’ın intihar ettiğine dair hiçbir delil-rapor sunmaksızın şu açıklamayı yaptı: “Yürütülen soruşturma kapsamında yapılan olay yeri incelemesi, ölü muayene ve otopsi işlemi ve dinlenen tanık beyanları sonucunda müteveffa Y.K.’nın (Yeldana Kaharman) asıya bağlı gelişen asfiksi sebebiyle vefat ettiği, müteveffayı intihara azmettiren, teşvik eden, intihar kararını kuvvetlendiren veya intiharına herhangi bir şekilde yardım eden kimsenin bulunmadığı tespit edilerek 16/10/2019 tarihinde Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair karar verildiği anlaşılmıştır.” Üstüne üstlük Yeldana Kaharman’ın cinayet olasılığını güçlendiren şüpheli otopsi raporunu yayınlayan gazeteci Baransel Ağca’ya soruşturma açıldı.
Kadınlar tecavüze uğrayıp intihar süsü verilerek katlediliyor. Devletin tüm olanakları tecavüzcü ve tacizci erkekleri korumak için seferber ediliyor. Çeteci Peker’in açıklamaları devletin tüm pisliğini açıkça gözler önüne sererken, kadın cinayetlerinin üzerini örtme noktasında tüm kadro ve aygıtlarıyla ne kadar profesyonelleştiğini de gösteriyor. “Minareyi çalan kılıfını hazırlar” anlayışıyla kadın cinayetleri noktasında egemen sınıflar, kadın “eskort”tu, kadın “kuyruk sallamıştı”, “etek giymişti”, “kahkaha atmıştı”, “gece yarısı dışardaydı” vb. suçu kadınların üzerine atarak kılıfını her türlü buluyor. Kadıköy’de diş hekimliğinde temizlik işçiliği yapan göçmen kadın işçi, patronu olan diş hekimi tarafından cinsel saldırıya maruz kalıyor ve göçmen işçinin yardım çığlıklarını duyan çevredekiler ise olaya müdahale ediyor. Bunun üzerine kadının para almak için iftira attığı, diş hekimi olan İsmail Beker’in saygın bir kişi olduğu öne sürülerek algı oluşturulmaya başlanıyor. Bu algıyı oluşturanların çoğunluğu erkekler ve kaygı ise şu oluyor; ya bize de iftira atılırsa (!) Bu meseleye dair örnekler çoğaltılabilir, genişletilebilir. Ancak meselenin özü hep aynı kalıyor; kadını suçlamak adına erkekte “övünülecek” noktaları zorlamak… Bugün kadın cinayetleri ile gündeme gelen devletin kadro yapısındakilere bakış açısı da aynı olabiliyor: “Onlar saygın kişiler.”
Devletin kadına yönelik saldırılardaki tutumu, kol kırılır yen içinde kalır misali olmakta ve saldırıların üstü kapatılmaya çalışılmaktadır. Hele ki katledilen kadın “yabancı” uyrukluysa bu iş hiç de zor değildir. Nadira Kadirova’nın ölümü de Yeldana Kaharman gibiydi. Özbekistan uyruklu Nadira Kadirova, AKP Milletvekili Şirin Ünal’ın evinde 23 Eylül 2019 tarihinde şüpheli bir biçimde hayatını kaybetmişti. Kadın cinayetlerinde, kadına yönelik şiddette kaplumbağa hızıyla hareket eden emniyet söz konusu Nadira Kadirova’da iki gün içerisinde “intihar” teşhisi koymuştu. Yine aynı şekilde mahkemede “Kovuşturmaya yer yoktur” kararı vererek dosyayı alelacele kapatmıştı. Yine Gülistan Doku’nun kaybolması sonrası baş şüphelilerin devletle doğrudan ilişkili olduğu ortaya çıkmıştı. Ama ne Gülistan Doku yaklaşık 500 gündür bulundu ne de baş şüpheliler Zaynal Abakarov ve polis memuru olan babası yargılandı. Ve elbette baş şüpheliler yargılanmazken “Gülistan Doku nerede?” diye soran Munzur Üniversitesi öğrencilerine devlet soruşturma açmıştı.
İsimler değişik olsa da devletin yapısı ve niteliği, kadın cinayetlerine karşı geliştirdiği refleks hep aynı. Bugün kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet noktasında erkek adalet iyi hâl indirimleriyle, göstermelik yargılamalarla kendini gösterirken söz konusu devlet kadroları olduğunda şüpheliler göstermelik yargılamaya dahi tabi tutulmaksızın bunu gündeme getirenler, hesap soranlar hedefe oturtulmakta ve yargılanmaktadır. Bu da şunu göstermektedir ki kadın cinayetlerinin hesabı yalnızca örgütlü mücadele ile sorulacaktır. Erkek egemen devlet, cinayetlerin ne kadar üzerini örtmeye çalışsa da mücadele ve direniş ile cinayetler gün yüzüne çıkarılacaktır. Bugün devletin tüm aygıtları kadına yönelik şiddet ve cinayette üç maymunu oynamayı kendine görev bilmişse biz kadınlar da hesap sormayı, öz savunma ve gasp edilmiş haklarımızı en yüksek sesle savunmayı kendimize görev bilmeliyiz.