“Gireriz, girdiğimiz gibi de çıkarız. Üç ay sonra buradan çıkmış olacağız, bu kadar basit” pervasızlığıdır Tayyip Erdoğan. Zira, meclisin oybirliğiyle onayladığı bir sözleşmeyi bir kararname ile iptal ederek, “Millet İradesi” diye yaygara yapan bir anlayışın kıskançlıkla sahiplenilmesidir bu yaklaşım. Her gün kadınların katledildiği, sokak ortasında acımasız erkek şiddetinin durmaksızın infial yarattığı, tüm toplumsal yaşama sirayet etmiş şiddetin, baskının İstanbul Sözleşmesi de dahil hiçbir yasal düzenlemeyle engellenmediği ve kadın hareketinin buna karşı mücadelesinin yükseldiği koşullarda bilerek, kasten kazanılmış bir hak gasp edilmeye çalışılmaktadır. İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması, kadınlara yönelik katliam, şiddet, baskı ve acımasız zulme yönelik oluşmuş korumanın son bulmasını değildir. Mesele bu şekilde tanımlandığında erkek egemen-homofobik faşist devletin sözleşme geçerliliğini korurken tüm bu saldırılara sunduğu sosyal-siyasal-ekonomik-kültürel ve elbette hukuki zeminin gerçekliği ve esasının kararması anlamına gelecektir. Hayata geçirilen bu pervasız saldırı bir toplumsal ve siyasal kültürün kemikleştirilmesine hizmet etmektedir. Bu bağlamda bir bütün içerde ve dışarda saldırganlık ve savaş eksenine oturan yönelimin direncini güçlendirmek, faşizmin saldırı ve savaş yöneliminin “eril, cinsiyetçi” erkek egemenliğiyle beslenen “sertliğine” siyasal-hukuki motivasyon katmaktır.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını savunan ve buna itiraz eden faşist kliklerin ortaklaştığı nokta ise bu tartışma vesilesiyle homofobik söylem ve tutumu büyütme şeklindedir. LGBTİ+ bireylere yönelik düşmanlığı, bu kesimleri sistemli, olabildiğince güçlü şekilde hedefe konulmasını içerecek şekilde bir kampanya körüklenmektedir. Faşist kliklerin ve medyasının sahtekarca ve adeta politik rant alanı olarak gördükleri bu meseledeki “görüş farkı” LGBTİ+ bireylere yönelik açık ve ortak bir düşmanlığa dönüşmektedir.
AKP-MHP faşist bloğu, bir yandan yaşadığı politik-ekonomik krizi hafifletmek ve ihtiyaç duyduğu sermaye akışını sağlamak için emperyalistlerle güven tazeleme arayışını ve buna uygun adımları atmaya çalışırken diğer yandan sürdürdüğü topyekûn saldırıda duraklamanın krizi yönetmede yeni zorluklar yaratacağı inancına sıkıca sarılarak konumlanışında bir denge ve uyum yakalamaya çalışmaktadır. AB ve ABD emperyalizmi ve sermayesi için hem sağlam bir yatırım alanı hem de bölgenin güç dengeleri ve dizaynında güvenilir ve kullanıma hazır bir konumlanış sağlama peşindedir. Emperyalistlerin gözüne girmek için esnemek zorunda kaldıkları, taviz vermek zorunda kaldıkları her sistemli gelişmelere paralel olarak bunu dengeleme yöntemi olarak ezilen toplumsal kesimlere saldırı paketleriyle “güç” gösterisine girmektedir. Bu aynı zamanda faşist kliklerin ittifak politikasına, durmaksızın güç devşirme hesaplarına ve değişme eğilimi gösteren politik dengelerin sağlanmasına yönelik hesapları içermektedir.
AKP-MHP faşist bloğu, ittifakı yaşanan ekonomik-politik sorunlardan kaynaklı dengede tutmada zorlanmaktadır. Sadece bu değil, bu ittifakın kendi dengesini sağlaması ile güç dengelerinin lehinde kalmasını sağlama yeteneği sürekli zayıflamaktadır. Bu bağlamda bir yandan ittifakın harcını güçlendirmek için gece yarısı yayınlanan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri şekillenirken diğer yandan Kürt düşmanlığı ile bu pekiştirilmeye çalışılmaktadır. Bu ittifaka daha küçük ama “anlamlı” ortak arayışı ise “94 ruhu” söylemi eşliğinde Saadet Partisi ve Yeniden Refah Partisi ile sıkı görüşmeler ve “yaltaklanmalarla” sürdürülmektedir. Yayınlanan kararnameler, Kürtlere yönelik saldırılar, HDP’ye yönelik açılan kapatma davası, vekilliği düşürülen ve meclisten yaka paça atılan Ömer Faruk Gergerlioğlu gibi gelişmeler ise ne AKP-MHP ittifakını güçlendirmekte ne de bu ittifaka katılım noktasında heves ve istek uyandırmayı başaramamaktadır.
