Son dönemde düzen siyasetindeki iniş çıkışlar üzerine devlet yönetimindeki AKP’nin ne yapmak istediği üzerine tartışmalar da arttı. Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesi ve HDP’nin kapatılmasına dönük süreç, hükümetin yönelimleri içerisinde her zamanki gibi Kürtlerin ve seçimlerin özel bir yer tuttuğunu da gösterdi. Ancak hükümet nezdindeki her gelişmenin “tıkanma” ve “seçim hesabı” üzerinden tartışılması kendi içinde önemli bir darlık da taşıyor. Zira hükümete ve düzen siyasetinin alabileceği biçimlere dair hemen her şey konuşuluyor fakat bunun işçi sınıfına, halka, Kürt ulusuna, kadınlara, kısacası sömürülen ve ezilen kitlelere ne kazandıracağı üzerine yeterli bir tartışma yapılmıyor. Siyasetin AKP ve MHP üzerine kilitlenmesi, siyasal hedeflerin de sınıfsal, cinsel, ulusal çelişkilerin çözümünden koparılarak düzen siyaseti sınırları içerisinde ve soyut bir biçimde ortaya konmasına yol açıyor. Siyasetteki başarı ve demokratik gelişme, “Cumhur İttifakı”nın seçimleri kaybederek devlet yönetiminden uzaklaşması olarak görülüyor.
Yakın döneme burjuva siyaset ve medya gözünden baktığımızda birçok çelişkili gelişmeyi sıralayabiliriz. “İnsan Hakları Eylem Planı” çıkışının ardından birçok kesime saldırılar gecikmedi. Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesi, HDP’ye kapatma davası ve İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi gibi gündemler öne çıktı. Hükümet güçleri, kadın hareketine ve LGBTİ+’lara dönük saldırılarını daha da artırarak İslami-muhafazakâr bir karşı propagandayla karşıtlığı buradan kurmaya ve saflarını konsolide etmeye çalıştı. Yine bu süreçte Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal görevden alınmasıyla birlikte dövizdeki aşırı artış önemli tartışmalara vesile oldu. Hükümetin ekonomide dikiş tutturamadığı üzerine söylenenler bir yana istifayı ve dövizdeki artışı önceden bildikleri için hükümete yakın kimi kesimlerin “döviz topladığı” tartışması, bu alandaki istikrarsızlığın da göstergesi oldu. Devamında Gezi Parkı, hükümetin kuklası vakıflardan birine devredildi. Yine bu süreçte Kemalist-ulusalcı kesimin hassasiyetlerine dokunur bir biçimde “öğrenci andı” kaldırıldı ve Mustafa Kemal büstlerine kimi saldırılar oldu. Tüm bu gibi gelişmelere bakıldığında hükümetin ekonomik ve siyasi manevralarının iç tutarlılıktan yoksun olduğu ortaya çıktı. Bir yandan AB ve insan hakları söylemleri öne çıktı diğer yandan ise saldırılar arttı. Bu süreçte AKP ve MHP arasındaki farklı çizgiler üzerine de birçok tartışma yapıldı.
Bu dönemin “şaşkınlıkla” karşılanan bir diğer gündemi Newroz oldu. Devletin yasaklama ve fiili saldırıları beklenirken tam tersine beklenene göre “ılımlı” bir Newroz süreci gerçekleşti. Zaten “kanıksanmış” olan “kuşatma, baskılama, sayısız üst araması, kimi zaman fiilen engelleme” gibi rutinleri saymazsak Newrozlara özel bir yasak ve saldırı olmadı. Bu durum değişik biçimlerde yorumlandı. Bu yorumlardan biri, hükümetin Newrozlara kitle katılımının düşük olacağı hesabı yaptığı, bu sayede Kürt hareketini ve HDP’yi demoralize edecek bir plan içerisinde olduğu ancak bunun ters teptiği üzerineydi. Hükümetin bu “riski” niye aldığı ve ilk Newroz kutlamalarından sonra diğer Newrozlara neden müdahale etmediği ise ucu açık bir tartışma olarak kaldı. İlkiyle bağlantılı bir diğer yorum, hükümetin seçim yönelimi kapsamında Newrozlar üzerinden Kürt halkında bir nevi “anket” yaptığı üzerineydi. Diğer bir yorum ise hesaplarını Gare’deki operasyona bağlayan ve yaşadığı hüsranı atlatamayan hükümetin Kürt ulusal mücadelesine karşı “politikasız” kaldığı, belirgin bir yeni strateji oluşturamadığı üzerine oldu. Son olarak ise hükümetin yine seçim hesaplarıyla ilgili olarak Kürt ulusal sorununda yeni bir “açılım süreci”nin zeminini yokladığı yorumları yapıldı. Yorumların hiçbiri tam olarak cevap oluşturmamakla birlikte hükümetin uygulamalarının da belirgin bir politikayla uyumlu olmadığı açıktı.