Zira ekonomik krizin aldığı boyut, bu alanda yapılan vurgunların üstünün örtülmesi sorunu en güvenilir referanslarla belirlenen Merkez Bankası başkanlarının ve başkan yardımcılarının atanması ve görevden alınması arasındaki sürenin sürekli kısalmasına neden olmaktadır. Boşalan Merkez Bankası rezervleri, döviz kurlarındaki hareketlenmeyle oluşan küçük çaplı devalüasyonlar, işlemleri durdurulan borsa çöküntüleri, frenlenemeyen faiz artışları, bitmeyen zamlar, artan vergiler, büyüyen işsizlik ve eriyen ücretler gerçekliğine yol açmaktadır. Bu tabloya korona salgınında “küresel normalleşmeyi” kaçırmama ve sağlanamayan kontrolle birlikte geride kalma kaygısıyla tedbirlerdeki istikrarsızlık ve atılan hiçbir adımın sonuç vermemesinin yarattığı baskı eklenmelidir. Bu baskı, “normalleşme” arayışında dünyada nüfus oranına göre salgının en hızlı yayıldığı ülke konumuna Türkiye’nin demirlemesini getirmiştir. Alınan tedbirler ve verilmeyen desteklerden dolayı küçük esnafın hızla batması, geçici ve kalıcı işsizliğin hızla tırmanması, sosyal bunalım, tüketim ve üretim alanında oluşan ekstra kriz var olan tablonun iç karartıcı, boğucu ve bunaltıcı bir hal almasını sağlamaktadır. Ekonomi ve salgın için alınan tedbirlerin dinamik ve enerjik bir şekilde periyotları daralmış atama-görevden alma, açma-kapama denklemine mahkum kalması durumu vardır. Bu üstü örtülemeyen, yönetilemeyen bir krizin çarpan etkisiyle büyümesiyle sonuçlanmaktadır.
Tüm bu tabloda CHP-İYİP ittifakı erken seçim çağrısını en cüretli şekilde dile getirmeye başlamıştır. “Büro çalışanlarının” lüks bir yaşam ve kısa sürede zenginleşme hikayeleri bir yandan diğer yandan ise eve ekmek götürememe tepkilerinin tekil olaylardan yaygınlık kazanan bir görüntü haline gelmesi, seçim çağrılarının beslendiği zemin olmaktadır. Birçok nedenden dolayı birikmiş öfke ve tepkinin kendisini ifade etmesi düne göre daha güçlü, sokaklar ve meydanlara akışın daha cüretli olduğu bir periyot söz konusudur. Bu duruma dış politikada iştahlı ve etkili askeri saldırganlık ve politik etkinliğin zayıflaması ve karşısına Yunanistan-Körfez ülkeleri-Mısır-İsrail-Fransa-İtalya-ABD ve kısmen AB eksenli politik ve askeri ilişki ve organizasyonların hareketli arayışı eklenmelidir. Türkiye’ye karşı olmamakla birlikte Türkiyesiz ve Türkiye’ye rağmen oluşan bu güçlü arayış, Ortadoğu-Akdeniz-Kuzey Afrika’da tüm oyun kurgusunun ve üstlenilmek istenen rolün kaybedilmesi en iyimser yaklaşımla zayıflamasını getirecektir. Bu çok katmanlı ve dört başı mamur kriz ve yönetme sorunu, birikmiş ve biriken sorunlar, çözüm adı altında derinleşen çözümsüzlük girdabı faşist klikler açısından güç dengelerinin değişim fırsatıdır. Bu aynı zamanda devrimci mücadele açısından kliklerin yer değişmesiyle ortadan kalkmayacak sorunları ve sorunların çözümünün mücadelede olduğunu anlatma olanağı anlamına gelmektedir. Tüm gücümüzle var olan mücadelenin ve kitle hareketlerinin parçası, iktidar mücadelesinin öznesi olarak konumlanma zamanıdır.