Bu uyumsuzluğun en bariz göstergelerinden biri HDP’nin kapatılma davasıydı. “Darlaştırılmış bölge seçim sistemi” adı altında yapılmak istenen seçim düzenlemeleri ve HDP’nin kapatılmasının yaratacağı zayıflıklar üzerinden bir sandık hesabı yapıldığı söylenebilir. Eş Başkan Mithat Sancar’ın ifade ettiği gibi HDP’nin “sine-i millete dönmek” yani parlamentoyu terk etmek gibi bir düşüncesi yok. Her ne olursa olsun parlamentoda kalınacak, gerekirse HDP kendini feshedecek ve başka bir partiyle devam edilecek. Kapatılma durumunda olabilecekler kapsamında her ne kadar HDP cephesinde olmasa da başka olasılıkların da adı geçiyor. ’91 seçimlerinde HEP’in, SHP listelerinden seçime girmesi ve 2018’de İYİP’in grup kurarak seçime katılabilmesi için CHP’nin 15 vekil vermesi gibi seçenekler bunların başında geliyor. Ancak ’91 yılında olmadığımızı veya HDP’nin İYİP gibi bir parti olmadığını düşündüğümüzde bu seçeneklerin gerçekleşme olasılığı da düşüyor. Fakat biçim bu olmasa da HDP’nin kapatılmasıyla ilgili sürecin, onun ve ona oy veren kitlelerin düzen partilerinden biri (CHP) tarafından içerilmesi ya da ona yedeklenmesi gibi hesabı yabana atmamak gerekiyor. Bu her ne kadar AKP’nin işine gelmeyecek bir olasılık gibi tartışılsa da gerçekte Türk hâkim sınıflarının ve devletin çıkarlarıyla örtüşmektedir. Ve aslında HDP’ye dönük saldırıların temel hedefinde de onu bu gibi yollarla etkisizleştirmek önemli bir yerde durmaktadır.
Görüleceği üzere siyasi tartışmalar hiç de halkın ve ezilen Kürt ulusunun gerçek çelişkileri, çıkarları ve kurtuluşları üzerine kurulu değildir. Tartışmaların hedefinde ne sistem ne de devlet vardır. Sistem ve devlet, AKP ile özdeşleştirildiği kadar hedeftedir. İşçi sınıfı ve halka artan ekonomik saldırılar, devam eden pandemi ve aşı sorunu, artık adı dahi doğru düzgün anılmayan Kürt ulusal hakları ve talepleri, tarımdaki derin tasfiye ve şirketleşme gibi köklü sorunlar bu siyaset dilinde ana bir içerik olarak değil bir dolgu malzemesi, bir süs olarak yer almaktadır. Her ne kadar kadınlar, LGBTİ+’lar, öğrenciler gibi farklı toplumsal tabakalar daha fazla gündeme alınsa da bunun da gerçek bir eşitlik ve özgürlük mücadelesi olarak değil burjuva-liberal bir içerikle gündemde tutulduğu ortadadır. Doğal olarak şu söylenmelidir ki yukarıda adı geçen siyasi tartışmalar esasta sınıfın, halkın, ezilen Kürt ulusunun gerçek gündemi ve tartışması değildir. Bu tartışmalar halktaki etkisi oranında üzerine söz söylenecek ve adım atılacak yönler barındırmakla birlikte devrimcilerin, komünistlerin de tartışması değildir.
Devrimci bir bilinç, örneğin CHP her alanda işçi sınıfına karşı düşmanca tutumunu açık eder ve saldırılarını yoğunlaştırırken bu sınıfsal gerçekler yokmuşçasına CHP’yi ele alamaz ve “demokrasi” için ona hayırhah davranamaz. Yine aynı şekilde Kürt Ulusal Hareketi’ne ve HDP’ye saldırılar söz konusu olduğunda bir nevi hükümete açık çek veren ya da onu “kayıtsızlıkla” ödüllendiren bir CHP ile Kürt sorunu kapsamında “demokrasicilik” oynamaz. Devrimci bir bilinç, ister devleti yöneten faşist kliklerinden isterse muhalefetteki faşist kliklerden gelsin halkın mücadelesini sisteme içermeyi amaçlayan hiçbir politikaya yedeklenmez. Stratejisini bu gerici güçlerin ortaya çıkardığı gündem ve dengelere göre değil halkın gerçek sorunları ve bunların çözüm yöntemi üzerine kurar. Açık ki günümüzün “siyasi tartışmaları” içerisinde bu gerçek sorunlar ve devrimci çözüm seçeneği yok denecek kadar azdır. Doğal olarak burjuva siyaset sahnesinin ortaya çıkardığı “anlamsızlıklar” ve olasılıklar üzerine bunca kafa yorulmakta fakat doğru bir rota kurulamamaktadır. HDP kapatılsın ya da kapatılmasın; parlamento, var olan seçim sistemiyle ya da yeni bir sistemle belirlensin; CHP, HDP ile ittifak yapsın ya da yapmasın… Tüm bunların ne işçi sınıfı ne halk ne de Kürt ulusu için özde farklı bir anlamı ve sonucu olmayacaktır. Süreçler, aktörler değişecek ancak çelişki ve sorun olduğu yerde kalacak hatta daha da derinleşecektir. Bu nedenle artan sömürü ve baskı politikalarına karşı bizim yanıtımız; kendi sorunları etrafında sınıfı ve halkı örgütlemek ve mücadeleye sevk etmektir. Bu mücadelenin bağlandığı yer ise sistem içi “demokrasi” hayalleri değil halkın ve ezilen ulusların gerçek kurtuluş yolu olan demokratik halk devrimi olacaktır.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 15 Nisan 2021 tarihli 84. sayısından alınmıştır.